Feridun Düzağaç’ın yeni stüdyo albümü “Başka” adıyla yayınlandı. Farklı enstrümanlara kapı araladığını belirten Düzağaç “Eski şarkılarımla alakalı yarattığım bir kâbus var. Beğeni eşiğim çok yüksek. Burada da sadece o eşiğin üzerindeki şarkılar duyulsun istedim” diyor.
1996 çıkışlı ilk albümde yer alan ‘Beyaz’ ı yeniden yorumlamışsınız. Bu fikre nasıl ulaştınız?
Seneye kariyerimin 20. yılını kutlayacağım. Bunu hatırlatmak için “Beni Rahatta Dinleyin”den bir şarkıyı tekrar düzenlemek istiyordum. Aklımda “Buralar Soğuk” vardı, çünkü o şarkının sözleri hem benim bohem dünyamı aktarır, hem de bugüne dokunur. Ancak eşzamanlı Oya Erkaya Arman “Beyaz”ı düzenlemişti. Albüme de onu aldık.
Peki, müzikteki 20. yılına dair özel bir planınız var mı? Soruya şunu da ekleyeyim: Geriye dönüp baktığınızda tüm o süre içinde yaşadığınız kırılmalar, dönüşümlerle ilgili neler dünüşüyorsunuz?
20. yılımda bir şeyler yapmak istiyorum, evet. Arada kalmış, pek öne çıkmamış parçaları bir araya getirmek fikri var aklımda, fakat henüz net değil hiçbir şey. Gerçekten uzun bir süre. Diğer çalışmaları bir kenara bırakırsak tam 9 stüdyo albüm ürettim. İlk ikisi benim için bağımsız sinema tadındaydı. “Orjinal-Altyazılı”yı ilk albümüm sananlar oldu. Bu biraz üzdü beni, ama ardındaki dönemde konserlerimiz çoğaldı. Daha fazla insana dokundu şarkılarım. Bu da mutluluğumdu. Zaten tüm o olup bitenler içinde benim tek oksijen çadırım konserlerim oldu.
Şimdiye dönersek yeni uzunçalarınızda “Başka” adlı bir şarkı yok. Farklı bir Düzağaç hakkında vermek istediğiniz bir mesaj mı bu?
Başka bir müzik var, evet. İsmimle beraber akla gelen donelere itirazı var bu albümün. Sanki müzikleri bir başkasına yaptırıyormuşum gibi beni sadece söz yazarı olarak tanıyanlar var. Buna karşı duruyor “Başka”. Şarkıların içindeki efkârı sadece sözlerle anlatmak yerine alışılmadık enstrümanlara da alan açıyoruz. Sadeyiz. Albümün parolası şu aslında: Daha az söz, daha çok müzik.
Albümün oluşum sürecinde neler yaşadınız?
Beni fiziki olarak en çok yoran albüm oldu bu. Ata Akağ’a ait ‘Olmasaydın’ ve ‘Sorma’ adlı iki şarkının dışındaki sözlerin birçoğu “hiç değilse kızıma hatıra kalsın” diye yazdığım notlardı. Aslında Mayıs 2014 itibari ile tamamladığım şarkılar var içerikte. ‘Kül’ bunlardan biridir. Parçaları piyasaya sürmek içinse epey bekledik. Üzerlerinde tekrar tekrar kafa yorduk.
Geri dönüşler nasıl peki?
Bir önceki albüm “Flu”dan herhangi bir şarkıyı hitleştirememenin hüznünü yaşamıştım. Bu olumsuzluğu ‘Başka’da yeniyoruz galiba. Henüz video klip yok ortada, ama iyi tepkiler alıyorum. Bu da beni rahatlattı ve çok mutlu etti. Yeni albümü izleyen ilk konserde eskilerden bir parça istenmesi şarkı yazarının intiharıdır. Seninle geçen yıllarda da konuşmuştuk bunu. “Başka”nın gördüğü ilgi bu açıdan önemli.
