Türkiye’deki yerli Marksizmin, ya da Perry Anderson deseydi, (olmaz demeyin, bal gibi olur,) “Türkiye Marksizminin” teorik yapı taşlarının döşendiği temel, ya Sovyet tabanlı bir yanlılığa, ya da Murat Belge türünden bir yanlışlığa düçardır, ki bu tür(lün)ün içinde Belge yalnız değildir; listeye Ünsal Oskay, Mete Tunçay ve Yalçın Küçük’ü de katabiliriz. Hepsi velut, hepsi devasa emek abidesi, hepsi entelektüelliğin ve Türkiye Marksizminin şahikası, hepsi “yabancı” eğitimli, hepsi “yerli,” hepsi yansız, hepsi yanlış.
Neredeyse Belge’nin kısa pantalonla babasının elini tutmuş, Ankara Saracoğlu Mahallesinin faşist bir düzenlilikle at kestanesi ağaçlarıyla bezenmiş geniş tretuarlarında hayatı tanımaya başladığı yıllardan bu yana, Türkiye Marksizmi bu iki yan(lış) (Sovyet Marksizmi ile Batı Marksizmi) arasındaki yalpalanmadan oluşan çalkantının girdabında yol al(ama)maktadır. O boğucu ama rutubetsiz Ankara sıcağında babasının elini sıkı sıkı tutarken avuçlarının içi ılık ılık terlediğinde, nereden bilsin küçücük Belge, bu çalkantıyı çıkaracak olan birinin kendisi olacağını, diğerinin ise babası olduğunu. Bu benzetme oldukça büyük bir abartı ve hâtta belli bazı maddi yanlışlıklara ve zorunlu eksikliklere sahip olsa da, baba-oğul Belge’ler, Türkiye’deki Marksizmin yapı taşlarından ikisidir. Babası Kadroculuk’tan, oğlu da Althusserci Gramscicilikten geçerek Menderesçiliğe evrimleşmiştir. İşte size bir evrensel “Babalar ve Oğullar” çalkantısının yerli aşuresi: Kadroculuk, Althusserci Gramscicilik ve Menderesçilik. Birini alana diğer ikisi bedava.
Ben bunları düşünürken, hissi kablel vuku olsa gerek, Ali Şimşek’i okuyunca anladım ki, bugünlerde konumuz Murat Belge yeminmiş, şikeymiş derken, hır gür arasında entelektüel gaz-tecilerin baş köşesine oturmuş. Ben yıllardır uğraşa dururken, meğerse MEME içinde çeşitli kişiler, Ali Şimşek’in deyişiyle “bizim uzun yıllardır yapamadığımız şeyi o yaman diliyle yapıveren [taze milletvekili] Sırrı Süreyya” başta olmak üzere, meğerse bu “entelektüel bir mitimizi çözüvermiş.”
Neden ve nasıl mı?
Ali Şimşek’ten okuyoruz ayrıntısını:
“Belge kendi boş alanını ‘hep dışarıda’ kalarak ve ‘ayar’ vererek kurmuş biri. Bugün hem Necip Fazıl, hem Menderes hem de Deniz Gezmiş adlarını kullanarak demokrasi havariliği yapılıyorsa onun 1986’dan sonra ürettiği konum sayesinde oluyor. Belge 90’larda yaygınlaşmaya başlayan postmodernizm tartışmalarında, bundan kârlı çıkacak olan İslami entelektüellerle bağı kuran adam olarak tarihteki yerini alacaktır şüphesiz. O hep entelektüel bir uyarıcıydı, kaba Marksizme karşı incelikli Marksizmin, ekonomik belirlenimciliğe karşı kültürün, devlete karşı sivil toplumun…” Ve ekliyor Ali Şimşek, “Yıllardır sosyalistler daha çok sol liberalizm üzerinden Birikim çevresi ve Murat Belge eleştirisi yapar dururlar. Ama bir mitin sarsılması için Sırrı’nın esprili, meddah tadında dili gerekiyormuş galiba.” (“Yetmez Ama İşte Murat Belge” Birgün, 8 Temmuz 2011)
İlahi Ali. Ya-hu, yeni değil ki, bu “mit” çözümlemesi. Uzun yıllardır çok yetkinleri yapıldı ve Belge, Marksizmde teamül olmasına karşın, cevap vermeye bile tenezzül etmedi. Bilmeyen mi var? Sovyet çıkmazını çok önceleri görmüş, sosyalizm ile kapitalizm arasında üçüncü yolcu baba Burhan Belge Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası üyesi olarak yerli Marksizmin Kadroculuğundan DP milletvekilliğine yalpalarken; oğul Murat Belge, babasının uzak görüşlülüğünden etkilenmiş olarak entelektüel popüler kültürümüze ılık ve ılıman Marksizmi çalkalıyor ve “açık toplum” oluşumuzdan beri düşünceler piyasasında bu “ılıman Marksizmi” alana bir de Türkiye solunu İslam’a nasıl açarız açılımı babından Cemil Meriç ile solun buluşmasını veriyordu ki, sanki Meriç düşünsel hayatına Marksist olarak başlamamış gibi tarihten süzülerek güncelliğe, şimdiki iktidarın daha o zamanlar ilk ve en temel teorik cephaneliğini tesis ediyordu. Babası da Kadrocuyken aynı şeyleri yapmamış mıydı?
