”Tevhid Allah’ın birliği soyut bir dava değildi. Yeryüzünde o günkü toplumda politik, siyasal ve sosyal bir davaydı. Şirk toplumun sınıflara ayrılmasıydı; zenginler-yoksullar, efendiler-köleler denmesiydi. Şimdi bunları Batı Avrupa’daki Markiszm’den, sosyalizmden öğrenmişiz de İslam’a sokuşturuyor değiliz. Ben diyorum ki bunlar İslam’ın özünde zaten vardı.”
2-13 Ocak 2019’da İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nda 16 konuşma iki yazılı tebliği sunuldu. Konuşmacıların mesajlarını bu yazı dizisinde sizlere aktaracağız. Bugün ilahiyatçı, yazar R.İhsan Eliaçık’ın konuşmasını sunuyoruz…
*
Bu çalıştayı düşünen kişilerden biri olarak şunu ifade edeyim ki önce, biz bu çalıştaylara bir dizi devam edeceğiz. Birinci denmesinden de anlaşılacağı gibi 2. 3. 4. 5.si nereye kadar giderse oraya kadar gidecek ve her bir çalıştayda yeni yeni konular ele alınacak.
Burada arkadaşlar konu belirlemediler. Bu konularda neler düşündüğünü konuşmacılar izah edecekler. Bu nedenle aklımıza ilk gelen fikirleri aktarmaya çalışacağız. Sonraki çalıştayları daha büyük mekanlarda daha büyük otellerde böyle eşitlikçi bir ortam içerisinde böyle protokolsüz, kasılma olmadan, gerekirse çadırlarda, gerekirse büyük kültür merkezlerinde devam ettirmeyi düşünüyoruz.
Ortamın gerildiği, insanların iki de bir yüzde elliye elli, Türk Kürt, Alevi-Sünni, dindar-solcu, inanan-inanmayan diye gerilime sokulduğu ve buraların kaşındığı bir ortamda İslam ve Sol Çalıştayı deyip bir çok insanın ismini bir arada zikredip onların bir araya gelip, eskilerin tabiri ile ‘ruberu’ yüz yüze, nefes nefese konuşmasını çok önemli bir gelişme olarak görüyorum. Bunun görüntüsü dahi ülkeye bir mesajdır.
İnsanlar kendi hür fikirlerini burada ifade edecekler. Biz, şahsen ben düşünce adamı olarak sükunet ortamı arıyoruz, memleketin gerilmesini istemiyoruz, söyleyeceğimiz sözlerimiz var, fikirlerimiz var, kitaplar yazıyoruz, insanları düşünmeye davet etmek istiyoruz ama ortam gerilince, silahlar konuşunca düşünceler göç ediyor. Kalem susuyor, insanlar bir araya gelip konuşmaz hale geliyor. İnsanlar birbirlerine öfke ile bakıyor ve o zamanda müsademe-i efkardan Barika-ı hakikat doğmuyor. Yani fikirlerin çatışmasından hakikat güneşi ortaya çıkmıyor. Bu nedenle çalıştayı bu açıdan da çok önemli bulduğumu ifade etmek istiyorum.
Şimdi benim bu konuşmada ileri süreceğim tez şudur: Bunların detaylarına tabi daha sonra gireriz, uzun uzadıya vaktimiz yok, başlı başına konferans konusu bunlar. Çağımızda sol fikirler diye bilinen emek, eşitlik, özgürlük, ezilenlerin, yoksulların, altta kalanların korunması kollanması ve insanların eşitliği fikri İslamiyete sonradan yamanan, sonradan sokulan bir fikir ve düşünce değildir. Bu fikirler İslam’ın özünde, İslam’ın en yüksek derecede birinci derecede temsili olan Kur’an-ı Kerim’in özünde vardır.
Dolayısıyla , İslamiyete solculuğu sokmaya çalışıyorlar, Kur’an-ı Kerim’i koministçe yorumluyorlar laflarının tamamı boştur. Ben bununla ilgili kitaplar yazdım. Kur’an-ı Kerim’in baştan sona tefsirini yazdım, on yıl uğraştım, çok şüpheler geçirdim, acaba ben dışarıdan solcu fikirleri Kur’an’a sokuşturmaya mı çalışıyorum? Kur’an’ın içinde, özünde daha sonra beni utandırmayacak şekilde sağlam bir şekilde kanıtlar orada var mı? Yok mu? Bu her şeyden evvel benim fikirsel, entelektüel maceramdır. Başkasını ilgilendirmeyen, kendi uğraşımdır. Ben bununla çok uğraştım, ben bunu iddia ediyorum, herkesle konuşmaya hazırız. Biraz evvel çağımızda özellikle Fransız Devrimi’nden sonra sol fikirler diye bilinen emek, adalet, eşitlik, ezilenlerin ve yoksulların korunması, kollanması ve durumlarının iyileştirilmesi fikri Kur’an’ın özünde vardır.
