Bu topraklarda komünizm öcü gibi gösterildi. Emperyal kapitalizmin söylemleri baskın geldi. Bunun sonucunda bizzat devlet destekli olarak komünistler ötekileştirildi. O gün bugündür komünizmin bu topraklarda hâkim olması için tüm bu engellemelere rağmen bir avuç onurlu insan mücadele etmektedir.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, emperyalizmin halk üzerinde nasıl bir izlenim bırakmaya çalıştığını anlatmak olacaktır. Halkımızın önemli bir kısmı muhafazakâr bir yaşama sahiptir. Dini ve milliyetçi duygular egemendir. Dincilik ve milliyetçilik zehri çepeçevre kuşatmıştır onları. Sadece bu iki unsur bile komünizm düşmanlığı için yeterli hale gelmektedir. Ancak emperyalizm daha da kötü göstermek için bu durumdan da yararlanarak söylemler geliştirmiş ve başarılı olmuştur.
Sıklıkla duyarım: Komünizm denilince ilk tepki onların dinsiz olduğu yönündedir. Bu komünizme karşı çıkmak için genel kitlenin en güçlü söylemi olmuştur. Buna zaten alışkınız. Fakat beni ilgilendiren bir takım entelektüel olduğu söylenen kişilerin komünistlere karşı söylemleridir. Bu söylemler ister bilinçli isterse aksi yönde olsun emperyal kapitalist söyleme hizmet etmektedir.
Nedir bu söylemler?
Komünizmin ütopya olduğunu söyleyerek onu çökerttiğini sanmak.. Kapitalizmden sosyalizme, en son olarak komün yaşama geçmek bir ütopya değildir. Paris komünü bu durumun en güzel örneğidir. Eğer Paris komünü engellenmeseydi şüphesiz uzun bir süre devam edebilirdi. Ancak gerici güçler engelledi. Bu sebeple komünist toplum kısada olsa hayata geçmiştir. Herkesin emek ve yeteneğine göre bir toplum hayal ve ütopik değildir. Aksine ütopik görmek emperyal kapitalizmin kişiyi etkilemesine iyi bir örnektir.
Diğer bir söylem ise Sovyetler Birliği üzerinden olmaktadır. Sovyetler Birliği’nde insanların aç olduğu, milyonlarca insanın öldürüldüğü gibi söylemler çok yaygındır. Elbette Sovyet deneyimi pirüpak değildir. Kusursuzluk dünyada yoktur ancak bilmemiz gereken şudur: Sovyetler ile ilgili bilgiyi nereden almaktayız? Bu söylemler kapitalizm tarafından ileri sürülmüştür. Sanıldığının aksine Sovyetler milyonlarca insanı öldürmemiş, insanları aç bırakmamıştır. Aksine ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetiyle birlikte birçok işçi hakları, 8 saat çalışma süresi, ücretsiz ev gibi batı kapitalizminin başaramadığı birçok haklar elde edilmiştir. Eğer Sovyetler devam etseydi şartlar çok daha iyi hale gelecekti.
Marksizm ile ilgili bir kişi bana şunları söylemişti: “Batı Avrupa’da gelişmiş ülkelerde işçiler haklarından memnun olduğu gibi işçi sınıfı giderek azalmakta ve hizmet sınıfı ortaya çıkmaktadır.” Böyle bir söylemde bulunurken şu husus unutuluyor: Kapitalist bir ülkede şartlar nasıl bu hale getirildi? Başta Sovyetler korkusu, işçilerin örgütlenmesi ve uzun mücadeleler sonucunda şartlar iyileşti. Burada bile Marksizm’in katkılarını görmemezlikten gelemeyiz. Batı Avrupa’da ya da gelişmiş ülkelerdeki refaha bakarak bir çıkarım yapmak ve buradan hareketle Marksizm’i çökerttiğini ilan etmenin içi boştur. Avrupa’yı ele alalım. Bu refaha nasıl kavuştu? Sömürmeden mi ulaştı? Onların yaşadığı refahta ezilmişlerin, kölelerin hakkı yok mudur?
