(Yazı başlığında kullanılan “Komünist” kavramı, her türlü ideolojik kalıptan bağımsız, asıl anlam olan ortaklaşacılık temelinde ele alınmıştır.)
Hz. Muhammed’in vefatının ardından İslam coğrafyasında İslam öncesi Arap topluma ait kabile aristokrasisi tekrar gün yüzüne çıkmaya başladı. Özellikle Halife Osman döneminde fetihlerden elde edilen gelirlerin topluma eşit bir şekilde dağıtılmayıp sadece Ümeyyeoğulları arasında paylaşılması, birçok önemli merkez valiliğine ehliyet ve liyakat ilkeleri gözetmeksizin sadece halifenin akrabalarının ve taraftarlarının atanması bölgede yaşayan farklı kabile mensuplarında ciddi rahatsızlık yaşatmaya başladı. Bu durum İslam dünyasında sınıfsal farklılıkların artmasına dolayısıyla belirli bir zümrenin iktisadi ve siyasi egemenliğinin ile İslam’da feodalizmin baş göstermesine yol açtı.
Halife Osman döneminde; toprak siyasetinde uygulanan değiş-tokuş yöntemi ile verimsiz toprakların daha verimli topraklarla mübadelesi sonucunda büyük toprak sahipleri ortaya çıktı. Konuyla ilgili yenilikçi İslam düşünürlerinden birisi olan Hintli Asghar Ali Engineer’in şu tespitleri oldukça dikkat çekicidir: ‘’Küfe valisi Said, kentteki toplumsal karışıklığın önlenmesi için Halife Osman’a mektup yazar. O da Küfe gibi diğer bazı kentlerde nüfus baskısını azaltmak için ekonomik bir karar alır. Bu karar Hicaz’daki Arapların ellerinde tuttukları topraklarla, fethedilmiş eyaletlerdeki arazilerin değiş-tokuş (mübadele) edilmesi uygulamasıdır. Örneğin Talha, Hicaz’daki bütün topraklarını satıp, arazi değiştirme izniyle Irak’ta çok büyük geliri olan geniş bir arazi ele geçirdi. Bu arazilerde çok sayıda köleler ve hizmetkârlar çalışıyordu. Pek çokları bu şekilde toprak sahibi oldu ve yeni bir sınıf belirgin bir biçimde ortaya çıkmaya başladı. Bu yönüyle Halife Osman dönemi, belki de İslami Feodalizmin başlangıcı sayılabilir.’’
Tarih bu şekilde seyrederken Halife Osman’ın öldürülmesi sonucu şiddetlenen ayrışmalar, İmam Ali’nin başa geçmesi ve ölümü, ardından gerçekleşen Kerbela faciası ile birlikte çok daha karmaşık bir hal aldı. Bölgede başından beri var olan Ümeyyeoğulları ve Haşimoğulları arasındaki siyasi çatışmalar, siyasetin itikada dönüşmesi sonucu gerek siyasi gerekse itikadi farklılıklara sebep oldu. Bu süreçte aristokrat sınıfı içinde bulunduran egemen ortodoks anlayış; Ümeyyeoğulları nesepli Sünnilik olarak, Arap olmayan Müslümanları (Mevali), köleleri ve ezilmişleri de içinde barındıran heterodoks anlayış ise Şiilik olarak ortaya çıktı. Bu farklılıkların bir sonucu olarak İslam coğrafyası, Ali, Hüseyin ve Kerbela bayraktarlığında ve mehdici/kurtarıcı anlayış bağlamında (Mehdici anlayış o dönem ezilen ve horlanan kitlelere kurtuluş umudu vaat ediyordu, bu anlayış teolojik olmaktan ziyade ekonomi-politik bir anlayıştır.) ‘’Ali neslinin isyanları’’ diyebileceğimiz ekonomi-politik ve itikadi ayaklanmalara sahne olmaya başladı. Bunlardan birisi de Orta çağ İslam dünyasında büyük yankı uyandıran ve kendinden sonraki din tandanslı devrimci halk hareketlerine gerek teorik-felsefi gerekse pratik anlamda referans olan Karmatiler idi.
