İslâm’ı din büyükşehrinde mezhep ilçesinin tarîkât caddesine âit cemaat sokağı sananlar dîne girme ve dinden çıkmayı dillerine pelesenk[1] eder. Onlara göre iman etmek imam, müezzin, câmi, tekke, takke, sarık, cüppe, başörtüsü, çarşaf, şeyh, siyasal muktedir, mezhep, tarîkât, cemaat, ritüel/nusuk, sorgusuz itaat, zoraki biat kavram ve eylemleri çerçevesinde bir yaşam sürmek; öncekilerin izinden giden bir taklit içinde kalmaktır. Farklı, yeni ve orijinal bir niteliğe sahip araştırma sonuçları ile yorumlar onlara göre okun yaydan çıkması gibi dinden çıkmak, fitneye sebebiyet vermek ve kâfir olmaktır. Eee böylesi bir pozisyona düşenin de hakk-ı hayâtı (yaşama hakkı) olmamalıdır. Sözde Müslüman coğrafyanın mezhepçi tetikçileri böyle buyurduktan sonra kimin söz söyleme yetkisi, icat çıkarma cesareti olabilir ki?!..
Her türlü muktedire yalakalığı nedeniyle ayakta el bağlayan ve toplum üstünde egemenlik kuran tekfirci engizisyon mensupları, muktedir yalakalığının verdiği cesaretle asırlardır derin, farklı, sorgulayıcı, araştırmacı, eleştirel üretim ve kalem mensuplarına kan kusturmuştur. Tarih daima tekerrür etmiş, güce tapan ve gücün egemenlik yapmasına ayakçılık yapan mezhepçi çevreler güç sahiplerinin lutfettiği imkânlarla özgürlükçü, bağımsız, araştırmacı, eleştirici temellerden gelen sorgulayıcı ve üretici cepheye karşı dil uzatmaktan kendini alamamıştır. Mezhep batakhanelerinin[2] tarîkât izbelerinde[3] dolaşıp puslu cemaat[4] sisi altında önünü görmeye çalışanların yüzyıllardır insanlığa bir şey vermediği, zulümlere ortaklık, muktedirlere eziklik, sermayedârlara yalcılık, güçlülere yağcılık yaparken yoksullara sabırcılık ve açlara cennetçilik oyunları dışında ne tür bir söylem geliştirdiği sağır sultanın da mâlumudur.
Toplumların cehâletinden beslenerek büyüyen ve muktedirlerin kanatları altında korunan mezhepçi tetikçilik; karşısında uyanık zihin, eleştirel akıl, sorulayan dil ve hakikatı araştıran emek görünce çılgına dönüyor. Çünkü bu tür çabalar huzurlu biçimde uyuyan, cehâletiyle mutlu olan, cennet umuduyla susturulan, cehennem korkusuyla ayağa kalkması durdurulan, muktedirlere itaat aşısıyla uyuşturulan kuru kalabalıkların “üstündeki ölü toprağını atmasına, din tüccarlarının ipliğini pazara çıkarmasına, cehâlet ve muktedir kemiklerinden beslenenlerin pabucunu dama atmasına” neden olmaktadır.
Tarih, Kur’an’ın temel kavramlarından olan tefekkür,[5] taakkul,[6] tezekkür[7] ve tedebbür[8] gibi aklın sağlıklı biçimde işletilmesini savunan devrimci ruhların mücâdeleleriyle; tevhit, adâlet, özgürlük, direniş, dayanışma, paylaşım, barış, sevgi ve kardeşlik yoldaşlarının anıları ve şehâdetleriyle doludur.
Özgür düşünceyi kanıyla imzalamış, adâletsiz muktedirleri sözleriyle yenmiş, besleme ulemâyı fikirleriyle yerin dibine sokmuş ve insanlığın ayağa kalkması için canını kurban vermiş devrim yodaşlarından bazılarını örnek olarak vermek istiyorum:
- HUCR BİN ADİY EL-KÛFÎ[9]
Hucr bin Adiy, İmam Ali ve âilesine minberden küfreden Emevîlerin Kûfe valisi Muğîre bin Şû’be ile atışınca onun tehdidine maruz kalır, ancak tepkileri azaltmayı düşünen Muğîre minberden lanet okumayı bırakır. Muğîre ölünce onun yerine gelen yeni vali Ziyâd bin Ebîh İmam Ali taraftarları ve Hucr için tam bir tehdit unsuruna dönüşür, hutbeden İmam Ali ve taraftarlarına mescitte lanet okumaya devam eder. Hucr ve ehli beyt taraftarları bir isyan başlatır, ancak valinin adamları bunu bastırır, fakat Vâli Ziyad, Hucr’a “Ali’ye küfredip Muâviye’ye yakınlaştığını ilan edersen kurtulacaksın.” demesine rağmen Hucr bu teklifi kabul etmez ve öldürülür. Hasan Basrî, Hucr’u öldürten Muâviye’nin bu eylemiyle büyük günah işlediğini düşünür, Hz. Âişe de Muâviye’yi bu katliamı nedeniyle azarlar.