İşçi sınıfı yerine hizmetler sektörünün büyümesi var olan gerçekliği değiştirmez. Türkiye örneğinden gidebiliriz: Hizmet sektöründe çalışanların hak ve alınan ücret bakımından işçilerden ne gibi üstünlükleri vardır? Hizmet sektöründe çalışanların büyük bir kısmı da işçi sınıfındandır. Nitekim onlar da patronun eline bakmaktadırlar. Adının işçi değil de başka şekilde anılması bu gerçeği değiştirmiyor. Yine Avrupa üzerinden gittiğimizde şartların bize göre daha iyi olması var olan sömürüyü ortadan kaldırmayacaktır. Birkaç kişinin servetinin milyonlarca insanın tüm gelirinden fazla olması, şartlar iyi olsa bile bu gerçeği değiştirmez.
*****
Marksizm’in içerisinde de çeşitli görüşler mevcuttur. Marksizm’e Marksist olmayanlar tarafından getirilen makul eleştirilerde vardır. Ben Marksizm’in dogmalaştırılmasına şiddetle karşıyım. Dogmaya karşı olan bir hareketi dogmalaştırmak şarlatanlıktır.
Marksizm içerisinde şu üç özellik tartışılmıştır: İndirgemecilik, özcülük ve determinizm. Ben Marksizm’in bu üç sorunundan yalnızca determinizm sorununu ana sorun olarak görüyorum. Tarihin hareket yasalarını belirleyenin Tanrı, insan yerine başka bir güçle açıklanması ayrıca tarihin ereksel- çizgisel bir şekilde tanımlanması çeşitli sorunlara neden olmuştur. Tarihin insandan bağımsız yasaları olduğunun bir kanıtı yoktur. Çünkü bu metafizik bir iddiadır. Tarihin ereksel düz bir çizgi şeklinde ilerlediğine dair bir kanıt yoktur. Tarihi değiştiren ana güç bizzat toplumdur. Burada ereksellik değil bir amaç vardır ve bu gidişat bir devrime de gitmeyebilir. Kapitalizm de sürekli kendisini güncellemektedir. Demek istediğim şudur ki devrime gidecek yol de determinizmden değil bizzat sınıf bilincinden yani insandan kaynaklanır. Marksizm içerisinde muhafazakârlar benim gözümde klasik bir dinciden çok farklı değildir. Sürekli geçmişte kalmak, dayanağı hep orada aramak, her olaydan Marx’ın söylemlerine başvurmak çocukça bir iştir. Sürekli değişimin olduğu bir evrende dogmaya yer yoktur. Kazananlar kendilerini sürekli güncelleyenlerdir.
****
Bu topraklarda Marksizm yeniden küllerinden doğmaktadır. 1980 darbesi ile yıkılan sol hareket yavaş yavaş küllerinden doğmaktadır. TKP adayı Maçoğlu’nun belediye başkanı seçilmesi ve harika yönetimi ve yapılan tanıtımlar muhteşemdir. Genç nesilleri söylemleri ile zehirleyen emperyal kapitalizme karşı gençler bizzat sosyalizmin pratiğini görmektedir.
Geçmişi kutsamadan, geçmişten ders çıkararak ülkenin şartları dahilinde bu toprakların hamuru ile yorulmuş bir sosyalizm anlayışı egemen olmalıdır. Sosyalizm için demokrasiden vazgeçmeden, demokrasi ile birlikte inşa süreci başlatmalıyız. Dünyada yaşanan pandemi süreci sosyalistler için iyi bir fırsattır. Ben birilerinin iddia ettiği gibi kapitalizmin yıkılacağına düşünmüyorum. Bu şekilde yorum yapanlar işin kolayına kaçmaktadırlar. Ancak şunu ifade edebilirim ki Kapitalizm bu süreçte ciddi yara almıştır. Böyle bir dönemde bu durumu fırsata çevirmek sosyalistlerin elindedir. İşin kolayına kaçıp determinizmden medet ummak boşuna bir bekleyiştir. Eğer bu zihniyete sahip olanlar varsa boşuna beklemektedirler. Değiştirici gücün kendisi ancak ve ancak toplumdur.