Ülke siyaseti çok garip bir süreçten geçiyor. İlk defa bir şafak operasyonunda ‘muhalif’ olmayan iktidar sahibi kişilere emniyet yolu gözüktü 17 Aralık’ta. Hem de ne gözükme ! 700 tane polisle , hem de bakan evlatları toplandı bu sefer. Oysa ki alışmıştık bunların öğrencilere işçilere, avukatlara, eylemcilere olmasına. Kıra döke emniyete götürülen onlardı sabahın 5 buçuğunda, bir otobüs dolusu polisin, gençleri ‘’ marjinal terörist’’ ithamıyla karakola çekmesine. Ama o sefer garip bir şey oldu. AKP ile Cemaat arasındaki öncesinde ufak küsüşmelerle başlayan serüven 17 Aralık sabah 05.30 itibariyle artık somut bir politik kavgaya dönüştü. Bu sefer ne İçişleri Bakanı çıkıp dedi ’polis görevini yaptı’ diye , ne Başbakan çıkıp dedi ‘polisimiz destan yazdı’ diye. Devlet katında bizzat AKP eliyle kurumsallaşan cemaat, AKP’nin bürokratik kadrosuna ve yandaş sermayesine karşı güçlü bir taarruza imza attı. Frankestein misali..
Kanımca bu olay başta AKP seçmenleri için kabak gibi görünmesi gereken ama başından biraz kafa karıştırıcı bazı sonuçları ortaya çıkardı. Çünkü AKP seçmeni; ‘Cemaati ve AKP’ yi şimdiye kadar paydası din olan yekpare bir bütün olarak kabul ediyordu. 17 Aralıktan önceki son sürtüşmeler biraz şüphe bırakmıştı, ancak o son olay tüm zihinleri allak bullak etti. ‘’Paralel devlet’’ vs. gibi taarruza karşı mukavemet tabirleri üretilene kadar bir müddet herkes sessiz kaldı.
Ancak AKP’ nin oy deposunun bir sirkülasyon geçirmesi olağan gözüküyor. Çünkü AKP seçmeni şimdiye kadar Cemaat-AKP ittifakına ‘dini temsil ‘ eden çok kutsal bir ittifak gözüyle bakıyordu. Şu anda karşı karşıya olan bu iki kutbun tüm güçleriyle dini motiflere sarılması ve daha dindar olduğunu halka ispatlamaya çalışması bu ittifakın çözülmesinin bir başka sonucu.
Hem Antikapitalist Müslümanlar hem Sosyalistler ve rasyonel tüm muhalefet dinamikleri defalarca uyardılar: ‘ Bunların dünyalık dışında derdi yok , ekonomik ve siyasi iktidar dışında , kendi sermaye gruplarını oluşturmak dışında dertleri yoktur’ dedi. Kapitalizmin din ile olan ilişkisi araçsal bir ilişkidir , din kendisini kapitalizmden arındırıp , ezilenler için bir muhalefet dinamiği haline gelmedikçe , egemenlerin dini bu araçsallıktan öteye gitmez dedi. Bu ittifak çözülüşü bu tezlerin doğruluğunun başka bir nişanesidir. Dini ezilenler lehine okuyanların politik tezleri bu süreçten yarasız beresiz çıkmıştır.