İçinde bulunduğumuz “açık toplum”da açık konuşmak gerekirse, Baba-Oğul ikisi de çakma “sol liberal” komünist olarak, Baba’nın millet iradeli sivil toplumun ilk tarihsel versiyonu “yüzde ellilik” Menderesçiliğe; Oğlu’nun da, güncel versiyonu bugünkü “yüzde ellilik” Özal-Erdoğan iktidarına yalpalanmalarının o her zaman “reel” olan “doğruluğuna” gıpta etmemek elde değil; sanki sentezleri Cemil Meriç’ti. Bütün bunlar herkes tarafından bilinen şeyler; “sözünü etmeye bile değmez.”
Değmez de, edilenlerden yola çıkarsak, doğru mu, babayı unutmuş Ali Şimşek’in “mitik Murat Belge yapıçözümü”?
Yeter mi, “Sırrı’nın espirili, meddah tadında dili”nden dökülenler, koskoca Babalar ve Oğullar’ın yerli kahramanlarından küçük olanını iki üç dil şaklatması ile çözmek ve yer ile yeksan etmek?
Tabii ki doğru, evet; ama yetmez. Boru değil, O ve babası Türkiye Marksizminin yapıtaşları, bayraktarları.
****
Murat Belge gibi birini çözmek ve iki laf cambazlığı ile bir putu kırmak kolay mı? Ali’nin yazısındaki doğrularla yüceltilmiş “Sırrı”nın yetmezlikleri, beni 2004’e götürdü. Şöyle yazmışım, “Murat Belge’ye Reddiye/Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal Yanılgılar: Murat Belge ve Popüler Kültür Tanımsızlığı” başlıklı yazımda:
“‘Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal Yanılgılar’ başlığı, sadece Murat Belge’yi hedef almıyor; sadece Belge’yi ele almamın değişik yaklaşımları da kapsayacağını düşünmem için yeterli eklektiklik ve etki gücü var Belge Külliyatında. Neredeyse popüler kültür üzerine yazanların hemen hepsi küçük birer Murat Belge (ya da Ünsal Oskay). Murat Belge, adetâ, [Türkiye’de] kültür, popüler kültür ve ideoloji konularının ana-akımı, mainstream’i. Herkes ondan doğuyor ve onun açtığı yataktan akıyor. Yine de, kırk yıldır bizim iletişim konularımızın hemen hepsinde velûtluğun belâgate dönüşmesinin mümtaz örneği olarak devâsa emek abidesi Belge’yi tümüyle kapsamanın çok zor hâttâ bizim gibi faniler için imkânsız olduğunu da belirtmek istiyorum.
Murat Belge’nin popüler kültür terimi ile tanışmasının kökleri 1970’lere kadar gider. Bir filolog olarak popüler kültürün tam tersi bir kültürel alanı (sanat ve yüksek edebiyatı) kıraat eylemesine rağmen, Belge, 1970’lerin sonlarına doğru yayınladığı gazete ve dergi yazılarında kültürün bu kitlesel özelliklerine, doğal bir hâlde, ideolojik ve Marksist anlamlarda ve özellikle de Christopher Caudwell çalışmalarının verdiği bir ivmeyle yaklaşır…
… onun Tarihten Güncelliğe (TG) kitabında yer verdiği yazılarıyla sınırlı kalacağım. Bunun iki nedeni var: Birincisi Belge’nin yeni (1990’dan sonra) yazdıklarını okumuyorum, ikincisi kendinin eklektikliğini çok tekrar eden biri olduğundan yeni bir şey yazdığını da zannetmiyorum.
