Hayatımızı kolaylaştırmak için teknik her zaman faydalıdır. Lâkin önemli olan, tarihsel bağlamda tekniğin gücüne kimlerin sahip olduğudur. Bugün akıllı makinelerin yaratıldığı dördüncü teknolojik devrim çağındayız. Lâkin akıllı makineleri yaratan insan zekâsı, eğer onları insanlığı daha iyi sömürmek için kullanan zalim güçlerin eline bırakırsa, kıyametin başlayacağı bir çağa giriyoruz demektir. Özel mülkiyetin ya da devlet mülkiyetinin güdümünde olmasının fark etmediği kapitalizmin, artık bir dünya sistemi olduğu ve oyunu tek başına tasarlayan, tek alternatif olma başarısının kodlarını gizleyebildiği aşikârdır. Eğer kapitalizme karşı sarsılmaz bir alternatif yaratamazsak, devasa kentler ve üretim alanlarıyla, doğa tahribatın ve kitlesel yanılsamaların mimarı olan kapitalizm, yakın gelecekte de, yeryüzünü yok edecek birincil güç olmaya devam edecek.
Çarpık sisteme karşı alternatif yaratma mücadelemiz, aptalca ve durup dururken bir kutuplaşma yaratma hevesi değildir. Elbette iyilik ve kötülük, ışık ve karanlık, varoluşları gereği asla uzlaşamaz ve biri var olmadan diğeri var olamaz. Kapitalizmin sürdürülebilir bir sistem olmadığı aşikârdır ve ona karşı uygulanabilir, gerçekçi, alternatif bir çözüm oluşturmak, bir insanlık onurudur.
Her teknolojik devrimden sonra, büyük bir işsizlik dönemi başlar. İşsizlik, bilgeler açısından her geçiş döneminde olumlu bir değişime neden olabilecek bir lütuf olarak algılanır ve biz buna, ‘her şer de bir hayır vardır’ deriz. Kötülüğün içinden iyiliği çıkarmak bilgeliktir. Kurnazlar açısından ise işsizlik, lânetli yüksek kâr marjının daha da yükseltilmesini sağlayan ve soylulara bağışlanmış, özel ve seçkin bir lütufdur.
Fabrikaların, robot ve bilgisayarların katılımıyla otomasyona bağlanmasıyla başlayan teknolojik işsizlik sorunu, insan emeğinin yerini makinelerin almasından kaynaklanmaktadır. Tüm canlılar gibi insanların da hayatta kalmaya uyum sağlayacak şekilde kodlanıp yaratıldığı ve hayatta kalmanın bir yolunu her zaman bulabileceklerine inanmamız gerekir. Her teknolojik devrimin ardından, insanların makinelere ve teknolojiye ayak uydurabildiğini, makinelerle bağ kurup işbirliği yapabildiğini görmekteyiz.
Ancak bu sefer işler oldukça karmaşık ve daha zor. Çünkü geçmişte makineler, bedenlerimizin dışındaydı, fakat bu sefer insanların makinelere bağlanması ve teknolojinin hayatlarımızı kuşatması, çok daha faal ve etkin bir hale getirilmektedir. Demek ki insanların bu akıllı makinelerle kuracakları bağ konusunda bir zihniyet devrimi yaşamaları gerekmektedir.
Robotlar zor işleri yaparken, insanların yaşam masrafları da neredeyse sıfıra inecektir. Devasa devlet ve belediye bürokrasisi en aza inecek ve uzun zaman alan çeşitli projeleri yürüten milyonlarca hükümet çalışanının, hükümete verdikleri israflar azalacaktır. Buradaki en önemli bir risk ise, tasarım ve iş üreten makinelerin, çalışma alanlarına inmesiyle, zalim iktidarların, insanları lüzumsuz varlıklar olarak görmesi ve dışlayarak baskı altına almasıdır. Çok zaman alan, yorucu ve sıkıcı birçok işimizi makineler pekâlâ yapabilir ve makinelerin bize sunduğu bu olanak, bizim kendimize zaman ayırmamızı sağlar. Ancak bu durum, bir tembelliğe yol açmamalıdır. Aksine hayata yenilikler, değişim ve dönüşüm katmak ve daha nitelikli ve duyarlı yaşamak için kendimizi geliştirmeye, hiç tereddütsüz devam etmemiz gerekir.
Makinelerin ve Paranın Dolaşımı
Akıllı makinelerin, insanlardan daha akıllı olması ve onları yönetmesi, insanlar istemedikçe mümkün değildir. Lâkin bu makineleri ele geçirip kontrollerini ele alanlar, birbirinin tam zıddı olan kurnaz benciller veya fedakâr bilgeler olduğunda işler tersine döner. Kurnazlar, makineleri ve teknolojiyi, insanlığı yok edebilecek bir tehdit olarak kullanmak isterken, bilgeler; insanlığın ücretsiz sağlık, ücretsiz eğitim, ulaşım, elektrik, su, ısınma ve barınma, bürokrasi ve bilgisayar yazılım maliyetlerinin minimum seviyeye çekilmesi vb. noktalarda, insanlara yardımcı ve bir kurtarıcı olarak makineleri kullanmak isterler. Tüm bunlar, refahı adaletle bölüştüren ve insanların yaratıcı yönlerinin toplumda ortaklaştığı ahlâki ve vicdani bir zeminde hayat bulur.
