Aynı mekân, zaman ve idealleri paylaşan insanlar bu topraklarda üzerinde birçok şeyler gördüler. Nice zulümler, acılar, sevinçler, hüzünler, zaferler… Devletler, egemenler, sultanlar, iktidarlar kitleleri kendilerin arzu ve hırslarına kurban vermekten vazgeçmediler. Halk inadına onların kendilerini düşürdüğü bu kumpaslardan çıkmaya çalıştı. Bir yerde alet oldular ama yaranın sağaltılması ve tedavisi halklara kalmıştı.
Bu topraklarda nice kan davaları ve kardeş katli gerçekleşti. Şii- Sünni, Türk- Kürt, Laik- İslamcı, Sağcı- Solcu… Ayırdılar, ayrıştılar, böldüler, bölüştürdüler. Birbirini boğazladılar kardeşler… Kılıç çektiler birbirlerine… Kurşun sıktılar ardınca… Pusular kurdular tenhalarda… Ölüm yağdırdılar ardınca… Her ölüm yeni bir intikam ateşini alevlendirdi. Kinler, öfkeler kendinden sonrakilere miras bırakıldı. Her ölüm birisinin zafer çığlığı veya derin ve uzun ağıtına dönüştü. Bunlardan çıkar uman ve saltanat kaygısı güdenler her seferinde kavganın sürmesi için pusuda beklediler.
Ölüme karşı ölüm… Ölüler yarıştırılarak fitne ateşi harlatıldı. 1960 darbesindeki 3 idama karşılık, 1971’de 3 idam ile karşılık veriliyordu. Sokak kavgalarında suikast silahları mahalleden mahalleye denge için canları indiriyordu. 1980 darbesinde darbenin generali idamları “bir sağdan bir soldan” formülüyle açıklıyordu. Doğuda ölümler için çetele tutuluyordu. 1990’lı yıllarda aydınların ölümlerine karşılık ölümler meşrulaştırılıyordu. 33 aleviye karşılık 33 sünni ölümü gerçekleştiriyordu.
Sınıfsal olarak fakir olmaları ve müdahil olacak bir yakını olmamasından dolayı ölen askerler… Ya televizyon ekranından ya da bir yetkilinin yanına aldığı ambulans ile bir anneye tekmil verir gibi haber vermesi ile ocağa düşen ateş… Kuşaklar boyu sürecek bir acı hikâyenin başlangıcı… Hatıralar… Geride kalan eş ve çocuklar… Televizyonlarda artık ezberlenen replik sözlerle habersizleştirilen ve değersizleştirilen cenaze törenleri…
Veya…
Büyük ideoloji olarak sunulan küçük davaların peşinde koşturulan, ölerek can vereceklerini iddia ederek canlı ölüm makineleri oluşturanlar… Payeler vererek kendilerini ise arka planda o payeden yoksun bırakarak cepheden cepheye sürenler… Her nedense kendileri bu savaşlardan paçalarını kurtarırlar, hiç ölmezler… Ölümsüzlük iksirini içmiş heyulalar olarak ölenlerin üzerinden kahramanı oldukları destanlar yazdıranlar… Hepsi yalan, yalan, yalan…
Bir hastane koridorunda iki kişi sohbet etmektedir. Terör olayları üzerine konuşulurken biri der ki; “Televizyonlarda neden sadece ölen askerlerin annelerinin ağıtları gösterilir. Diğerlerinin anneleri ne yapıyorlar, onlar ağlamaz mı?” der. Yanındaki cevap verir: “O anneler çocuklarını ölmeleri için doğururlar” der. Annenin acısından, yürek sızısından habersiz insanlar topluluğu… Anneler… Kim anlayabilir anne yüreğini… İktidarlar, komutanlar, liderler, ideologlar anlayabilir mi bir anne yüreğinden geçenleri. Bir iç sızısında ve uzun bir ağıttaki terennümleri kim anlayabilir? Ancak bir başka anne anlayabilir diğerini. Ne kardeşler ne de babalar anlayabilirdi. Anlayabilseydi eğer bir cana ruh vermenin, büyütmenin, canlı kılmanın ne demek olduğunu anlarlardı. Bunu anlayan anneler yeni çocuklarına