Koray R. Yılmaz
Cumartesi günü Samsun’da KESK’in organize ettiği “Geçinemiyoruz” mitingindeydim. Adana ve Samsun’la başlayan bölge mitingleri hızla devam edecek ve etmeli de… Bugünkü yazımda mitingin etrafında organize edildiği “söz” üzerinde durmak istiyorum. Sözün anlamını konuşmak… Sözü kendimce yeniden kurmak…
Bugün Türkiye’de milyonlarca insan benzer bir geçim baskısı, güvencesizlik, geleceksizlik, borçluluk, eriyen maaşlar, ertelenen ihtiyaçlar gibi ortak yaşam deneyimleri paylaşıyor. Bu ortak deneyim, ortak bir duygu üretiyor. Ortak duygu da ortak bir söz: “Geçinemiyoruz”.
KESK eylemlerinin öne çıkan söylemi olarak “Geçinemiyoruz”, tekil insanların sıradan bir yakınması değil, mitinge katılanları da aşan, toplumun geniş kesimlerinin ortak bir sözü olarak görülmelidir. Bugün “Geçinemiyoruz” sözü, markete giden emekçi için, kirada oturan genç için, üç işte çalışan anne için, borcu döndürmeye çalışan memur için, her gün asgari ücretle eve dönen işçi için ortak bir anlama sahiptir: “Bu düzen bize yaşam hakkı tanımıyor.”
Her ne kadar “Geçinemiyoruz” büyük oranda ekonomik çağrışımlara sahip görünüyorsa da bu söz bize, yalnızca aylık gelir-gider dengesinin bozulduğunu anlatmıyor, kanaatim onun daha fazla bir şey olduğu… “Geçinemiyoruz”, toplumun geniş kesimlerinin paylaştığı gündelik hayat pratiklerini, ortak sıkıntılarını, duygusal iklimini, gelecek kaygılarını ifade ediyor. Söz, daha derinde, Türkiye toplumunun bugünü yaşama biçimine ve yarına bakma kapasitesine tasallut eden bir dizi yapısal sorunun varlığına işaret ediyor. “Geçinemiyoruz” diyenlerin sesi, etkisi mitinglere katılanları çok çok aşan bir varoluşsal sıkışmanın ifadesi aslında.
Söz yalnızca bugünle de sınırlı değil. “Geçinemiyoruz” diyen kişi, aslında “geleceğimi kaybediyorum” demek istiyor aynı zamanda. Çünkü geçinememe, yalnızca bugünün koşullarını kötüleştirmiyor; geleceği de imkânsızlaştırıyor. Halbuki Ernst Bloch’un Umut İlkesi’nde tanımladığı gibi, insanı insan yapan şey yalnızca yaşanan ‘şimdi’ değil, “henüz-olmayan”a dair tasavvurumuzdur: gelecek için kurduğumuz düşler, beklentiler ve mümkün olanın ufku. Geleceğin ufku karardığında, yalnızca ekonomik yoksunluk değil, varoluşsal bir eksilme, bir umut yoksullaşması yaşanır.
İşte “Geçinemiyoruz” sözünün diyalektiği de burada yatıyor. Bu söz aynı zamanda geleceğe sahip çıkmanın bir arayışı, umut hakkının elinden alınmasına karşı bir itiraz olarak görülmelidir. “Geçinemiyoruz” hem bugünüm yok geleceğimi de kaybediyorum diyen insanın sesi, sözü, uyarısı, feryadıdır hem de kaybolan geleceğe değil, mümkün olana doğru bir çağrıdır.
Elbette “Geçinemiyoruz” sözü her şeyi bir anda değiştirecek sihirli bir formül değildir. Toplumsal dönüşüm, bir sözün kendiliğinden yarattığı bir etkiyle değil, uzun bir birikim süreci ve kalıcı örgütlenme çabalarıyla mümkün olur. Ancak bu söz, içinde yaşadığımız dönemin ruh hâlini kavramak ve toplumsal gerilimin yönünü anlamak açısından önemli bir gösterge sunuyor.
Bir ülkenin halini en iyi istatistikler değil, sokaktaki söz anlatır. Bugün Türkiye’nin başkaları yanında en önemli sözlerinden biridir “Geçinemiyoruz”. Ve bu söz basitçe bir yakınma değil, geleceğe yön verme çağrısıdır.