Burada 10 şarkı var, ama ikisinin alternatif versiyon ve birinin de tekrar yorum olduğunu düşünürsek 7 yeni parça duyuyoruz. Feridun Düzağaç albümleri için beklenmedik bir sayı değil mi bu?
Bugüne kadar hep “Feridun’un kafasındaki ilk 11” olarak servis ettim albümlerimi. Lanet olası futbola düşkünlüğümün bir yansımasıdır bu. (gülüşmeler) En sevdiğim şarkılarımı da 10 numaraya koydum. Evet, burada farklı bir yol izliyorum. Eski şarkılarımla alakalı kendi kendime yarattığım bir kâbus var. Beğeni eşiğim çok yüksek. Bu bir müzisyenin kıvanç duyması gereken bir şey, ama ben bunu hayatımdaki diğer tüm değerlerde yaptığım gibi bir kâbusa çeviriyorum. Bu yüzden de ‘Başka’da sadece o eşiğin üzerindeki şarkılar duyulsun istedim.
’Flu’ için görüştüğümüzde “dünyanın en neşeli parçasını da söylesem insanlar yine acı çekecekler” demiştin. Bu algıyla barışabildiniz mi?
Aslına bakarsan böyle kodlanmış olmayı seviyorum. Sosyal medyada öznesi olduğum espri formatları bile var bu konuyla ilgili. Hoşuma gidiyor, ama doğru değil. Bir kez olsun konserlerime gelmemiş insanların çıkardığı espriler bunlar. Yani ben ve dinleyicilerim garip mekânlarda ayinler düzenliyoruz gibi bir algı var. Tahmin edersin ki bu da doğru değil. (gülüşmeler)
Sosyal medya demişken oradaki linç kültüründen nasibini alanlardan birisiniz. O cenahtaki çıldırış halini neye bağlıyorsunuz?
İnsanlık hallerine. Muhakeme yeteneğini kaybetmiş ve aklı tutulmuş bir sosyal medya var. Toplumdaki genel tavır bu çünkü. Sadece oraya mahsus değil bu hal. Ayrıca şunu belirteyim benim kişisel olarak gördüğüm yersiz tepkilerin büyük fotoğraf içesinde pek kıymetiharbiyesi yok. Artık ölümlere dair üzüntüler bile kutuplaşmalara göre belirleniyor. Senin cenazen, benim cenazem deniyor. Zaten uzun bir süredir bu ülkede her olayın iki doğrusu var.
Gezi’yle birlikte toplumdaki kıvılcımlar popüler müzikte de karşılık bulmaya başladı. Kendi adınıza bu sirayete mesafeli durduğunu düşünüyor musunuz? “Ben sokağın, sokaktaki insanın şarkısını yazamadım hiç” diyorsunuz. Bu bilinçli bir tercih mi?
O sulara çok fazla girmek istemedim. Kendi tarihime, dönemime not düşmek için yazmak gerekliliğini hissettim aslında, ama bunun için öfkeye ek olarak gerilime ihtiyacım vardı ve tüm bunlar beni paralize eden bir durumdu. Belki de bu yüzden başaramadım.
Siyaset müziği günah keçisi ilan etti
Ülke gündemi sanat yaşamında bir baskı refleksi üretti. Müzikte de bundan söz edebiliriz. Neler düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu baskıya alışma durumu tehlikeli. Ben de bunun içerisindeyim. Örneğin böyle bir atmosferdeyken bir albüm yayımlamak konusunda çok kararsızdım. Memleket gündeminin buna ne kadar fırsat verdiğinden emin değildim açıkçası. Siyasi partilerin tavırları da bu baskının derecesini yükseltiyor. Onların sağlıksız bir biçimde müziği tamamen günah keçisi ilan edip kendi mitinglerinde dahi çalınmayacak derecede müziğe başka anlamlar yüklemelerini doğru bulmuyorum.