Ve zaten Kur’an’ın bence bundan başka bir davası yoktu. Namaz kılmak daha önce biliniyordu müşrik araplar namaz kılıyordu. Hac etmek biliniyordu müşrik araplar hac ediyordu. Şu anda Suudi Arabistan’daki gibi Peygamber zamanında Kabe’nin etrafı Lebbeyk Allahümme Lebbeyk sesleri ile inliyordu. Müşrikler Ramazan orucu tutuyordu, Cuma günleri Cuma namazı kılıyordu, gusül abdesti alıyordu, teyemmüm bile vardı. Kur’an’ı Kerim’de evlenmeden boşanmaya kadar bütün hükümler aşağı yukarı müşrikler tarafından biliniyordu.
Peki Bedir Savaşı neden oldu? Uhud Savaşı neden oldu? Peygamber Mekke’den Medine’ye niye göç etti? Peygamberi neden suikast düzenleyerek öldürmek istediler? Bu düşmanlık neden? Namaz için mi? Oruç için mi? Allah’a inanıyor, inanmıyorsun diye mi? Bütün müşrikler Allah’a inanıyordu. Bedir Savaşı’nda iki tarafta dua ediyordu yarabbi bizi muzaffer eyle diye. Kılık kıyafeti müşriklerin aynı Peygamber gibiydi; sakallıydı, sarıklıydı, cüppeliydiler. Bunlar da hiçbir değişiklik olmadı.
Peki mesele neydi? Mesele eşitlik meselesiydi. Peygamber dedi ki: “Köleleri serbest bırakacaksınız, tarlaları, bağları, bahçeleri yoksullarla paylaşacaksınız, Kabe’ye getirilen mallara el koymayacaksınız, kadınlarla dilediğiniz kadar evlenme, dilediğiniz kadar boşanma olmayacak, efendilerinden kaçan köleleri cariye yapıp alıp satmayacaksınız, kadınlarla aynı sofraya oturacaksınız, onları kendinizle bir bileceksiniz, eşit tutacaksınız. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktandır. Hepimiz Allah’ın önünde biriz ve eşitiz… Tevhid dediği buydu. Tevhid Allah’ın birliği soyut bir dava değildi. Yeryüzünde o günkü toplumda politik, siyasal ve sosyal bir davaydı. Şirk toplumun sınıflara ayrılmasıydı; zenginler-yoksullar, efendiler-köleler denmesiydi. Şimdi bunları Batı Avrupa’daki Markiszm’den, sosyalizmden öğrenmişiz de İslam’a sokuşturuyor değiliz. Ben diyorum ki bunlar İslam’ın özünde zaten vardı.
Şimdi size bir kaç tane ayet meali okuyacağım, lütfen bunların üzerinde düşünün. Çin’e gitseniz, Kanada’ya gitseniz, Moskova’ya gitseniz, Müslüman olmayan toplumlara gitseniz ve şu ayetleri, bunlar Kur’an-ı Kerim’de geçen ayetler demeksizin onlara okusanız. Mesela deseniz ki zenginlerin malında yoksulların hakkı vardır (Meâric suresi 24-25 ayet ). Ben böyle bir ekonomi-politik bir görüşe inanıyorum. Zenginlerin malında yoksulların, sırf yoksul kalmış olanların, çalışan kazanan zengin dahi olsa hakkı vardır, hakkı vardır, hak kelimesini bizzatihi Kur’an kullanıyor. Bu şu demektir: O hakkı geri vereceksin, vermezsen hakkını yemiş olursun, hak yiyene hırsız denir. Zenginlerin malında yoksulların hakkı vardır, bunu deseniz, bakalım size ne diyecekler.
