Demokrasi, halkın kendi kendini doğrudan yönetebilmesinden, birilerinin halkı, halk adına temsilen yönetmesine dönüştürülmüştür. Demokrasi, hem gönüllü, hem de zorba hiyerarşik işleyişi içinde barındıran, karma bir sistem halini almıştır. Artık bütün işleyiş mekanizmaları kurgulamaya hizmet eden, toplumu programlayan, bir gösteriye ve tiyatroya benzeyen bu demokrasinin hem aktörleri hem de seyircileri, ince manipülasyonların ve derin provakasyonların kontrolündedir. Öyle ki çok hassas algılarla, gönüllü köleliğe mahkûm edilen ve bir ağ gibi örülmüş bir kafesin içinde yaşayan insanlar, şartlanmalarını özgürlük olarak hissetmektedirler. Demokrasi alanı, özgürlükler alanı olmaktan çıkmış, en sinsi ve kurnaz oyunların oynandığı bir arenaya dönüşmüştür. Öyle ki günümüzün gösteri demokrasisi; artık en sefil ve bayağı algıların ve kurnaz kurguların denetiminde, en gaddar yönetim biçimi konumundadır.
Öte yandan halkın kapsadığı katmanlar ve halkın kimlerden oluştuğu konusunda tarih boyunca farklı yaklaşımlar oluşturulmuş ve halk kavramının içi genellikle farklı doldurulmuştur. Bu ise “sol” bir bakışla şekillenen “Halk Demokrasisi” kavramını bulanık, muğlak ve kırılgan kılmıştır.
Demokrasi, başlangıçta köle emeğinin tahakkümüne dayalı olarak, zora dayalı hiyerarşi ile buluşup kurulsa da, farklı aşamalardan geçerek gönüllü hiyerarşiyi de içinde barındıran ve gönüllü hiyerarşiye daha açık bir sistem olarak kurgulanmaya doğru bir süreç izlemiştir. Günümüzde de sürdürülen bu eğilimi artırmak, zora dayalı hiyerarşi ve otoriter anlayışların da işine gelmiştir.
Topluma ve tarihe gerçeği bütün çıplaklığı ve yalınlığı ile göstermek isteyenler, hiyerarşiyi zora dayalı bağlardan mutlaka yalıtmalıdır. Toplumsal bağlar, bütünüyle içsel ve tam anlamıyla gönüllü, samimi bağların hâkimiyetine bırakılmalıdır. Vicdani/ahlaki bağlar toplumsallaşma düzeyini belirlemelidir. Toplumsal adalet ve toplumsal vicdan en sağlam bir şekilde toplumsal yaşamda ete kemiğe bürünmelidir. Toplumun zenginliği “sahip olduğu” ve sürekli biriktirerek güçlendiği maddi varlıklarının gücüyle ölçülmemelidir.
Maddi zenginliğini diğer insanlarla bölüşüp paylaşmayan her topluluk, Allah’ın insanlığa eşit olarak bölüşmesi için sunduğu mülke el koyup, Allah’a şirk koşan topluluktur.
Özgürlükçü ve toplumsal adaletten yana mücadele yürüten bütün toplumsal örgütler, demokrasi anlayışlarında, hiyerarşik bir bakışa ve işleyişe yönelmeyi doğal karşılamakta veya hiyerarşinin üstünlük ve ayrıcalık yaratan otoritesini kabul edilebilir bir zorunluluk olarak görmektedirler. Hatta iç işleyişlerini saf bir bakış içeren “demoktatik merkeziyetçi” bir kavramla güncellemişlerdir. “Egemen Küresel Demokrasi” ağını/kafesini ören kapitalist güçler de kendilerini soldan destekleyen bu demokrasi hayranlığına içten içe sevinirler.
Öte yandan küresel zulümlerinin muazzam caydırıcılığı, halkların zihninde; mevcut sorunların “demokratik hukuk kuralları” içinde çözülebilirliğini ummak gibi bir yanılgının oluşmasını da sağlamaktadır.
Zulmü üreten, ürettiği bu sorunların nedenlerini ve kaynaklarını çok iyi bilir. Bilir ama zulmünü sürdürebilme araçlarını daha da güçlendirmekten bir an bile geri durmaz. Bugün de “Dünya Demokrasi Güçleri” denilen, kapitalist “hür dünya”, halkların kaderiyle alay etmeye devam etmektedir.
