Özer Akdemir
Ciddi paralar vererek aldığınız cep telefonlarınız birkaç yılda kullanılamaz hale mi geliyor. Bilgisayarlar, yazıcılar, tabletler bir süre sonra çalışmıyor mu? Her ay moda diye çeşitli giysiler, ayakkabılar, türlü ihtiyaçlar sosyal medyada, televizyonlarda gözünüze gözünüze mi sokuluyor? “Çevrenin korunması, atıkların azaltılması” bahanesi ile market poşetlerini bile paralı yapıp yurttaşın cebine göz diken hükümetin AB ve dünyada atık ithalat şampiyonu olduğundan haberiniz var mı peki?..
‘Planlı eskitme’
Atıklar ve geri dönüşüm konusunda çalışmaları bulunan Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkan Aktaş, kişi başına düşen milli gelir ile atık üretimi arasındaki ilişkiye bakıldığında ülkeler zenginleştikçe atık üretiminin arttığını söylüyor. Japonya gibi bazı ülkeler bu genellemenin dışında bir yerde duruyorlar. Aktaş, bunu Japonya’daki kültür ve minimalist bakışın ön plana çıkması ile açıklıyor. Atık üretimi ile ilgili yapılan projeksiyonlara göre 2050 yılına kadar atık üretiminin gittikçe artacağı öngörülüyor. Aktaş’a göre bu durumun temel nedenlerinden birisi “Planlı eskitme.”

“Planlı eskitme”yi bir ürünün kullanım ömrünün, üreticiler tarafından kasıtlı olarak sınırlı tutulması veya kısa sürede işlevsiz hale gelecek şekilde tasarlanması stratejisi olarak açıklayabiliriz. Üreticiler ürünü belirli bir süre sonra arızalanacak veya işlevini yitirecek şekilde tasarlayabiliyorlar. Bunun farklı yöntemleri var. Örneğin cep telefonu ya da bilgisayarlardaki kritik bir parçanın dayanıksız malzemeden yapılması veya onarımı zor olacak şekilde monte edilmesi bunlardan birisi. Belirli bir baskı sayısından sonra çalışmayı durduran yazıcı çipleri, pilleri kolayca değiştirilemeyen ve performansı düşen akıllı telefonlar gibi. Bir diğer planlı eskitme yöntemi ise ürün fiziksel olarak sağlam olsa bile, yazılım veya sistem güncellemeleri nedeniyle yeni standartlara veya aksesuarlara uyum sağlayamaması ile yapılıyor. Eski bir akıllı telefon modelinin, yeni işletim sistemi güncellemelerini alamaması veya yeni çevre birimleriyle (kulaklık, şarj aleti) uyumsuz hale gelmesi bu yönteme verilecek örneklerden. Son olarak da ürün fiziksel olarak tamamen çalışır durumda olsa bile yeni bir model veya tasarım piyasaya sürülerek mevcut ürünün “modasının geçmiş” veya “eski” olarak algılanmasının sağlanmasını da buna örnek verebiliriz. Moda ve tekstil endüstrisindeki sürekli değişen trendler; teknoloji firmalarının her yıl küçük tasarım değişiklikleriyle yeni “amiral gemisi” modellerini piyasaya sürmesi işte bu planlı eskitme yönteminin bir parçası aslında.
Asıl sorun görmezden geliniyor
Prof. Dr. Aktaş, tüketicileri beklenenden daha kısa sürede yeni bir ürün satın almaya teşvik etmenin, satışları ve şirket kârını artırmak amacıyla uygulanan bir endüstriyel tasarım ve pazarlama politikası olduğunun altını çiziyor. Aktaş; “İşte asıl mesele tam da buradan başlıyor; atık üretimini azaltmamız lazım ama sektörde özellikle planlı eskitme ile birlikte daha fazla tüketiyoruz, daha fazla üretiyoruz. Bu da daha fazla atık olarak karşımıza çıkıyor. Asıl sorun burada iken burayı görmezden geliyoruz” diyor.
Büyük firmalar göz ardı ediliyor
Atık üretiminin nedenlerine bakıldığında ülkelerin daha fazla büyüyebilmek için dünyayı daha fazla kirlettiği ortaya çıkıyor. “Aşırı büyüme isteği, aşırı kâr isteği doğal kaynakların azalmasına, daha fazla çöp birikmesine, daha fazla atık ortaya koyulmasına neden oluyor. Aktaş, “Karbon ayak izi, su ayak izi ile tüketicide suç bulunmaya çalışılıyor. Oysa asıl doğayı kirleten büyük firmalar göz ardı ediliyor. Bu yüzden de planlı eskitme konusuna çok cılız giriliyor. Yani evet, tüketicilerin tüketim kalıpları önemli ama tüketicileri bu kadar çok tüketmeye yönlendiren de tam da bu kapitalist sistem” diyor
Türkiye atık ithalatında dünya birincisi!