Veya deseniz ki yeryüzündeki nimetler, yer altında ve yeryüzünde olan bütün nimetler insanlar arasında eşitçe bölüşülmelidir. (Fussulet Suresi 10. ayet). Hakkaniyetle, adaletle değil; onlar ayrı kavram, Kur’an’da bu ayrı kavram; “hakk” ayrı bir kavram “adalet” ayrı bir kavram, “vasat” ortalama ayrı bir kavram, “mizan” denge ayrı bir kavram, musavvât, sevâ ayrı bir kavram, sevaen li’s-sâilîn diyor ayette; isteyenler/insanlar için eşitçe. Bunu deseniz size ne derler?
Sonra Bakara Suresi 219. ayet ; sana neyi İnfak edeceklerini sorarlar deki ihtiyaçtan fazla olanı, yani sana neyi mülkiyetinden çıkaracaklarını, neyle mülkiyet ilişkisini kurmayacakları sorarlar deki ihtiyaçtan fazlasıyla mülkiyet ilişkisi kurmayın, ihtiyacınız kadar yaşayın.
Sonra deseniz ki mallar sizden zenginler arasında dolanan bir devlet olmasın (Haşr Suresi 7. ayet Bunu okusanız size ne derler.
Sonra insan için emeğinden başkası yoktur ( Necm Suresi 39.ayet). İnsan emekten ibarettir, bir şeyin size ait olduğunu iddia ediyorsanız ona ne kadar emek verdiğinizi kanıtlamak zorundasınız. Emeğiniz yoksa o şey size ait olamaz. Size ait olan şeyin de yoksulların onun üzerinde hakkı vardır. Size ait olan o şeyin de zenginler arasında dönüp dolanan bir devlete dönüşmemesi gerekir. İhtiyaç fazlasıyla ilişki kurmamanız gerekir. Nimetlerin insanlar arasında eşitçe bölüşülmesi gerekir.
Size okuduğum bu beş ayet, bunun gibi eğer burada beni üç saat boyunca dinleseniz hiç durmadan size böyle ayetler okuyabilirim. Beş tanesini söyledim. 15 dakika vaktimiz var. Dolayısıyla bunlar Kur’an-ı Kerim’den ayetlerdir. Kur’an’ın dışına çıkmıyorum. Böyle onlarca hadis de okuyabiliriz.
İslam tarihinde Ebu Zeri Gıffari’den itibaren başlayan isyan hareketleri öteki İslam tarihini oluşturuyor. Bununla da ilgili bir kitap yazıyorum; Öteki İslam Tarihi… Ebu Müslüm Horasani’ den Zenc İsyanından Karmatîlere kadar, Nızarîlerden Babaîlere kadar, oradan Şeyh Bedrettin’e kadar sarayın bize tanıtmadığı, sarayın etrafında olan tarihçilerin olanı biteni bizden gizlediği unutturmak istediği kitaplarını yaktığı bir çizgi var.
Sevgili misafirler, bu çizgi öteki islam tarihinin akıp geldiği yerdir. Burada başka bir İslam var. Bu İslam zındık, marjinal, heteredoks İslam değildir. Öteki İslam’dır. Bu İslam kendi zamanındaki saltanatlara saraylara karşı çıkmış olan asilerdir. Zenâdıka, kafirler, saraya, imparatorluğa başkaldıranlar diyerek boyuna aşağılanıyor. Habire onlarla ilgili konuşmalar dinliyorsunuz.
Evet bunlar tarihte yenilmişlerdir. Basit bir örnek vereceğim. İslam ve Sol Çalıştayı’nda bu örnek iyi gidecektir. Karmatîler diye bir hareket var. Bu hareketin tabanı köylüler, tarlalarda çalışanlar, tuz tarlalarında, Mezopotamya’nın bataklıklarında çalışanlardır. Bu hareketin ve onların devamı olan Muhammira hareketinin, Hürremiler hareketinin bayrakları kırmızıdır. Kıpkızıl kırmızıdır. O nedenle muhammira, hürremî, kızıllar demektir. Bunlar teşkilat içinde birbirlerine ‘refik’ (yoldaş) derler. Biraz daha araştırsam belki bunların amblemleri orak çekiç bile olabilir…
Kızıl bayraklar, birbirlerine yoldaş demeler, bunların hepsi İslam tarihinde gürül gürül var. Bunların filmleri çekilmeli, romanları yazılmalı, filmci arkadaşlara da buradan mesaj vermiş olalım. Benim söyleyeceklerim giriş olarak bu kadar. Hepinize teşekkür ediyorum sağ olun.