Emevîlerin resmî ideolojisi olan ehl-i beyt düşmanlığını kabul etmeyene ne devlette bir imkân verildi ne de yaşama hakkı tanındı. Hucr öldürülmeden çok önce sırf muhalif diye İmam Ali tarafından belirlenmiş olan maaşı da kesilmişti.
- MÂBED EL-CÜHENÎ[10]
Kader konusundaki şiddetli tartışmalarından dolayı cedelî lakabını almış, Hasan Basrî ve Haccac ile kader tartışmaları yapmıştır. Ebû Zer’in öğrencisi ve takipçisidir. Kader, sorumluluk ve özgürlük konularında Emevîlerin resmî görüşleri dışında fikir sahibi olması ve bu konularda Emevîlere açık muhalefet yapması, iktidâr zulmüne karşı oluşan başkaldırıları desteklemesi nedeniyle öldürülmesi kararlaştırılmıştır.
Emevî kralı Abdü’l-Melik ve valisi Haccac, onu hapisten çıkarıp “yaşadığı her şeyin kader olduğunu, bu nedenle Emevîlerin kaderi yerine getirdiklerini kabul etmesini” ister. Mâbed, karşı tez savununca yeniden hapse tıkılır ve feci işkenceler altında öldürülür. Ne yazık ki Emevîlerin icat ettiği kader düşüncesi Ehl-i Sünnet mezhebinin de resmî kader görüşüdür.
- GAYLAN ED-DIMEŞKÎ EN-NABATÎ EL-KIBTÎ[11]
Gaylan, bilgiyi ikiye ayırır: Tanrı’nın varlığına dair insanın içten gelerek hissettiği bilgiye vehbî,[12] emek ve çalışmalarla elde edilen bilgiye kesbî[13] demektedir. Bu nedenle iman’ı kesbî bilgi sayar, iman ile eylemi birbirinden ayırır, büyük günah işleyenlerin Tanrı’nın affına uğrayabileceği gibi azabına da çarptırılabileceğini düşünür.
Gaylan, kader konusunda Emevîlerin resmî ideolojisini rahatsız eden bir görüşe sahipti. Ona göre kader, önceden belirlenmiş bir Tanrı kararı olmayıp bizzat insanın seçtiği ve gerçekleştirdiği eylemlerdir. Hâlbuki Emevîler, iktidara gelmelerini Tanrı’nın istediği bir karar olarak savunuyor, kendilerine ve zulümlerine başkaldırının Tanrı’ya başkaldırı olduğunu kabul ediyor, yaptıkları işkenceleri de Tanrı’nın azabı gibi gösteriyorlardı.
Gaylan, halîfenin Kureyş’ten olması gerektiğini belirten hadîsi ve dayatmayı reddediyor, halîfe ünvanı verilen kralların/yöneticilerin icmâ[14] ile seçilmesi gerektiğini savunuyordu. Yani saray, saltanat ve veliahtlık rejimini İslam dışı yönetim biçimi olarak görüyordu.
Saltanat rejimi aleyhtarlığı ve kader görüşünden vazgeçmediği için hapse atılan Gaylan, Emevî kralı Hişam bin Abdü’l-Melik emriyle önce elleri ve ayakları kesilir, fakat diliyle fikirlerini savunmayı devam ettirdiği görülünce önce dili kesilir ve ardından ağır işkence altında öldürülür.
- İMAM A’ZAM EBÛ HANÎFE[15]
Ebû Hanîfe, kıyas[16] yöntemini hadisten daha önemli gören, rey[17] metodunu önemsemesiyle içtihat[18] ve akılcılığı sisteminin merkezine yerleştiren bir düşünür ve hukukçudur. Zındıklık[19] ve Mürcîlikle[20] suçlandığı dönemde “Kur’an kaynağı itibarıyla yaratılmış olamaz, ancak elimizdeki yazılı metin olan Kur’an yaratılmıştır.” dediği için resmî ideolojinin dışına çıkmış ve Mürcî mezhebinden olmakla suçlanmıştır. Hadisler konusunda her rivâyete atlamamış, güvenilir denilen kişilerin aktarımlarını otomatik biçimde kabul etmemiş, rivâyetleri[21] dirâyetle[22] ölçüp tartmış; bütün ömründe kullandığı hadis sayısı on (10), on yedi (17) veya yirmi (20) hadis olmuştur. Ancak onu ölüme götüren sebepler Emevîlerin İmam Ali ve çocuklarına açıktan hutbelerde küfretmelerine gösterdiği tepkidir.