öğretebilecekleri barış ruhuyla ancak bu savaşa son verebilirlerdi. Ama babalar, akrabalar, iktidarlar ısrarla savaş tamtamlarını çalmaya devam ederler. Her cephede ve kavgada düşen can yerine yenilerini bulmakta gecikmezler. Kahramanlık şiirleri okur ve zafer şarkıları söylerler. Kendileri koltuklarında düşen bedenlere okuyacakları metinleri hazırlamakla meşguldürler. Kendileri hiç kaybetmezler. Cephede kim ölürse ölsün hep kazanan onlar olur. Ancak planı bozacak bir akıl, şuur, söz, itiraz olana dek. Bir ses yükselmeli… Bir el kalkmalı…
Asıl acı… Üzerinden geçen onca zaman içinde savaş körükleyenlerin, önder geçinenlerin, kurtarıcılığa soyunanların insanların huzuruna çıkıp bütün bu savaşların boşu boşuna yaşandığı, ölenlerin bir HİÇ evet koskaca bir HİÇ yerine öldüklerini söylemeleridir. Kardeşler zalimlerin bölüşüm savaşlarına kurban verilmiştir. Onları geriye getirecek bir şey yoktur ama halkı yeni bölüşüm savaşlarında kullanmak üzere yeni planlar yapmaktadırlar. Bütün kutsallar –şehit- vatan- din- ideoloji- ırk- seferber edilerek yeni savaş oyunlarına hazırlanırlar. Halk da her defasında bunlara kanar ve teslim olur. Hep halk savaştırıldı… öldü… öldürüldü… Kazananlar hep onlar oldu. Kaybeden hep halk oldu…
Yüce ruh ve büyük iradenin parçası insanın kavgası sürerken buna seyirci kalmamak gerekiyor. Çözümler için masa başında oturanların çözümsüzlüğe mahkûm etmekten başka bir yol gösterdikleri yoktur. Çözüm iradesi insanların elinden alınmış ve sürekli ellerine kurşun ve silah tutuşturulmaktadır. Yeni bir kurşun, yeni can, yeni kefen birilerinin gözünde çözüme bir adım daha yaklaşılmış yanılgısını getirmektedir.
Ölenler ve öldürülenler… Geriye kalan yürekleri yanık vicdanlar… Kanayan kalpler… Çoğalan gözyaşları… Umutsuzluğa mahkûm olmuş yürekler… Dul kalan kadınlar… Öksüz kalan çocuklar… Yanan evler… Yıkılan köyler… Dağılan şehirler… Bu büyük trajediyi kaderimiz mi sayacağız?
Birbirimizin ölülerine ne zaman ağıt yakacağız? Her ölüm haberini duyduğunda bir tarafın zafer çığlıkları attığı bu savaşın galibi olmayacaktır. “Öteki” saydığımız bir insanın ölümünden acı duymadığımız müddetçe bu sorun çözülmeyecektir. Her ölümün ardında örtbas edilen gerçekleri görmeyerek, alet edildiğimiz savaşa karşı sesimizi yükseltmediğimiz zaman cesaret almakta savaşın tanrıları… Bu savaşta onlara beden sağlamak görevimiz değildir. Büyük oyunun, oyun kurucularının oyununu bozmak vaktidir.
Ölülerimizi sahte egemenlerin elinden, propangandasından, manipülasyonundan kurtarmak gerekiyor. Ölüme karşı ölüm değil ölüme karşı yaşam iradesi sağlanmalıdır. Ölümleri yeni savaş ateşinin alevi olmaktan kurtarıp, gizlenen hakikatin yalın gerçeği ile karşılaştıran rehberlere dönüşmelidir.
Ölenler bizimdir… Bu topraklarda kaderimizi beraber ördüğümüz kardeşlerimiz… Üstüne örttüğümüz topraklar bizim kendi ruhlarımıza örttüğümüz topraklar… Kardeşlik terennümleri ne zaman dilimize yerleşsin… Ortak acılarımızı dillendirelim… Sevinç çığlıklarını beraber atalım… Gelecek üzerine sözler söyleyelim… Kardeşlik ahdimizi yenileyelim… Tarih bu topraklarda kurulan büyük medeniyet birikimlerini yazsın. Acıları paylaşıp, yenilgilerden tekrar dirilişe giden adımlara şahitlik etsin…