TG’de, “sosyalist deneme” adını verdiği yazıları, “bir ‘denemenin’ [herhalde “essay” demek istiyor] nasıl sosyalist olabileceğinin” reçetesini de içermesiyle birlikte (s: 13), asıl ilgilendiği entellektüel alanın, Murat Belge’nin “popüler kültür” demek istediği olgunun, güncel yaşantılar açısından tarihselliği vurgulanarak yorumlanan çeşitli yönlerini kapsıyor. Yazıların başlangıç tarihi 1976 olduğuna göre, benim bu kitaptan başlamam Murat Belge külliyatının kaynağına varmak için doğal bir durum. Bu kitab, hem Belge Külliyatının kültür üzerine olan en eski ve tam bir derlemesi, hem de eklektik bir sosyal bilim’e; aslında “humanities” demek daha doğru, ya da sosyal bilimle beşeri bilim nasıl aşure yapılır’ın nasıl olur’una ışık tutan, şu sıralarda unutulmuş ama hiç bir zaman unutulmayacak olan ender ve yetkin örneklerinden biri….
… Murat Belge, özellikle Althusser uzmanı olarak tanınır. Birikim dergisinde uzun yıllar, Althusser’i Türkiye’ye tanıtmıştır. Bu konuda Celal A. Kanat’ın çevirisini yaptığı Althusser’in Kapital’i Okumak kitabına yazdığı önsözdeki şu alıntı, isim vermese de, bizzat Murat Belge’yi hedeflemiştir: “Althusser asıl çarpıcı tezlerini ileri sürdüğü dönemde (1960-68) ülkemizde mutlak bir ‘meçhul’ konumundaydı; sonraları, tezlerinden bir kısmını geri almaya, düzeltmeye, ‘tashih’ etmeye başladığı dönemde ise büyük ölçüde ‘meşkuk’ [şüpheli] bir statüye oturtulmuştu. Bu; -yazık ki- bütün çağdaş düşünsel etkinliklerden yalıtlanmakla kalmayıp, üstelik –daha da yazık ki- çağımızı hazırlayan büyük ve görkemli düşün dalgalarından bile uzak, bilisiz kalmayı ‘başarabilen’ ülkemiz aydınlarının çoğu için ve bu arada –üzücü bir saptama olarak yazmak zorundayım- Marksistliğini deklare etmiş aydınların büyük çoğunluğu için, olsa olsa, doğal sayılmalıydı.” (Bkz: Celal A. Kanat, “Sunuş: Bir Althusser Okuması Olarak Kapital’i Okumak,” Louis Althusser, Kapital’i Okumak, (Çev: Celal A. Kanat), Belge Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı, 1995 içinde, s: 8.)
1976 yılında Althusser üzerinden Gramsci’yi eleştirerek Leninci bir taraf tutan Belge [o zamanlar Leninci olmadığını bugün kolaylıkla reddedebilir Belge, ancak yazdıkları belge niteliğindedir ve elimizdedir], 1989’da Genel Yayın Müdürlüğünü Sadun Aren’in yaptığı Marksizm ve Gelecek dergisine (Sayı: 1) yazdığı bir yazıda Gramsci’yi savunmakta ve “dialektik materyalizmin kaynaklandığı Hegel felsefesiyle birlikte geçerliliğini yitirdiğini” (s: 18) ilan etmektedir. Bu yazısında bizim konumuza ilişkin de bir saptama yapmaktadır: “Sosyalizm popüler olmaktan korkmamalıdır.” (s: 16). Bu önerme tam da, “sosyalistlerin iktidara gelmeden önce, toplumda popüler olarak hegomonya kurmayı” teorileştiren Gramscici bir önermedir. Kısacası, 1976’da Gramsci’yi Leninciliğe karşı sol sapma yapmakla eleştiren Belge, 1989’da Gramsci’ci olmuştur. Belge’nin bu durumunu daha da açıklığa kavuşturan yine benzeri bir eleştiri için Mehmet Gündüz’e kulak verelim. Gündüz şöyle diyor:
“Birikim Yayınları, 1976 yılında Althusser’den yayınladığı ve Murat Belge tarafından ‘yayına hazırlanan’ Lenin ve Felsefe adlı kitapta biraz sıkça ve gereksiz olarak yaptığı dipnotlu müdahalelerden birinde, Gramsci ile ilgili şöyle bir yargı ileri sürmektedir: ‘Gramsci ve Lukacs böylece Marksizmin bilimini yadsıyarak bir sol sapma içine girdiler … Lenin, bu dönemde Gramsci-Luxemburg-Lukacs çizgisini sol sapma olarak suçladı.’ … Burada önemli bir hata vardır. O dönemde ‘Gramsci-Luxemburg-Lukacs’ çizgisi diye bir çizgiden söz edilemez. Ortak bir çizgi yerine tersine işaretler vardır.” (s: 76; “Gramsci, İdeoloji, İktidar,” Yapıt Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Dost Yayınları, Ankara, Sayı:47-2, Aralık Ocak 1983-84. –“Mehmet Gündüz” takma isimdir, Metin Çulhaoğlu’na göre Gündüz’ün açık adı Gün Zileli’dir).