İmam, Emevîlerin Irak valisi Yezid bin Ömer’in Kûfe kadılığı ve hazine yöneticiliğini kabul etmediği için hapse atılır ve işkence edilir. Abbâsîlere doğru ve âdil olmaları koşuluyla biat eder. Abbâsi halifelerinden Ebû Câfer Mansur[23] da İmam Ali nesline tıpkı Emevîler gibi davranmaya başlayınca Abbâsîlerle arası açılır ve Ebû Câfer Mansur’un Bağdat kadılığı teklifini reddeder. Resmî ideolojiye yakın duran ulemâdan olan İbn-i Ebî Leylâ onun akılcı ve kendi görüşlerini öne çıkaran fikirleri nedeniyle önce aleyhinde kara propaganda yapar, buna rağmen onun karizmasını çizemeyince susturulması için vâliye şikâyet eder. Şikâyet üzerine tutuklanan İmam A’zam’a hapiste şiddetli işkence yapılır, her gün dayak atılır ve sonunda zehirlenerek öldürülür. Büyük imam, öldürülmeden önce “Beni gasbedilmemiş topraklara gömün.” diyerek fetih adı altında yapılan toprak işgallerini eleştirdiğini ortaya koyar.
İmam A’zam, sevilmemesinin nedeni olarak “Mekkeliler sevmez, çünkü nesih[24] rivayetlerine karşıyım. Medineliler sevmez, çünkü yağmur ve meyve suyu ile abdestin olacağını söylüyorum. Şamlılar sevmez, çünkü Sıffîn Savaşı’nda olsaydım İmam Ali tarafında yer alacağımı bilirler. Hadisçiler sevmez, çünkü halifeliğin Muâviye’nin değil İmam Ali’nin hakkı olduğunu savunuyorum.” der.[25]
Ebû Hanîfe tüm yaşamında İslâm’ı yozlaştırma, din dışına çıkma, sapıklık, deccallık, hadis ve sünnet düşmanlığı, inkârcılık ile suçlanmıştır. Sünnîlerin hadis imamı Buhârî[26] tarafından güvenilmez kişi, sapık mezhepli[27] ilan edilirken Şiîlerin Buhârîsi olan Küleynî de el-Kâfî’de ona lânet okur. Çünkü İmam’ın “Hz. Peygamber dışında herkesin eleştirilebileceğini düşünmesi”ne tepki duyar.
“Ebû Hanîfe, iki âyeti inkâr etti. İmânın artıp azalmayacağını ve namazın dinin parçası olmadığını söyledi.” diyen Kadı Şerik, İmam’a “Elime fırsat geçerse kelleni uçururum.” der.[28] Süfyân-ı Sevrî ise onun hakkında “İslâm bedenine Ebû Hanîfe’nin yerleştirdiği şerden daha büyük bir şer yerleştirilmedi.” der.[29] Ünlü fıkıhçı Evzâî de İmam hakkında “Ebû Hanîfe, İslâm’ın can damarına musallat oldu ve onları birer birer parçaladı.” der.[30] Mâlikî mezhebinin önderi İmam Mâlik, İmam hakkında “Ebû Hanîfe’nin ümmet içinde oluşturduğu fitne İblis’in fitnesinden daha şerlidir.” demesi yetmezmiş gibi[31] “Onun yaşadığı beldede yaşamak câiz değildir.” der.[32] Şâfî mezhebinin önderi İmam Şâfî, Hanbelî mezhebinin önderi İmam Ahmed bin Hanbel ve İmam Mâlik Ebû Hanîfe’nin sapkınlık içinde öldüğü konusunda fikir birliği etmişlerdir.[33]
İmam A’zam’a bu kadar tepkinin doğmasında İmam’ın “rivâyetlere karşı aklı öne çıkarması, Emevî ve Abbâsî devletlerine isyan etmesi, isyancıları parasal yönden ve fetvâlarıyla desteklemesi, ana dilde namaz kılınacağını söylemesi, hadisleri akıl ve Kur’an ile karşılaştırarak kabul veya red etmesi, Kur’an ve Hz. Muhammed dışında herkesin eleştirileceğini savunması, din ile şeriatın (hukukun) farklı alanlar olduğunu savunması; namaz, oruç, hac ve kurbanı imanın ölçüsü saymaması; savaşların din üzerinden yürütülmesine karşı çıkması, İmam Ali soyunu sevip savunmayı mezhepçilikten çıkarması, evlenme kararında kadına özgürlük tanıması, din hizmeti yaparak geçinmeye karşı çıkması, içkinin sarhoş olmama kaydıyla içilebileceğini savunması, takıyyeciliğe[34] itibar etmemesi” biçiminde sıralayabileceğimiz eylem ve düşünceleridir. Süfyân es-Sevrî, İmam hakkında “Zındıklıktan dönmesi için iki defa, kâfirlikten dönmesi için defalarca tövbeye çağrıldı.” diyerek İmam’ın zındık ve kâfir olduğu için öldürüldüğünü söyler.[35] Hadisçi ve mezhepçi bakışlara ters sözler söylemenin faturası İmam A’zam için “dini kendi reyi ile yorumlamak; selefin, sünnet ve cemaatin yolundan ayrılmak” suçlamalarıyla ölüm olmuştur maalesef.