Bu ittifakın (Cemaat-AKP ) geride bıraktığı 10 yılı aşan ortak geçmişine bir göz atalım. Öncelikle yıllarca darbe karşıtlığı söylemi üzerinden 12 Eylül’den kalma tüm antidemokratik yasaların avantajlarını sonuna kadar kullandılar, eskinin başka bir tezahürü olarak eskiyi sorguladıklarını iddia ettiler. 12 Eylül’den kalma siyasi partiler yasasına dokunmadılar , toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa dokunmadılar. Bir kurumdan Kemalistleri atıp yerine kendi adamlarını sokup , Kemalist devlet geleneğini aynen devam ettirerek statükoculuğu bertaraf ettiklerini insanlara enjekte ettiler. Ama Kemalist bürokratik aygıta kendi adamlarını yerleştirip , onun tepeden şiddet uygulamalarını aynen sürdürmek dışında 12 Eylül’ün ve Kemalist devlet aygıtının içerisinde hiçbir kurumsal değişiklikte bulunmadılar. Ezilenlerden yana olanların tüm bunları teşhir çabaları hükümetin cemaatle yekpare olan güçlü yandaş propaganda aygıtlarına, medyalarına çarpıp geri döndü. AKP seçmenlerine ulaşmadı. Tabi tabandan olan emekçi seçmenlerinden bahsediyorum. Algısı bulandırılmış iyiniyetli seçmenden bahsediyorum. Kendi sermaye grupları şişerken, yıllarca özelleştirmelerle kamusal hakları eğitimi sağlığı barınmayı özel sektöre devrettiler. İşsizlik ve ücretlerin düşmesi aldı başını gitti. Halkın kazanılmış ne kadar ‘sosyal güvencesi’ varsa hepsi itinayla budandı. İşçilerin en büyük güvencesi olan ‘Sendikalı olmak’ anayasal bir hak ve kural haline geleceğine , istisnai bir hal aldı. Sendikalıyı işten atmayan patrona patron denmez oldu. Kamuya ve halka ait olması gereken ne kadar doğal ve beşeri kaynak varsa hepsi bu ittifaktan yana sermaye gruplarının daha fazla semirmesi için onların hizmetine sunuldu. İnşaat firmaları şişerken , işçilerin tek güvencesi olan kıdem tazminatı fona devredilmek adı altında kaldırılmaya kalkıldı. ‘Asgari ücret tespit komisyonu’ 4 kişilik bir aile günde 8 zeytinle doyar mı diye kılı kırk yararak hesap yaparken , halkın üzerinde halkın vergisiyle alınmış biber gazı deneyleri yapıldı. Kısacası zenginler Müslüman(!) İşadamı kimliğiyle semirirken fakirler daha da fakirleşti. Sermayenin bölgesel yayılma iştahı yüzünden ülke savaşın eşiğinden döndü. Ve onlar her seferinde mustazafları (ezilenleri , emekçileri ) ‘’ din ahlak ve maneviyat ‘’ paydasında olduklarına , kutsal amaçlar için mücadele ettiklerine güçlü propaganda aygıtları ve medyaları sayesinde inandırdılar. Her eleştiri sesinde de insanlara eskiyi hatırlattılar: ‘’ O günlere dönmek ister misiniz biz sizi onlardan, darbecilerden kurtardık’’ dediler(Sanki eskilerden bir farkları varmış gibi…) Onlarında birer sermaye sözcüsü , birer dünyalık avcısı olma gerçeklerini bulandırmaya çalıştılar. Ve yaptılar… Peki şimdi ne oldu? Bu kutsal yüce din uluları mustazaflara sürekli geçici diye empoze ettikleri ‘’dünyalık’’ uğruna birbirlerine girdiler. Hem de ne girme. Kavganın da bir ahlakı olmalı… Siyasi ve ekonomik çıkar çatışmaları derinleşene kadar birbirlerinin yolsuzluklarına ses etmediler. Halbuki her eleştirene her protesto edene ‘marjinal – terörist –vandalist’ damgası vururlarken durum böyle değildi. Şimdide birbirlerini suçlama yarışına girdiler. Kaset , ses kaydı paylaşma ve paralel –derin devlet ithamı yapma yarışına girdiler ? Her şeyden bihaber halkın gözünde tabir-i caizse içerisinde din ve mustazaflar(ezilenler) olmayan bir evliyalar (!) savaşı yaşanıyor.
İktidar bir yandan paralel devlet ithamlarıyla ortaya dökülenleri halk gözünde meşrulaştırmaya çalışırken ,aynı şekilde diğer cephede ardı arkası kesilmeyen zamanında göz yumduğu şeylerin belgelerini yayımlıyor. İktidar zaman zaman gelişmişlik ve kalkınma üzerinden insanların kendi sınıfsal konumlarına yabancılaşmış suni gururlarını okşarken , tüm gücüyle de dini argümanlara sarılıyor. Her bir köşeye sıkışmada çekilen Bismillah’ların sayısı, ahlak ahkamlarının sayısı artıyor. Mitinglerde kullanılan dini motifler tavan yapıyor. Din tersyüz edilip resmen bu savaşın taraflarının ihtiyaçlarına göre yeniden tesis ediliyor. ‘’Eyyyyy’’ diye söylenen hitap tarzları her yanı kaplıyor. Tabi diğer cenahta tüm gücüyle beddua ederek daha dindarlık konusunda ondan geri kalmadığını ve bu siyasal konumu hak etmediğini belirtmeye çalışıyor ? Peki ne uğruna ? Din uğruna mı? Her iki tarafınki de ? Sanmam.