Karmatilik öncesi bölgenin sosyo-ekonomik durumu
Halife Osman döneminde başlayan sınıfal farklılaşmalar, Abbasiler döneminde hız kazanmıştı. Toplum temel olarak dört sınıfa ayrılmıştı. Bunlar: Aristokrat zengin sınıf, Arap olmayan Müslümanlar (Mevali), Zimmîler (Gayrimüslim) ve kölelerdi. Aristokrat seçkin sınıfın tamamı Araplardan oluşur ve bu sınıfın dışında kalanlar Müslüman olmalarına rağmen bile ikinci sınıf insan muamelesi görür, hatta Arap olmadıkları için tam Müslüman bile sayılmazlardı. Bir Mevali olan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin başına gelenler de bunun en somut örneklerinden birisidir. Ezilen bu kitleler otorite boşluğu buldukları her dönem iktidara karşı irili ufaklı birçok ayaklanma gerçekleştirdiler.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Halife Osman döneminde başlayan İslami Feodalizm anlayışı, Emeviler ve Abbasiler döneminde de tüm hızıyla sürdü. Artan fetihlerle beraber elde edilen verimli ve stratejik topraklar, Halife Osman’ın Kureyşlilerin Mekke ve Medine dışına çıkamayacaklarına ve oralardan toprak sahibi olamayacaklarına dair yasağı kaldırılmasıyla beraber, ikta sistemi aracılığıyla Ümeyyeoğulları’nın ileri gelenlerine verildi. Halife Ömer döneminde toprak sistemiyle ilgili koyulan bu yasakların kaldırılması, Halife Osman’a muhalefetin en temel nedenlerinden birisi olan ve onun öldürülmesine kadar giden sürecin de en önemli hazırlayıcılarından birisi oldu. Bu sistemle beraber ticaret ve tüccar burjuvazisinin de temelleri atılmaya başlandı. Bu durum, İslam devrimiyle toprağın altına gömülen Kabile ve toprak aristokrasisini tekrar gün yüzüne çıkarmaya başladı. Konumuza muhatap olan topraklar ise Fırat ve Dicle yatakları arasındaki bölgede kalan ve Sevadu’l Basra diye adlandırılan verimli ve sulak arazilerdi. Halife Ömer döneminde Irak’ın fethedilmesiyle beraber bölgede Basra ve Kufe adında iki yeni yerleşim bölgesi kuruldu. Basra’nın doğu tarafı çöl, batı tarafı ise bataklık ve tuzluk olan ölü arazilerden oluşuyordu. Bu araziler ölü arazi olduğu için sadece %10 oranında öşür vergisi alınıyor ve bataklıkları kim verimli hale getirirse orası onun toprağı sayılıyordu. Basra sevadında bulunan bu araziler, Halife Osman tarafından Emevi hanedanlığına adını veren İbn-i ʿAbd Şems’in torunu olan Osman b. Ebi’l-As es-Sakafiye ikta edilmişti. Hatta o dönem Basra’ya yerleştirilenlerin bölgedeki zor yaşam koşullarından dolayı Halife Ömer’e çok sık şikâyetler gitmekteydi. Bunun üzerine Basra’da arazileri verimli hale getirmek için çalışmalar başladı. Bölge fethedildiğinde, bölgede Sasani döneminden kalan çok sayıda Zenci esir bulunuyordu. Bunların bir kısmı Sasani ordusunda asker olarak çalışıyordu. Askerlik tecrübesi olan bu zenciler daha sonra İslam ordusuna dahil edildiler. (Bu kölelerin daha sonraki dönemlerde de savaşlarda yer aldığını görmekteyiz.) Kalan diğer zenciler ise şehrin varoşlarına yerleştirildiler. Özellikle Sevad bölgesinde yaşayanların arazilerde çalıştığına dair bilgiler mevcuttur. Ancak Halife Ömer döneminde toprağa bağlı bir kölelik sisteminin tam olarak oluşturulmadığı görülmekle birlikte Halife Osman döneminde bu tarz bir sistemin tam anlamıyla oluştuğu, Emevi halifesi Muaviye döneminde ise zirve noktaya ulaştığı görülmektedir.
Bu tuzlak arazileri kurutmak ve daha verimli hale getirmek için bölgedeki kölelerin sayısı yeterli olmayınca Afrika’dan Arap köle tüccarları vasıtasıyla yüz binlerce köle getirildi. Arazileri kurutmak ve verimli hale getirmek hayli zor olduğu için fiziki yapıları ağır çalışma şartlarına uygun ve dayanıklı olan Zenci köleler tercih ediliyordu. Köle sayısının fazlalaşmasıyla beraber bölgede büyük köle pazarları kuruldu. Kölelerin arazileri verimli hale getirip büyük çiftliklerin kurulmasıyla beraber özellikle Abbasiler döneminde bölgede ticaret gelişmeye başladı. Islah edilen arazilerde sulu tarım yapılmaya başlanmasıyla beraber şeker pancarı gibi ürünler ürünlerin ekimine geçildi. Böylelikle tüccar burjuvazisi ortaya çıktı. Kapitalizmin en sevilen çocuğu olan şeker kamışı tarlaları daha fazla insan gücüne ihtiyaç duyuyordu. Bu da daha fazla köle ve sömürü demekti. Bu köleler oldukça ağır şartlarda sadece karın tokluğuna çalışıyor ve insanlık dışı muamele görüyorlardı. Bataklıkların yanında çamurdan yapılmış kulübelerde yaşıyor, Arapça bilmedikleri için halkla iletişim kuramıyor ve sağlıksız şartlardan dolayı salgın hastalıklara yakalanıyorlardı. Hatta o dönem ‘’Zenci Hastalığı’’ diye tanımlanan veba salgını da bölgede binlerce insanın ölümüne yol açmıştı. Rutubetli, sıcak ve sulak alanlar vebanın yayılması için oldukça elverişliydi. Bu köleler, kendilerini bu durumdan kurtaracak ufak bir kıvılcım bekliyorlardı. Bu süreçte irili ufaklı birçok köle ayaklanma yaptılar ancak başarılı olamadılar. Vali Mus’ab bin Zübeyr döneminde başlayan zenci köle ayaklanmaları, Abbasiler döneminde zirve noktaya ulaştı. Bunların en önemlisi ise 860’lı yıllarda başlayıp Abbasileri derinden sarsan ve Karmati propagandanın yayılmasına zemin hazırlayan Zenc Hareketi’ydi. Zenc hareketinin liderliğini Ehl-i Beyt soyundan geldiğini söyleyen Ali bin Muhammed namı diğer Sahibuzzenc yaptı. Ali bin Muhammed, bataklıklarda çalışan kölelere ve tüm ezilmişlere özgürlük ve yeni bir dünya vaat etti. Bu vaadinin referansını da Kur’an’ı Kerim’in ‘’Kölelere Özgürlük!’’ (Beled 13) ve “Allah müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığı satın almıştır.” (Tevbe 111) ayetlerine dayandırdı. Hatta bayraklarının üzerinde bile Tevbe suresinin 111. ayeti yazılıydı. Zencler bu referanslardan yola çıkarak açıkça şunu söylüyorlardı; bir insanın sahibi ve efendisi yalnız Allah olabilir, onun dışındaki tüm otoriteler ve efendiler yıkılacaktır!