Peki, Türkiye atık üretimi ve geri dönüşümü ile ilgili ne durumda? Ülkemiz üretilen atıkların ne kadarını geri dönüştürebiliyor? Aktaş’ın ortaya koyduğu tablo hiç de iç açıcı değil; “Türkiye kendi atıklarını geri dönüşüm noktasında yeterince değerlendiremezken bir de Avrupa’nın veya dünyanın atıklarıyla uğraşıyoruz!”. Aktaş, Eurostat verilerine göre 2024 itibarıyla Türkiye’nin, dünya atık ithalatında ilk sırada yer aldığının altını çizerek; “Yalnızca Avrupa Birliği’nden 18 milyon ton atık ithal eden Türkiye, AB’nin toplam dış atık ihracatının yaklaşık yüzde 73’ünü tek başına almakta. Bu durum, Türkiye’yi küresel ölçekte de birinci sıraya taşımıştır” diyor.

Topraklarımız bu kadar değersiz mi?
2018 yılında Çin’in “yabancı atık yasağı” getirdiğini bundan sonra küresel atık akışının yön değiştirerek Asya’dan Akdeniz Havzası’na kaydığını aktaran Aktaş, “Türkiye Avrupa’nın başlıca atık hedefi haline gelmiştir. Ancak bu tablo, ciddi bir çevresel çelişkiyi de ortaya koymaktadır: Türkiye kendi atığının yalnızca yüzde 13’ünü geri dönüştürebilen bir ülke olmasına rağmen, dünyanın en büyük atık ithalatçısı konumundadır. Bizim topraklarımız bizim suyumuz bizim havamız bu kadar değersiz mi?” diye soruyor.
“Bir yanda geri dönüşüm altyapısı yetersiz, yerli atığın büyük kısmı hâlâ depolama sahalarına gidiyor. Diğer yanda ise Türkiye, ’geri kazanım’ adı altında yabancı atıkları ithal ediyor. Üstelik bunların önemli bir bölümü çevresel açıdan riskli plastik ve metal türlerinden oluşuyor” diyor.
Ucuz ham madde diye alınan atığın çevresel maliyeti çok fazla
Aktaş, ithal atığın sanayi için ucuz ham madde olarak görüldüğünü, ancak çevresel sonuçlarının çok ağır olduğunu belirterek, Adana, Mersin, Kocaeli gibi bölgelerde ithal plastik atıkların yakılmasının, toprak ve hava kirliliğini artırdığını kaydediyor.
Türkiye’de atık ithal eden firmaların ciddi para kazanmalarına rağmen doğru dürüst vergi vermediğini ileri süren Aktaş, ithal edilen bu atıklara özel bir verginin olmadığını, sadece bakanlıktan alınan “geri kazanım lisansı” veya “bertaraf izni”nin yeterli kabul edildiğini belirtiyor. Aktaş, bu sermaye kesiminin mercek altına alınması, bağlantılarının ortaya konması ve acilen atık ithalatının yasaklanması gerektiğini söylüyor. Günümüz siyasi ve hukuk düzleminde karşılık bulması neredeyse olanaksız istekler bunlar.
Birileri zengin, biz hasta oluyoruz!
Bu noktada akademisyenlere ve özellikle iktisatçılara çok iş düştüğünü ifade eden Aktaş, “Ne yazık ki geri dönüşüm adı altında biyokütle santralde yakılan ürünlerin çevreci olduğu söyleniyor. Düşünün Mersin’de bundan 3-4 yıl önce ardıçlar kesildi, biyokütle termik santralde yakılmak için” örneğini veriyor.
Aktaş son olarak şunları söylüyor; “Türkiye’nin artık çevreyle değil, vicdanla yüzleşme zamanı geldi. Kendi atığını yönetemeyen bir ülke, dünyanın çöpünü taşıyarak yeşil olamaz. Bugün birileri bu ticaretten zenginleşiyor, ama biz hastalanıyoruz. Bu sistem sürdürülebilir değil, adil hiç değil.”