- TABERÎ EL-BAĞDÂDÎ[36]
Taberî, Şâfî mezhebinden çıkıp kendi mezhebini kurması üzerine tüm düşmanlığı üzerine çeker. Ahmed bin Hanbel’i yeterli güçte bir fıkıhçı kabul etmediği için hadisçilerin tepkisini alır. مَقَامًا مَحْمُودًا [37] Makâm-ı mahmûd âyetini hadisçiler Hz. Muhammed’in arş’ta Tanrı’nın sağ tarafında bulunan ve Hz. Muhammed’e ait olan makam koltuğu kabul ediyorlardı. Ancak Taberî bu fikri saçma bulduğunu belirten bir cevap vermesi üzerine Hanbelîler ona tekme tokat girişir, ellerinde ne varsa onun üstüne atar; o, bir ara ellerinden kurtulup evine kaçınca onun evini taşa tutarlar, evinin içi taşla dolar. Hanbelîler onu dinlemeyi yasaklar ve onun ders vermesine engel olurlar. Bu olaylar nedeniyle Taberî İhtilâf-u Fukahâ kitabını gizler.
Abbâsî kralı Me’mun ile onun desteklediği Mûtezile mezhebi devrinin bitmesi üzerine yeni kral olan Mu’tasım Bi’l-lâh, Hanbelîleri desteklediği için onlar da şirretleşmişler ve sınır tanımaz biçimde muhalefeti yok etme sevdasına düşmüşlerdi. Yani yeni muktedirin yeni beslemeleri Hanbelîlerdi. Eski iktidar da Ahmed bin Hanbel’e görüşleri nedeniyle zulmetmişti. Yani kim iktidara gelirse kendi fikir ve ideolojisine ters gelene besleme uleması ile birlikte işkence ediyordu.
Taberî, hem اَرْجُلَكُمْ [38] biçiminde harekelenmiş ifadenin ercüli-kum biçiminde de okunabileceğini söyleyip ayakların yıkanma dışında mesh edilebileceğini iddia etmesi hem de Gadîr-i Hum olayının[39] gerçek olduğunu düşünmesi nedeniyle Şiî olmakla suçlanmıştır. Zâhirî mezhebi imamı Dâvud bin Ali el-İsfehânî’nin derslerine katıldığı bir zamanda farklı fikir sunduğu ve tartıştığı için tehdit edilince bir daha Zâhirîlerin derslerine katılmaz. Ömrünün neredeyse kırk yılına yakınını evinden pek ayrılmamakla geçiren Taberî ölünce bile Hanbelîlerin tepkilerinden korkulduğu için evinin içine gömülmüş ve birkaç kişi tarafından cenaze namazı kılınmıştır. En ilginç durum ise Taberî’nin ancak bir-iki meselede farklı düşünmesi ve bunları dillendirmesi hayatının zehir olmasına yetmiştir.