Ali Bin Muhammed, Ali Şeriati’nin Hz. Peygamberi tanımlarken kullandığı ‘’ 5 bin yıl sonra bir insan bulmuştum Allah’tan söz eden, efendiler için değil, köleler için’’ tanımlamasının Abbasi dönemindeki izdüşümüydü. Ali bin Muhammed tüm köleleri ve mustazafları harekete geçirerek köleleri sömüren toprak sahiplerine savaş açtı. Basra bölgesinde araziler ele geçirildi, köle sahipleri öldürüldü ve El-Muhtare (Özgürlük Şehri) adında bir şehir yani yeryüzü cenneti kuruldu. Bu şehirde hayat süren ezilmiş kitleler 14 yıl boyunca yoğun Abbasi saldırılarına maruz kaldılar ve çarpıştılar. Bu süreçte Zencler, bölgedeki birçok şehri ele geçirdiler, kendi adlarına para bastılar, vali atadılar ve hutbe okuttular. Takvimler miladi 883 yılını gösterdiğinde ise 15. Abbasi halifesi Mutemid’in kardeşi el-Muvaffak tarafından büyük bir askeri kuvvetle ‘’Özgürlük Şehri’’ne saldırı düzenledi. Oldukça şiddetli çatışmalar yaşandı. Beş yüz bine yakın insan katledildi. Ali bin Muhammed ise tüm tekliflere rağmen geri çekilmeyerek çarpışarak hayatını kaybetti ve El-Muhtare düştü. Esir olarak alınanlar ise Abbasi sarayı yakınlarında kurulan sosyal hayattan yalıtılmış harabe bir esir kampında, hayvan ve insan leşi ile bir kuru somun ekmek yedirilerek cezalandırıldılar. Şehir belki düştü ama bölgede oluşturduğu ortam ve umut ışığı Karmati hareketinin de gelişmesine zemin hazırladı.
Zenc isyanının en büyük kazanımı, isyandan sonra bölgedeki arazilerde köleliğe dayalı bir sistemin bir daha kurulamamış olmasıdır. Fransız şarkiyatçı Louis Massignon ‘’Karmatiliği, Zenc hareketinin devamı olan sosyalist bir hareket’’ olarak görmektedir. Zenc hareketi, Abbasilerin otoritesinin zayıflamasına sebep olmuş ve böylece Karmati öğretinin bölgede yayılmasını hızlandırmıştır. Karmati hareketinin lideri Hamdan Karmat, Zenc lideri Ali bin Muhammed’e, ‘’Sende asker var, bende ise program var’’ diyerek bir mektup yazıp birliktelik teklif etmişse de bu birliktelik o dönemin şartları içinde mümkün olmamıştır. Bu mektuptan da anlaşılacağı gibi Karmatilik, Zenc hareketinin oluşmaya başladığı dönemde de bölgede propaganda çalışmalarını yapmaktaydı. Zenc hareketinin Karmatiliğe katkısını, sadece uygun politik zemini hazırlama noktasında değerlendirebiliriz. Çünkü, Zenc ayaklanması bölgede zor şartlar altında yaşayan kölelerin özgürleştirilmesinden ve daha iyi şartlarda yaşamından başka bir amacı taşımayan ve felsefi bir temele dayanmayan, kitlesinin büyük bir çoğunluğu sadece siyahi kölelerin oluşturduğu sosyal tabanlı bir ayaklanmaydı. Ayaklanmaya köylüler, bedeviler ve Karmatilerden de küçük bir grup destek vermiş olsa da büyük çoğunluk zenci kölelerden oluşuyordu. Oysa Karmatiler, köylüler, işçiler, küçük esnaf, çeşitli Arap kabileleri, Arap olmayan Müslümanlar ve Zımmiler’den oluşan, felsefi temelleri oluşturulan eşitlik temelinde sosyal, siyasi ve iktisadi alternatif bir yaşam kurma hedefi olan Komünal bir hareketti.
devam edecek…