Bir seçim düşünün, bir yanda parti devletinin kolluk güçleri var; öte yanda bu düzeni değiştirmek isteyen kitleler, partiler, örgütler… Çok tehlikeli bir karşılaşma değil mi bu? Ne yazık ki, Türkiye’nin yaklaşan seçimi öncesindeki manzara tam da böyle…
Durumun ne kadar vahim olduğunu geçen haftaki örneklerle açıklamaya çalışayım:
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak değil, AKP Genel Başkanı olarak yaptığı bir açılışta, ana muhalefet partisini eleştirdiği sözlerini, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları alkışladı. Bu, ordunun nasıl parti emrine girdiğinin belgesiydi.
CHP sözcüsü geçen hafta çok önemli bir açıklama yapacağını duyurdu, ancak açıklamadan önce, “Başıma bir şey gelirse diye belgeleri üç arkadaşıma daha verdim” dedi. Ülkenin ana muhalefet partisi yetkilileri bile öldürülmekten korkuyor. Yapılan açıklamadan, İçişleri Bakanı’nın emrinde 9 bin kişilik bir trol ordusu kurulduğunu, orduyu Bakan Süleyman Soylu’nun (Türkiye’de “SS” diye anılıyor) bir danışmanının yönettiğini ve bu çetenin kamu fonlarıyla beslendiğini öğrendik. CHP sözcüsü, trol ordusunun nasıl tek emirle sosyal medyada muhaliflere karşı linç kampanyaları örgütlediğini örneklerle anlattı. Ancak daha önemlisi bu karalama kampanyalarına katılanlar arasında ülkenin polis ve jandarma teşkilatının resmi hesaplarının da olmasıydı. Bu da ordudan sonra, polisin ve jandarmanın da Erdoğan ve partisinin yanında saf tuttuğunu gösteriyor.
Ve son olarak sivil milisler… Türkiye’de SADAT adlı bir şirket aracılığıyla örgütlenen, eğitilen, silahlandırılan kontrgerilla, Cumartesi gecesi CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun çıktığı TV söyleşisine reklam vererek güç gösterisi yaptı. Sonradan kanalın sahibinin, tanınmış mafya lideri Alaaddin Çakıcı ile yakınlığını belgeleyen fotoğraflar ortaya çıktı. Belli ki ana muhalefet liderine bir tuzak hazırlanmıştı.
İşte Türkiye, bu şartlar altında, seçime gidiyor. Seçim, iki aday arasında değil, mafyayla devletiyle halk iradesi arasında olacak.
BİZE DAİR
Erdoğan’ın seçim kampanyasının bir ayağı, orduyu, polisi, jandarmayı, trol ordusunu, sivil milisleri kullanarak yurtiçindeki muhalefeti sindirmekse, bir diğer ayağı da sürgündeki muhaliflerini kaçırmak, iadelerini sağlamak, bunlar olmuyorsa bulundukları yerde cezalandırmak… Bu amaçla nasıl uluslararası bir “insan avı”na giriştiğini, örnekleriyle bu haftaki Die Zeit’e yazdım.
Geçen hafta Almanya’ya gelen bir AKP milletvekili, Alman devletinin koruması altındaki DİTİB camilerinde ve ziyaret ettiği kuruluşlarda, “terörist” diye tanımladığı rejim muhaliflerini Almanya’da yok etme sözü verdi.
Bütün bu baskılara, tehditlere, insan avına, başımıza ödül konmasına rağmen, kararlılıkla, cesaretle, umutla demokrasi ve özgürlük mücadelesine devam ediyoruz, edeceğiz. Ta ki Türkiye, bu baskı rejiminden kurtulana kadar…
Hepinize iyi haftalar.