- FAHRÜDDÎN ER-RÂZÎ ET-TABERİSTÂNÎ[40]
Gazâlî ve İbn-i Sînâ’dan etkilenerek düşünce temellerini oluşturur. Mantık bilmeyi hukukçu olmanın temel şartı sayar. İbn-i Sînâ’dan aldığı vâcibu’l-vucûd li-zâti-hî[41] tezini çok önemser. Sünnî ve Şiîlerin akâid,[42] kelâm[43] ve felsefe[44] alanlarında çok etkili olmuştur. Kendi sonuçlarını bile sürekli sorgulayan biridir. En büyük tehdidi Hasan Sabbah’ın adamlarından aldığı için onlar hakkında konuşmaktan sürekli kaçınır. Gazneliler devrinde Kerrâmîlerin lideri Mecdü’d-din bin Kurve ile tartışmasının ardından hem Kerrâmiler hem de halkın büyük tepkileri üzerine Firûzkûh şehrinden kaçmak zorunda kalmıştır. Çünkü Kerrâmîlerin arkasındaki destek Gazne sarayıydı. Hanbelîler ise Râzî’nin karısına iftira atarak kendilerince onun onurunu yere seriyorlardı. Kerrâmîler tarafından zehirletildiği iddiâ edilmiş, cesedinin mezarından çıkarılıp teşhir edilmemesi için mezarı gizlenmiştir. Râzî, Mürcîlerin bir kolu olan Kerrâmîler ve Hanbelîler tarafından zındık ve dinden çıkmış sapık olarak suçlanmış, bunun sonucu olarak da yaşamı sürgünlerde geçmiştir.
- İBN-İ RÜŞD EL-KURTUBÎ[45]
Gazâlî’nin söndürdüğü felsefeyi İbn-i Rüşt Endülüs’te aydınlattı. Muvahhidîlerin kralı Yusuf’un isteğiyle Aristo’nun şerhini yaptı. Böylece felsefe tarihinin en büyük yorumcusu oldu. Sevilla/İşbiliye kadılığına atandıktan sonra da Aristo şerhlerini sürdürdüğü için şârih/connendator (yorumcu)[46] diye anıldı. Kurtuba başkadısı olduğunda hem makamına hem de fikirlerine düşman olanlar çoğaldı. Bu arada Gazâlî’nin kitaplarını devlet toplatıp yakmıştı. Bu ortamda Gazâlî’nin Tehâfütü’l-Felâsife[47] adlı eserine Tehâfüt-ü Tehâfütü’l-Felâsife[48] adlı eseriyle muhteşem bir cevap verdi.
Kur’an’daki Ad kavmi kıssasında geçen “fırtınayla yok olma” durmunundan hareketle Kur’an’daki bu tür kıssaların hikâye türü anlatılar olduğunu düşündüğünü söylemesi üzerine kâfirlikle suçlanır. Fıkıhçıların kamuoyu oluşturarak bastırması üzerine de Kurtuba’ya 70 km. uzaklıktaki Lucena/Ellisâne adlı yere başka felsefecilerle birlikte sürgün edilir.
İbn-i Rüşt’e göre akıl ile nakil (âyet, hadis, sahâbe sözü) çatışırsa akıl esas alınır, nakil yorumlanır. İbn-i Rüşt âdil bir devletin felsefe bilen yöneticilerle adâleti sağlayabileceğini savunur.[49]
İbn-i Rüşt âyetlerin izahında mezhepçi klasik söylemler dışına çıkması nedeniyle dayak yer, yoksul bir yaşama mahkûm edilir, kitapları yakılır, Kurtuba Camii’nden dövülerek atılır, öğrencileri terk eder, şâirler aleyhinde şiirler yazar ve yaşama oldukça zor koşullarda direnirken ölür.
Mezhep, gelenek ve rivâyet’i putlaştıran sözde Müslümanlar ile besleme ulemâ onu sahipsiz bırakırken aydın Hıristiyanlar tarafından Averroes[50] lakabıyla baş tacı edilir. O, Fas’ta sefil bir sürgün yaşarken öldükten üç yıl sonra kıymetini anlayan saray ona iâde-i itibar yaparak kemiklerini Kurtuba’ya getirir; ama nâfile…
- MOLLA LÜTFÎ[51]
II. Bayezid zamanında hakkındaki şikâyetler üzerine tutuklanır, beş kişilik bir ulema heyeti tarafından iki yüz (200) tanık dinlendikten sonra mülhid ve zındık olduğuna karar verilerek idam edilir. Beş kişilik ulema heyeti arasında sadece Molla Efdal-zâde idama karşı çıkar.
Molla Lütfi’ni yaşadığı II. Bayezid devrinde iki medrese arasında kıyasıya mücadele vardı. Karamânî Mehmet Paşa’nın öncülüğünde kurulan tekke mensupları Molla Lütfi’nin içinde olduğu Şeyh Vefâ tekkesini dinsizlik ve zındıklıkla suçluyordu. Tarihin ünlü isimlerinden Zenbilli Ali Cemâlî, Hoca-zâde ve Sinan Paşa da özgür düşünceli ulemanın ilgi duyduğu Şeyh Vefâ tekkesindeki derslere katılıyordu. Molla Lütfi de bu tekkede fıkıh dersleri veriyordu.