Şimdi bir yanda Cemaat’in işveren örgütü , diğer yanda iktidarla iç içe olan işveren örgütleri ellerini ovuşturuyorlar. Geleneksel burjuvazi Tüsiad’da pusuda. Eski politik mevzisini kazanmak için kılıcını biliyor. Bir yandan da halka daha kolay plastik mersi sıkılacak Tomavari toplumsavar araçlar yaptıkları medyaya düşüyor. Kısacası mustazaflar bu savaşın tamamen nesnesi durumundalar. Sosyal hakları , sendikal hakları , ücretleri , sosyal güvenceleri gün geçtikçe budanıyor. Ve bu iktidar sınıfları arası savaşın çıktığı nokta bunlar değil.. . Ezilenlerin bu vaziyetleri konusunda egemen klikleri birbiriyle mutabıklar! Ebuzer’inkinden ziyade Belam Baura’nın dinine uygun olarak çözümlenmiş bu mesele. Ama bir yandan da bu iktidar sınıflarının mustazaflara ihtiyacı var, onları işgücü ve oy deposu yapmak için. Peki mustazafların neye ihtiyacı var? Bu kutsal (!) savaşta bunu söyleyen ve böyle bir derdi olan beri gelsin!
Her gün sokaklardaki mendilci dilenci çocuk sayısı artıyor, 80 yaşındaki teyzeler yalvarır gözlerle yanımıza yaklaşıyor. Tecavüzler , kadın cinayetleri artıyor , toplumsal çürüme ve bunalımın en temel belirtileridir bunlar. Neoliberalizmin marifetleridir. Var mı bunları dillendiren? Küresel kapitalizmin tavuğuna kışt diyen ? Var mı daha dindar olduğunu ispatlamaya çalışan sevgili din ulularının arasından bu durumdan rahatsız olan? Gördüğüm kadarıyla daha çok borsanın iniş çıkışı, döviz kuru ve müteahit işleri daha revaçta bu din (!) katında.
Burada sermayenin bir niteliği daha ortaya çıkıyor. Kapitalizm bir coğrafyaya girdikten sonra o coğrafyanın tüm değerlerine sirayet eder, içine nüfuz eder, tahrip eder ve kendi meşrebine dönüştürür. Kendi istediği şekle sokar. Ancak kendisinin (sermayenin) ne dini ne felsefi ne ahlaki bir kaygısı yoktur. Tek kaygısı en az maliyetle en yüksek KAR elde etmektir. Ve farklı ülkelerin burjuvazileri (sermaye sınıfları) , birbiriyle işçi ve emekçilere karşı bir şekilde (ancak onların değer yargılarını kendi ihtiyaçları yönünde biçimlendirmiş şekilde ) ittifak halinde birbirleriyle rekabet ederler. (‘Kalkınma , gelişme, büyük Türkiye dedikleri ‘ budur. Yoksa mustazafların yaygın sosyal hakları değil. ) Ve bu rekabeti işlevsel kılmak ve süreklilik kazandırmak içinde kendi halklarına kendi nüfuz ettikleri afyon dinini tekrar üreterek sunarlar. Bu şekilde kendi varlıklarına mustazaflar nezdinde meşruiyet kazandırırlar. Eğer dikkatli bakarsak cemaatle iç içe olan sermaye örgütüyle , iktidarla iç içe olan sermaye örgütünün son 10 yılda ittifak halinde kazandığı mevzi ve imtiyazlarla , mustazafların sosyal haklarının birbiriyle ne kadar ters ilerlediğini görürüz. Yani bir müminin her iki tarafla ilgilide uhrevi hayallerinin yıkılması için bir Ebuzer’in yaşamına bir de şimdiki AVM-afyon dini (sermayenin tersyüz ettiği din ) ittifakına bakması yeterlidir. Çünkü bir ittifak ne konuda oluştuysa , çatışmada aynı konudaki ihtilaflardan çıkar. Yani dünyalık meselelerden. Politik-ekonomik iktidarın tadı her seferinde baskın gelir ki, genelde bir abdestli kapitalistin mallarına tedbir konması ona bir mazlumun ahından daha korkutucu gelir. Ekonominin dine nüfuzu ve onu kendi suretine sokmasıdır bu.
