Ahmet Yaşaroğlu
İki gün önce cumhuriyetin 102. yılı kutlandı. Doğal olarak cumhuriyet üzerine tartışmalar yapıldı, çeşitli görüşler içeren yazılar kaleme alındı. Modern anlamda cumhuriyet yönetimi tarihsel olarak burjuvazinin yükselişi, kralların ve soyluluğun tasfiye edilmesi -1789 büyük Fransız devrimi- gündeme geldi. Bu cumhuriyetin bayrağında özgürlük, eşitlik, kardeşlik yazıyordu. Halk tebaa değil, yurttaş, iktidar ise “gök yüzünden alınmış yetki” ile değil, toplumdan alınmış yetki ile temsil edilir oldu. Bütün halkın temsilcisi olduğunu iddia eden burjuvazi halkı yanına alarak, onun mücadelesi üzerinden iktidara gelmiş, ama bu iktidarın siyasi anlamda özgürlüğü sağlaması için daha birkaç devrimin -1848, 1871 Paris Kömünü vb.- yaşanması gerekmişti. Eşitlik ve kardeşlik ise hukuki olarak sağlanmış, ama sermaye ile emeğin, işçi sınıfı ile burjuvazinin fiilen eşit ve kardeş olamayacağı kanlı katliamlarla kanıtlanmıştı. Marx’ın tespitiyle ifade edilecek olursa cumhuriyet içinde sınıf mücadelesinin en gelişmiş haliyle yaşanabileceği bir biçim oldu. Doğuşunda cumhuriyet aynı zamanda demokrasi anlamına geliyordu ama süreç ve gelişmeler cumhuriyetlerin demokrasisiz de olabileceğini yeterince kanıtladı.
Bizde ise cumhuriyet bir kurtuluş savaşının zafere ulaşması sonucu, bu zaferi kazananların egemenliğinin ve prestijinin gölgesinde kuruldu. Süreç içinde saltanat ve hilafet kaldırıldı, cumhuriyet ilan edildi, dinin devlet kontrolüne alındığı laik bir sistem kuruldu. Padişahlık tasfiye edilmiş, ama büyük Fransız Devrimi’nden farklı olarak -feodal, yarı-feodal ilişkilerin tasfiyesi ve demokratikleşmenin temel koşullarından birisi olan toprağın köylülüğe verilmesi- toprak ilişkileri küçük değişimler dışında aynı kalmıştı. Bu cumhuriyetin bayrağında özgürlük, eşitlik, kardeşlik yazmıyordu ama sultanlığın ve yarı-teokratik yapının tasfiye edilmesi, var olduğu kadarıyla çeşitli kanatlarıyla burjuvazinin ve büyük toprak -ağalar ve beyler- sahiplerinin iktidara gelmesi tarihsel bir ilerlemeye karşılık düşüyor, giderek içerisinde sınıf çelişkilerinin olgunlaşacağı ve gelişeceği, siyasi demokrasinin dışlandığı, ama içinde demokrasi mücadelesinin gelişeceği koşulları nesnel olarak yaratan bir sistem kuruluyordu. “Cumhuriyeti bir türlü demokrasi ile buluşturamamanın” kısa tarihsel özeti böyleydi.
Erdoğan’ın başında bulunduğu, kendisini destekleyen büyük sermaye gruplarının, tarikatlerin, tüm gerici örgütlerin temsilci durumundaki Saray rejimi’nin uygulamaları doğal olarak cumhuriyet ve cumhuriyetçiler tartışmalarını beraberinde getiriyor. Cumhuriyetin geçmişteki “iyi ve güzel” günlerine dönüşünü savunan kesim ve akımlar cumhuriyete sahip çıkma iddiasıyla harekete geçiyorlar, çağrılar yapıyorlar. Bunların bayrağında da eşitlik, özgürlük, kardeşlik yazmıyor. Devletçi bir laiklik, ülkenin mevcut birliğinin ve statükosunun korunması, sözde emperyalizm karşıtlığı bunların sloganları durumunda. Saray rejiminin egemen laiklik anlayışına karşı uygulamaları, Kürtlerin hak talepleri bunların hedefindeki düşmanlar. Durum bu olunca laiklik mücadelesinin yanına güçlü bir biçimde ‘Türkiye’yi emperyalizmin güdümünde konfederasyona sürükleyecek bir sürece sokma’ argümanı ekleniyor ve politik mücadelenin ana ekseni böylece çiziliyor.
Politik mücadelenin ana ekseni böyle çizilince Saray rejiminin faşizmi egemen kılma adımları önemli görülmüyor, bu adımlar sistemin zaman zaman baş vurduğu uygulamalar olarak görülüyor. Böyle olunca işçi ve emekçi halkın birliğinin ve mücadelesinin karşısına, onların birlikte mücadelesini bölen ve parçalayan -laik, antilaik, Kürtlerin taleplerinin inkarı vb.- bir eksenle çıkılıyor. Ülkede ve onun yakın çevresinde gelişen ve asıl olarak ABD ve İsrail etkisiyle şekillenen tabloya karşı tepkiler şöyle şekilleniyor: Saray rejimi ve destekçileri yanlarına ülkedeki ve yakın bölgedeki Kürt üst sınıflarını da alarak dışarıdan müdahalelere karşı pazarlıkçı ve gerici bir pozisyon alıp, Kürt ve Türk halkının özgürlük, demokrasi, kardeşlik ve bağımsızlık taleplerini dışlayan bir çizgiyi uygulamaya çalışıyor. Bizim sözde cumhuriyetçilerde halkın demokrasi ve eşitlik taleplerini dışlayan, onun birliğini ve mücadelesini engellemeye çalışan, ama tüm kötülüğü dış kışkırtmalara bağlayan bir hatta ilerlemeye çalışıyorlar. Bunlara karşı emek, barış ve demokrasi güçleri ise başta Türk ve Kürt halkı olmak üzere ülkedeki tüm halkların birlikte mücadelesini örmeye çalışıyorlar, ancak bu mücadelenin ülkede özgürlüğü, barışı, kardeşliği, eşitliği sağlayabileceğini, dış müdahaleleri engelleyebileceğini, halkın egemen olabileceği bir cumhuriyeti kurabileceklerini savunuyorlar, bunun için mücadele ediyorlar.
Bu eksenlerin dışında kalan tereddütlü, tutarlılıktan yoksun, sallantılı kesimler de bulunuyor. Akılcı bir politik taktik bunlar kazanılamıyorsa da karşı tarafa geçmesini engelleyen, en azından tarafsız kalmalarını sağlayan bir taktik olacaktır. Bu mücadelelerin daha da sertleşeceği günlere doğru gidiyoruz. Son casusluk suçlamaları, televizyonlara keyfi bir biçimde el konulması, daha gerici ve faşist yasalarla rejimin tahkim edilmeye çalışılması bu yönde atılan adımların somut kanıtları durumunda. Ülkede genel olarak hakim olan kokuşmuşluk, çürüme ve yozlaşma futbol ilişkilerini de içine aldı. Bütün bu gelişmeler, işçi ve emekçi halkın birlikte mücadelesini örecek adımları atmak için daha fazla çaba göstermek gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.