Bir bütün olarak “Hiyerarşik Demokrasi” alanı, hayatı temelde birbirinden çok farklı kavrayan gönüllü hiyerarşi ile zora dayalı hiyerarşi modellerinin, açık veya örtülü kapıştığı bir mücadele alanıdır. Hiyerarşinin özündeki bu farklılaşma, şekillendirdiği devlet ve yönetim biçimlerini de çok farklı mecralara götürmüş ve götürmektedir. Zorba hiyerarşiye karşı topyekûn, köklü bir mücadele bilinci oluşturmadan ve “yeni” hiyerarşik modeller oluşturarak sürdürülen her mücadele, ne özgürlük ne de adalet yolunu halklara açabilir.
Hiyerarşiye, zora dayalı bir öz kazandıran egemen sınıflar bloğu içindeki mücadele bir yanda ve hiyerarşiye, gönüllü bir içerek kazandırması gereken ve egemen güçlere karşı ezilen sınıf, ezilen cins ve ezilen tüm katmanların yürüttüğü çok yönlü mücadeleler diğer yandadır.
Birbirinin tam zıttı olan bu kesimlerin, mücadele ve örgütlenme tarzlarında uzlaşabilmeleri kimin işine yarar? Elbette egemenlerin işine yarar. Böylece egemenler karşısındakilerin kendine benzeyen yanlarını bilerek ve zaaflarını görerek, onlara karşı sürdürdükleri kuşatma ve talanı daha rahat devam ettirebilirler. Direniş güçlerinin, katı hiyerarşik bir örgütlenmeyi seçmeleri, örgütlenmede devlete öykünmeleri, insanlığın ölümcül hatasının devam ettirilmesi anlamına gelir. Çünkü zora dayalı hiyerarşi, insanlığın en ölümcül hatasıdır.
Özünde zor ve şiddet olan her hiyerarşik yapının biçimlenişinde, görünüm ve düzenlenmesinde, halkların özgürlük ve adalet mücadeleleri etkin bir rol oynar. Hiyerarşiyi yumuşatan, sorunlara daha ılımlı yaklaşarak çözümde şiddeti daha az kullanan farklı egemen hiyerarşik yapılar ve ılımlı halk kesimleri olduğu gibi, sorunlara çok daha köklü ve radikal yaklaşan egemen hiyerarşik yapılar ve onlara karşı daha radikal bir konum alan halk sınıf ve tabakaları da vardır. Elbette zora dayalı hiyerarşik ilişkileri, sahte demokrasi içinde daha da hâkim kılmak isteyen ve egemen güçlerin temel bir kesimini, katmanını oluşturan muhafazakâr tutucu zorbalar, çok daha sinsi, gizli, illegal, komlocu ve darbeci bir hatta ve konumdadırlar.
Liberal demokratlar ve sosyal demokratlar, demokrasiye daha açık, daha güler yüzlü ve daha şeffaf bir karakter vermek isterler. Barışçıl ve legallik sınırları içindedirler. Toplumcu, radikal demokratik bir çizgide olan demokratlar ise, toplumun, hiyerarşinin zora dayalı tüm bağlarından kurtulmasını ve tamamen gönüllü bir hiyerarşi temelinde radikal bir demokrasiyle buluşmasını ve ancak böylelikle toplumsal ve bireysel özgürlüklerin gerçek anlamda korunabileceğini savunurlar.
Ancak yanıtsız bırakılan soru şudur: Hiyerarşinin özüne müdahale edebilmek, zora dayalı hiyerarşik özü dağıtarak, gönüllü hiyerarşik bir öze açılabilmek gibi, temel bir sorunun çözümü nasıl mümkün olacaktır? Üstü örtülen çıplak gerçek şudur: Ayrıcalık ve üstünlük yaratmayacak bir tarzda yürüyen hiyerarşi bağlarının oluşturulması; işleyişin en başından mutlak bir danışma ve gönüllü bir dayanışmanın oluşturulmuş olmasına bağlıdır.
Hiyerarşik-Devleti tarihsel olarak söndürebilecek ve bütün halkları ve toplumsal katmanları, gerçek anlamda özgürlükçü radikal bir toplumsallaşmayla buluşturabilecek, dirençli bir mücadele yürütülmeden bu sürecin tamamlanması mümkün değildir.