Tıpkı geleneksel Kemalist burjuvazinin politik ve ekonomik mevzilenişi gibi ilerlemiştir bu süreç. Sosyal hakların budanması , neoliberal politikaların hayata geçirilmesi ve sınırsız polis şiddetiyle. Yani bir tip Neo-Kemalizm olarak.
Gerçekten de aklı selim bir seçmenin kafasının karışacağı bir zemin var ortada. Hele ki bu cemaat-iktidar ortaklığının zemininin ve ortaklığının din paydası üzerinden kurulduğuna inanıyorsa bu seçmen daha da zor durumda. Çünkü her iki tarafta daha fazla dindar olduğunu seçmene kanıtlamak için çırpınıyor. Ancak yardımcı olacaksa bu iyi niyetli seçmene kendisine şu soruları sormasını öneririm : ‘’Bu insanların anlaşamadığı konu Ayet değil Hadis değil, imanın şartları değil , abdest veya sünnet değil , Kitap değil Peygamber değil. Peki bunlar hangi konularda anlaşamıyorlar? Sakın yoksula ‘’haklarını aramamaları’ için zerkettikleri ve ‘geçici ‘ dedikleri dünyalık için olmasın ?’’
Tüm bunlara karşı Kuran’ında bir ekonomi politik hükmü vardır. Ve tavrını egemen çarktan yana koymaz. ‘’ İhtiyacın olanın fazlası kenz(ateş)tir ‘ der. Peki bu ayete göre bu bol din argümanlı savaş kenzleri paylaşma savaşı değil midir? Bilinmez (!).
İslam tarihinden Ebuzer El Gaffari’yi hatırlıyorum. Mal yığıcılara, saray yapıcılara, aristokrat yetiştiricilere karşı sözlerini hatırlıyorum. Ve din kisvesiyle yapılan küresel ve yerel Sermaye politikalarına bakıyorum…Dine karşı dini görüyorum… Rant-iktidar- maddiyat hırslarının en kutsal din duygularını Marxın sözündeki gibi burjuvazinin ve onun politik sözcülerinin kendi çıkarlarının buzlu suyunda eritilişlerini görüyorum. Ve uyan diyorum… İşçiler, köylüler, kadınlar, mendil satan çocuklar , ilaçsızlar, tüm mülksüzler ve mahrumlar… Uyan… Ve kanma egemenlerin bu din kisveli ekonomi politik savaşlarına… Senin dinin sana, onların dini (!) onlaradır…Senin kendi politik çizginde başka olmalıdır.
Senin politikan sana , onların politikası onlaradır…
Not: Son olarak bu yazı yayınlanmadan önce Berkin Elvan’ın hayatını kaybettiğini haberini aldım. Tüm bu kaset ve iktidar savaşlarının arasında bizim yüreğimizi yakan , içimizi kıyan bu haber , bir masum canın daha, bir çocuğun daha gidişi Kenz savaşlarının taraflarını ne kadar etkiler bilmiyorum (!).
Ancak medyada bu haberin bu çok çok büyük (!) iktidar savaşlarının gündeminde bir küçük haber olarak kestirilip geçileceğini kestirebilmek hiçde zor gelmiyor. Berkin Elvan’ın failleri bulunsun , Abdullah Cömert’in failleri bulunsun demekte suya yazı yazmak kadar etkili olabiliyor. O zaman şu kadarını söylemekle yetineyim : değil failini bulmak bu insanların ailesine başsağlığı bile dilemeyenlerin kaseti olsa ne olur olmasa ne olur ?
Diğer taraf paralel olsa ne olur kırkgen olsa ne olur ?
Bu çocuk bu sabah öldü ve bu bir seçim mitinginin bile ertelenmesine sebep olmayacak.
Tablo bu iken çıkıpta hiç kimse insanlara , halka dinden bahsetmesin!
İhsan Eliaçık hocanın tarihten esinlenerek kitabına koyduğu ‘’bana dinden bahset’’ isminin tersine, Berkin Elvan daha o yaşında gaz fişeğiyle vurularak öldürülmüş ve failleri dışarıda yakınları olay çıkarmasın diye kendini güvenlik önlemi almaya yetkili görürken; Ve bu sizin yoğun kaset savaşı ve iktidar savaşı gündeminizde arpa kadar değeri olmayan , medyanızda da örtbas edilen bir durumken; SAKIN BANA DİNDEN BAHSETMEYİN!