İnsanlar, hayatları boyunca çalışıp bir ev, araba ve eşya sahibi olmaya şartlandırılmakta, hayatlarını bu uğurda harcamaktadır. İnsanları, özel mülk sahibi olmaya özendiren sanrılar yaratmak ve isterik arzuları tetiklemekten ziyade, insanların hayatları boyunca, belli bir standart içinde yaşayabilecekleri ev ve ulaşım araçlarını kiralamaları çok daha uygundur. Bu durum, insanların bu fani dünyada her şeyi bir emanet olarak kabul etmeleri ve mülke sahiplik gücünü Hakk’a bırakmaları gerektiğine ilişkin inancımıza da uygun düşmektedir. Sahiplenme güdüsünün kıskançlık ve kibir oluşturan, yıkıcı bir günaha yol açtığı ve esas cihadın, bu nefsi güdülere karşı verilmesi gerektiğinden hareketle, insanların gösteriş, ihtişam ve sefahatten uzak, mütevazi ve erdemli bir yaşam tarzını benimsemeleri, alternatif yaşamı yaratma mücadelemizin ilk hedefleri içindedir. İnsanların; kaynaklara ulaşım noktasında dayanışmacı, paylaşımcı ve ortaklaşmacı bir ekonomik modele uyum sağlamaları, geçmişte uçurum ve kutuplaşma yaratan servet ve mülk sorunlarını azaltacak ve insanlar arasındaki sınıf farkını giderek yok edecektir.
Paraya İhtiyacımız Kalmayabilir
Paranın bölücü bir etkisi vardır. Para temelli yaşamın, ufku sınır sız tüketim hırsına dayalı ve insanların nefsi isteklerini bir kara delik gibi yutan yıkıcı tahribatından kurtulmak ve para eksenli olmayan, dayanışma ve bölüşüm eksenli bir yaşam kültürü oluşturmak mümkündür. İnsanların zihninde mutluluk kaynağı olan ‘hediye verme kültürü ve yerel hediye ekonomisi’, hâlâ yok olmamış güçlü bir başlangıç zeminidir.
Paranın gerçek zenginlik olmadığı, kabul edilmesi zor, yakıcı bir gerçektir. Gerçek zenginliği yaratan toprak, ormanlar, hayvanlar, insanlar ve toplumdur. Parasız yaşanılamayacağı, bedeli ağır ve parçalanması gereken korkunç bir yanılsamadır. Paraya çılgınca âşık olan kapitalistlerin, dünyanın doğal kaynaklarını tüketen tahribat ekonomileri, akıl almaz boyutlara varmıştır. Hayatlarımız, delice bir yıkım ve talan içinde, saçma sapan nedenlerle tükenip yok olmaktadır. Bu zulme karşılık, toplumsal ekolojiyi ve eko-sistemi koruyan, adaletli bir kültür inşa etmek zorundayız. Hayatlarımızın, merkezi değerler sisteminin; paraya hükmedenlerin güç ilişkilerine bağımlı kılınmaktan kurtulması ve paraya hükmedenlerin yakıcı çemberinden çıkma bilincinin güçlenmesi, nihayetinde ahlâki ve vicdani bir sorumluluktur. Karşılıklı ortak iyilik, kamusal insani merhametin güçlenmesi ve insanlığın kardeşlik ve dayanışma bilincinin gelişmesini sağlayan, nitel bir dönüşüm inancı, barış içinde bir arada yaşamanın adaletli kültürünü oluşturmakta, bize yardımcı olacaktır.
Paranın gücü, artık ticaretle ve ticaret yöntemleriyle sınırlı değildir. Para 21. Yüzyıldaki ileri teknoloji bağımlısı endüstriyel toplumun kontrol mekanizması haline gelmiştir ve paraya hâkim olanlar, bütün insanlığı topyekûn köleleştirmiştir.
‘Mutlu yaşam’ olarak bize öğretilenleri bir an unutun ve paranın kuşattığı çemberin dışına çıkmayı bir düşünün. Modern hayatın tutkularından kurtulduğunuzda, hayatınızı özgürce belirleyebilmeniz için, para size ne kadar lazım olacak? Biraz düşündüğümüzde daha az paranın, daha fazla kişisel özgürlük anlamına geleceğini görebiliriz. Bu, özgürleştirici düşünceler, insan ölçeğinde başlayıp yerelden genele yayılabilecek ‘karşılıklı hediyeleşme ekonomisi’nin, stratejik bir güç odağı olmasına bağlıdır. Bu yola girmek için şiddete de gerek yoktur ve paranın yıkıcı gücüne karşı, sadece sivil bir itaatsizlik bilinci kazanmak yeterlidir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin nezaket ve zarafet içinde, nezih ve saf olmasını, ilişkilerin yapaylıktan ve riyakârlıktan kurtulmasını, gerçek mânâda isteyenler, insanlara olan bağlılıklarını gerçekten görmek ve göstermek isteyenler, hayatlarının amacının servet, güç ve bilgi istiflemekten ibaret olmadığını kanıtlamak zorundadırlar. Hayatımızın amacı, bunları biriktirmekten vazgeçmek olmalıdır. Dostluğu, kardeşliği ve ortak iyiliği biriktirmek hayatımızın amacı olmalıdır. Bu servet farklı bir servettir. İnsanlık için esas servet ve hazine budur. Bu hazineyi içimizde bulup açığa çıkaramazsak, kapitalizmin bataklığında kir pas içinde kalan ruhlarımız ve hayatlarımız, parçalanıp un ufak olmaya devam edecektir.
Aydın Mutlu Dinçoğul