Mülkiyet gücünü toplumun üzerinde bir tahakküm gücü olarak kullanan hiç bir sınıf ve katman, toplumda adalet ve özgürlüğü, kendi rızasıyla derinleştirmez. Sistemin adaletsizliklerine karşı çıkanlara karşı, kendi maddi varlığını tehlikeye atmayacak bir düzeyi sürekli korumak ve toplumsal adalet ve toplumsal özgürlük üzerinde sürekli ve mutlak bir hâkimiyet kurmaktan asla vazgeçmez. Öyleyse zora dayalı hiyerarşik öze göre biçimlendirilmiş olan ulus-devletler ağı ve bu ağın kumanda ve komuta çekirdeği olan, yüksek teknolojinin dijital küresel güçleri, radikal bir toplumsallaşma mücadelesiyle kuşatılmak durumundadır.
Bunun için aşağıdan ve günlük yaşamın içinden, yani şimdiki zaman, “an” içinden, çevresel/küresel bir ağ örülmeye başlanmıştır. Kaotik sistem, radikal direnişlerin canlılığıyla sürekli sarsılmaktadır. Sisteme karşı haklı ve adil bir mücadele yürüten direniş güçleri, birlik ve beraberlik içinde gönüllü bir hiyerarşi oluşturabildikleri ölçüde sistemin çatlakları derinleşmektedir.
Direniş güçleri, öncelikle kendi içyapılarında gönüllü hiyerarşik bir öze kavuşabilmeleri ve içselleştirdikleri bu gönüllü hiyerarşiyi, kendi yerellik ve öz-günlüklerini koruyarak tüm gezegen ölçeğinde gönüllü hiyerarşik ağlarla birleştirebildikleri oranda, halkların özgürlükçü bir adaletle, mülksüzleşme bahçesinde yaşayabilmelerini sağlayacaklardır. Böylece toplum ile doğa arasında ahlaksız bir bencillik ve kaskatı bir zıtlaşma ile ayakta duran küresel sömürü sistemi çökecektir. Özgürlük böylece gerçek anlamına kavuşacaktır. Özgürleşmeyi, “doğa karşısında güç ve egemenlik kazanarak özgürleşme” olarak kavratan, zora ve sınırsız, doyumsuz kar hırsına dayalı tahakkümcü kapitalist ekonominin yerini, konfederal ağlarla barışçıl bir şekilde birleşen, otonomist-katılımcı, sürdürülebilir ve ekolojik bir ekonomi alacaktır.
Özgürlüğü, kurgusal zorunlulukların tanınmasıyla mümkün olan ve sanal bir alan gibi kavratan zorba hiyerarşinin yerine, özgürlüğü; doğallığın ve gönüllülüğün bir sonucu olarak gelişen, özerk bir alan olarak kavratan gönüllü hiyerarşi alacaktır. Böylelikle özgürlük, tahakkümün bütün renklerinden ve tarzlarından tamamen yalıtılacak ve baskıyı, tahakkümü tanımayan bir özgürlük çağı başlayacaktır.
Toplumsallık dinamiklerini; keskin kalıplara, şablonlara hapsetmeden yaşamın canlılığı içinde bir oya gibi ince ince işlemek gereklidir. “Ben senden ya da hepinizden daha demokratım” yarışı, yıpratıcı değil yapıcı bir içerik kazanmalıdır. Şimdiye kadar demokratlığı kimseye kaptırmak istemeyenlerin, en yakınlarındaki kardeş örgütlere bile ne kadar demokrat davrandıkları, şüpheye açıktır ve sorgulanmaktadır. Bu anlamda kendine “sol” diyen dil ve yöntemlerin, özgürlük ve adalet duruşları da sorgulanmalıdır. Toplumsal dinamikleri, tahammül ve hoşgörü içinde içselleştirmekte zorlanan bu kesimlere kibirle değil, sabırla yaklaşmak gerekir.
İşte bizim yaşamın canlılığı içinde, hiçbir bir kalıba dökmeden sürekli danışarak oluşturacağımız doğal, içten, samimi toplumsallaşma yolculuğumuz, tüm çarpıklıkları birer birer aşarak, etik bir inanç ve ilahi bir güçle pekişip şekillenecektir.