Molla Lütfi, sözünü esirgemeden konuştuğu için taassup[52] sahipleri arasından çok düşman edinmişti. Molla Lütfi hakkında hasım medreseliler tarafından saraya şikâyet mektupları yazılıyordu. Mektuplarda onun dinsiz, itikâdı[53] bozuk ve hîlekâr olduğu tezi işleniyor ve bu bunu destekleyecek epey kurgusal senaryo üretiliyordu. Onun hakkında saraya yazılan mektuplarda geçen “Felsefecilerin safsatalarına yapışmış, şeriatın prensiplerine tarruz etmiş, dinden çıkma suçu işlemiş.” cümleleri işin aslını göstermeye yeter. Molla Lütfi ile ilgili olarak söylenen “Para yedi, saraydan mal kaçırdı, hıyaneti nedeniyle kazaskerlikten atıldı.” gibi suçlamalar konusunda Sehî Bey Tezkire’sinde “Kimileri onun hakkında ağızbirliği ederek onun küfre varan sözler söylediğine tanıklık ettiler.” denilir ve bu suçlamanın gerçekle bağlantısı olmadığı ima edilir. Buradaki “kimileri” diye söylenen kişiler dönemin medrese öğrencileri ile onların hocaları olan ulemâ sınıfıdır. Ancak muhalif ulemadan oluşturulan muhâkeme heyeti, suçlamalar ve tanıkları dinledikten sonra Müslümanların selâmeti ve dînin kurtarılması için Molla Lütfi’yi at meydanında başını kestirerek idam ettirir.
Tokatlı Molla Lütfi’nin idam edilmesiyle beşik ulemasının sarayda makam elde etme imkânı genişlemiştir. Şakâyık-ı Nûmâniye yazarı Taşköprü-zâde onunla ilgili olarak “rakipsiz bir âlim, üstün kişilikli biri” diye bahseder. Yavuz Sultan Selim, Kemal Paşa-zâde’ye Molla Lütfi meselesini sorduğunda Kemal Paşa-zâde, padişaha “Çağdaşlarının hasedine uğradı.” der.
- MOLLA KÂBIZ[54]
Orhan Gazi devrinde sarayda Müslüman ve Hıristiyan ulemanın toplanarak birbiriyle tartışma yapması ünlüdür. Bu tip tartışmalar Bursa ve İznik’te yaygındı. Bu tartışmalar halk nazarında tartışılınca mezhepçi ulemâ tarafından İsâ-severlik adıyla bir suç üretilmiştir. Molla Kâbız, İsâ-severlerin en sistemli ve akıllı konuşanı kabul edilir. Molla Kâbız, İstanbul’un meyhaneleri dâhil her yerine ve her ortamına gidip Kur’an, İncil ve hadislere dayanarak İsa’nın Muhammed’den üstün olduğuna halkı ikna etmeye çalışmıştır.
Molla Kâbız idam edildikten sonra onun aleyhinde kitap yazan Şeyhü’l-İslâm Kemal Paşa-zâde, Molla Kâbız üzerinden Taftazânî’nin “İsâ yeniden gelince vahiy almadan peygamberlik yapacak.” söylemine ve Buhârî şârihi Kirmânî’nin “İsa Hıristiyanlığı kaldırmak için gelecek” demesine cevaplar verir. Esasında Molla Kâbız ağırlıklı olarak hadislere dayandığı için Osmanlı kadıları çaresiz kalıyordu. Doyurucu cevaplar veremeyen ulemâ onu susturmanın yolunu idam ettirmekte gördü. İstanbul kadısı Saâdettin, Molla Kâbız’ı Ehl-i Sünnet mezhebine girmesi halinde idam edilmeyeceğini söylemesine rağmen Molla Kâbız bu teklifi kabul etmeyince idam edilir.
Osmanlı belgeleri arasında Molla Kâbız’ın düşünceleri ve argümanları[55] asla açıklanmamış, hangi sözlerinin çürütüldüğü belirtilmemiş, sadece ölümünden sonra hakkında konuşulmuştur. Molla Kâbız meselesi, Osmanlının Kânûnî döneminde bile fikir mücadelesi edemeyecek bir acizlik içinde olduğunu göstermesi açısından önemli bir aynadır.