Gerçekten de hem Kanat, hem Gündüz açık olarak Murat Belge’yi Althusser’i anlamamakla suçlamışlardır. Ancak okuma özürlü entelejansiyamız, medya batağına battıkça, Murat Belge’nin neyi okuyup neyi doğru anlattığı bir kenara, neyi tanımlayıp neyi tanımlamadığına bile dikkat etmez biçimde derin bir hipnozla Belge ve tilmizlerini takip etmişlerdir. Kısacası, Belge’nin tanımsızlıklarına ve kuramsal karakuşîliklerine sadece kültür ve popüler kültür konularında rastlanmaz. Kanat ve Gündüz’e katılmakla birlikte, ek olarak ben Belge’yi tutarsızlık, pragmatizm ve kuramsal/kavramsal/tanımsal yanılgılar içinde biri olarak tanımlıyorum. Ne yazdığını bir daha okumayan ve Allah ne verdiyse, kuldan esirgemeyen biri Belge.”
(Yukarıdaki alıntıların yer aldığı yazı ilk önce Internette dorduncukuvvetmedya.com ve haber3.com’da 2004’de yayınlandı, daha sonra, Medya Popüler Kültürü Gizler [Karakutu Yayınları, 2006] kitabımda. Murat Belge’nin kavramları nasıl kullandığını bilmek isteyenler, tamamını, http://vistilefakademik.blogspot.com/2005_08_07_archive.html linkinden de okuyabilirler. Bu yazıyı anlamak isteyenler ise mutlaka okumalıdırlar.)
****
Yeter mi?
Yetmez ama, benim asıl aklımın yetmediği, velut bir okur-yazar cahilin nasıl olur da, babasının açtığı yolda ilerleyerek arkasından binlerce genci harab ve bitap düşürmesine ve kendi çevirdiği Marksizme ait bilimsel yapıtları, “humanities” ile bulamaçlı birikimiyle anlamamış olmasına karşın Türkiye’de Marksizm deyince hemen ilk O’nun akla gelmesinin, girdapların efendisi Murat Belge’nin oy açısından tevecühüne mazhar olamamış “meddah tadında bir dili olan’a” kadar anlaşılmamış olması? Anlayanları tenzih ederim ama Ali Şimşek’in ileri sürdüğü “aydın sosyolojisinin nesnesi” falan değil Belge. Sırrı Süreyya’nın belirttiği “sömürge aydını” bile değil. O sadece, zamana zaman zaman duruma göre ruhunu üfleyen tanınmış bir tanımsız. Babasının izinde.
Burası Türkiye; “gevrek gevrek” konuşarak mitlerin çözüldüğü, üç dört kalem darbesi ile putların yıkıldığı memleket; Marksizmi de ona göre olacak tabii ki ve bayrağını da Belgeler taşıyacak.
Bayrağı taşıyanlar eleştirilmez. “Kitab” yazmadan bayrağı taşıyanlar zaten eleştirilmez; literatürde yeri yoktur; yazanları ise çözmek ve yıkmak zor ve uzun emek ister. Konumuz Murat Belge üzerinden Türkiye Marksizmi; “çözüldüğü” söylenen “mit” ise Burhan Belge’nin oğlu. O’na “Sırrı” kadarı yeter mi? “Evet, ama” falan değil; hayır, yetmez! O’nun sırrı babası.