- İSMÂÎL MÂ’ŞÛKÎ[56]
Aksaraylı Pir Ali’nin oğludur. Pir Ali, Melâmîliğin Bayramiye koluna bağlı bir şeyhti. İsmâîl Ma’şukî çok yakışıklı bir genç olduğu için ona Oğlan Şeyh lakabı takıldı. Kânûnî, Irak seferinden dönerken Aksaray’a uğrar, Pir Ali ile görüşür ve Oğlan Şeyh’i İstanbul’a götürür. Yüz güzelliği, hitabeti ve vaazlarıyla çabuk tanınması üzerine aleyhine çalışanlar da çoğalır.
Osmanlı kaynakları İsmâîl Ma’şukî’nin kendisi hakkında söylenen iddiaları savunduğuna dair hiçbir mahkeme kararı beyan edememiştir. Örneğin onun “Yeme, içme ve uyuma ibadettir; oruç, hac ve zekât insana ceza olarak gelmiştir; mü’mine iki bayram namazı yeter, şarap Tanrısal çoşkudur, zina ve anal ilişki aşkın tadıdır, Tanrı her surette göründüğü için görünen her şey de Tanrı’dır.” dediği ve bunları kendisinin kabul ettiği veya reddettiğine dair hiçbir kaynak yoktur. Ancak anlaşılan o ki idam edilmesi için tıpkı Molla Lütfi’ye yapıldığı gibi uyduruk suçlar üretilerek idam edilmiştir. Makam, kariyer, konfor, mezhep taassubu, tarîkât rekâbeti için nice değerli insan bu şekilde öldürülmüştür.
KAYNAKÇA
AZİMLİ, Mehmet, Hasan & Muaviye, 1. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2016.
HATEMİ, Hüseyin, Bilim Tarihimizde Bir Anıt İsim: Molla Lütfi, Yeni Dergi, Nisan-Mayıs 1994, Ankara.
İSMÂİL MÂ’ŞÛKÎ, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 23. Cilt, 2001.
KAZANÇ, Fethi Kerim, İslam Kelamında İnsan Fiilleri Bağlamında Kader Anlayışı, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 4. Sayı, 7. Cilt, 2007.
ÖZKAN, Mustafa, Emevîler Döneminde İktidar-Ulemâ İlişkisi, 2. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2015.
ÖZTÜRK, Mustafa, Taberî’nin Tefsir Anlayışında Selefîlik ve Ilımlı Zâhirîlik, Bir Müfessir Olarak Muhammed bin Cerîr et-Taberî Sempozyumu, 11-13 Haziran 2010.
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, İmamı Azam Ebu Hanife, Yeni Boyut Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2009.
SIRMA, İhsan Süreyya, Hilafetten Saltanata Emevîler Dönemi, 23. Baskı, Beyan Yayınları, İstanbul, 2019.
ÜZÜM, İlyas, Molla Kâbız, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 30. Cilt, 2005.
[1] Pelesenk etmek (deyim): Bir şeyi söylemeyi alışkanlık haline getirmek, diline dolamak, dilinden düşürmemek.
[2] Normal bir düşünce ekolü olmaktan çıkıp din gibi körü körüne bağlanılan ve hükümleri ile önderleri eleştirilemeyen mezhepçlik kastedilir.
[3] Devrimci sûfîlik yerine manevî makamlar ve elbiseler icat ederek kutsal ve tartışılamaz kişiler üreten tarîkâtçılık kastedilir.
[4] Medîne’de toplumun tümünü kucaklayan İslâm cemaati anlayışını grupçuluğa, hizipçiliğe, klikçiliğe dönüştüren cemaatçilik kastedilir.
[5] Tefekkür: Fikir yürütme
[6] Taakkul: Aklı etkin ve aktif biçimde kullanma
[7] Tezekkür: Değerleri anarak onların şerefini yükseklere çıkartma
[8] Tedebbür: İşin sonuna dair plânlı hareket etme
[9] Ölümü: M. 671/H. 51
[10] Ölümü: M. 703/H. 83
[11] Ölümü: M. 738/H. 120
[12] Vehbî: Doğuştan, kodlanarak verilmiş, hazır bulunmuş, tepside ikram edilir gibi verilmiş.
[13] Kesbî: Çalışılarak kazanılmış, emekle öğrenilmiş.
[14] İcmâ: konsensus, fikir birliği.
[15] Ölümü: M. 767/H. 150
[16] Kıyâs: Karşılaştırmalı okuma yapma
[17] Rey: Özgür düşünce, tercih (Ehl-i rey: Düşüncesini âyet, hadis, sahabe sözü, siyaset, gelenek ve hukuk sınırlamalarına takılmadan özgürce üreten. Skolastik -kalıplaşmış kabullere dayalı- düşünme biçimine karşı durarak akıl yürütmeyi özgürce yapan.)
[18] İçtihat: Hüküm çıkarma, hukuk yorumu (yapma)
[19] Zındık: Dinsiz.
[20] Mürcî: Ölüm sonrasındaki aşamamızda Tanrı’nın nasıl davranacağının tam olarak bilinemeyeceğini savunmak.
[21] Rivâyet: Kişiden kişiye aktarılan bilgi ve haber, söylenti. (Rivâyet, önce sözel biçimde yayılır, zamanla yazıya geçirilir.)
[22] Akıl, kıyâs, muhâkeme, analiz (tahlil, bütünü parçalarına ayırıp inceleme)
[23] Ölümü: M. 775/H.158
[24] Nes(i)h: Sonradan gelen âyetlerin ilk gelen âyetlerdeki hükümleri kaldırdığı fikri veya hadisler tarafından âyetlerin hükümlerinin kaldırıldığı kabûlü.
[25] Kerderî Bezzâzî, Hâfizu’d-din Muhammed, Menâkib-u Ebî Hanîfe, Beyrut, 2006.
[26] Ölümü: M. 870 /H. 256
[27] Mehmet ERDEM, İmam Buhari‟nin Kitaplarında İmam Ebu Hanife Hakkındaki Rivayetlerin Tespit ve Tahlili, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. 28-30 Nisan, 2015 tarihinde Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi tarafından düzenlenen “Devirleri Aydınlatan Meş’ale: İMAM-I AZAM” başlıklı sempozyumda sunulan “İmam Buhari’nin İmam Ebu Hanife Hakkındaki Cerh İfadeleri Üzerine Bir Etüt” başlıklı tebliğ.
[28] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/372-374.
[29] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/397.
[30] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/398.
[31] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/396.
[32] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/400.
[33] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/383-384.
[34] Takıyye: Ortamına göre renk alarak kendi kişiliğini saklama. Gerçek düşüncesini gizleyerek yaşadığı çevrenin beklediği fikir ve eylemleri ortaya koymak.
[35] Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdat, 13/382-383.
[36] Ölümü: M. 923/H. 310.
[37] İsrâ, 79/Magâmen mahmûden.
[38] Mâide, 6/Ercüle-kum
[39] غدير خم Vedâ Haccı’ndan dönerken Hz. Muhammed, İmam Ali’nin kolunu kaldırarak “Kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır.” dediği ve böylece Ali’yi kendinden sonraki halîfe atadığı rivâyetidir. Şiîler için çok önemliyken Sünnîler tarafından karşı çıkılan veya farklı aktarılan bir rivâyettir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 281)
[40] Ölümü: M. 1210/H. 606.
[41] Vâcibu’l-vucûd li-zâti-hî: Zorunlu varlık. Var olmak için başkasının plân, güç ve etkisine ihtiyaç duymadan kendiliğinden var olan; olmaması asla düşünülemeyen zorunlu varlık.
[42] Akâid: İnançlar. Tanrı’nın varlığı ve özellikleri, kitap, melek, peygamber, âhiret, kader, hayır ve şer konular hakkında üretilen inanç görüşleri.
[43] Kelâm: İslâm felsefesi
[44] Felsefe: Niçin’i aramak için sorular sorup tartışılan bilgi alanı.
[45] Ölümü: M. 1198/ H. 595.
[46] Şârih: Şerh eden, tüm detaylarıyla açığa çıkaran, otopsi yapan.
[47] Tehâfütü’l-Felâsife: Felsefenin Tutarsızlığı
[48] Tehâfüt-ü Tehâfütü’l-Felâsife: Felsefenin Tutarsızlığı’nın Tutarsızlığı
[49] Günümüzde Avrupa Birliği onu modern Avrupa’nın mimarlarından sayar. Çünkü Aristo’nun önemini insanlığa gösteren isimdir.
[50] İspanyalı Yahûdîler İbn-i Rüşd’ü İbrânîce ağza uygun biçimde Aben Roşd diye çevirince İspanyol ağızlarında Aven Roşd’a dönüşür ve Latin dilinde de Averroys/Avennoes şeklini alır.
[51] Ölümü: M. 1495/H. 900
[52] Taassup: Bir düşünceye körü körüne bağlanma
[53] İtikad: İnanç temellerini oluşturan ana görüşler.
[54] Ölümü: M. 1527/H. 934
[55] Argüman: Kanıt, gerçek belge
[56] Ölümü: M. 1529/H. 935