• Anasayfa
  • Gündem
    • Politika
    • Yaşam
    • Türkiye
    • Dünya
  • Emek
  • Kadın
  • Ekonomi
  • Eğitim
  • Ekoloji
  • Sağlık
  • Bilim & Teknoloji
  • Yazarlar
  • Arka Sayfa
    • Fikir & Yazı
    • Belgesel & Film
    • Eylem & Etkinlik
    • Fotoğraf & Karikatür
    • Kitap & Dergi
    • Müzik & Video
Adil Medya
  • Aralık 14, 2025
  • Yayın İlkeleri
  • Hakkımızda
  • Künye
  • İletişim
  • Güncel
  • Sağlık
  • Sağlık
Adil Medya
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Politika
      DEM Parti, Ankara'ya yürüyüş başlattı: 'Ekonomide adaleti sağlamayan toplumsal barıştan bahsetmesin'

      DEM Parti, Ankara'ya yürüyüş başlattı: 'Ekonomide adaleti sağlamayan toplumsal barıştan bahsetmesin'

      SAMER'den Kürt seçmen anketi: CHP'ye İmralı tepkisi

      SAMER'den Kürt seçmen anketi: CHP'ye İmralı tepkisi

      'Turpun büyüğü' davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

      'Turpun büyüğü' davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

      Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

      Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

    • Yaşam
      SAMER'den Kürt seçmen anketi: CHP'ye İmralı tepkisi

      SAMER'den Kürt seçmen anketi: CHP'ye İmralı tepkisi

      'Turpun büyüğü' davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

      'Turpun büyüğü' davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

      Maraş Katliamının 47. yıldönümü arifesinde / Acı bir hatırlatma: Adalet ve hafıza

      Maraş Katliamının 47. yıldönümü arifesinde / Acı bir hatırlatma: Adalet ve hafıza

      Terk edilen bir ideal, insan hakları...

      Terk edilen bir ideal, insan hakları...

    • Türkiye
      'Turpun büyüğü' davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

      'Turpun büyüğü' davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

      FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman: ‘Türkiye'de çocuk koruma sistemi çalışmıyor’

      FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman: ‘Türkiye'de çocuk koruma sistemi çalışmıyor’

      İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı

      İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı

      Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

      Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

    • Dünya
      Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı

      Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı

      Trump, Barrack ve Suriye…

      Trump, Barrack ve Suriye…

      Stratejik illüzyon!

      Stratejik illüzyon!

      DİTİB’in yeni başkanı tartışılıyor

      DİTİB’in yeni başkanı tartışılıyor

  • Emek
  • Kadın
  • Ekonomi
  • Eğitim
  • Ekoloji
  • Sağlık
  • Bilim & Teknoloji
  • Yazarlar
  • Arka Sayfa
    • Fikir & Yazı
      İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı

      İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı

      Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

      Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

      Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı

      Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı

      Heykeller şehri Paris, sessiz kentlerimiz

      Heykeller şehri Paris, sessiz kentlerimiz

    • Belgesel & Film
      Kapitalizmin Yeni Silahı: Prekaryaya Dönüştürülen Göçmen Emeği

      Kapitalizmin Yeni Silahı: Prekaryaya Dönüştürülen Göçmen Emeği

      Toplumsal gerçekçi romanın usta kalemi Orhan Kemal

      Toplumsal gerçekçi romanın usta kalemi Orhan Kemal

      ''Gelincik'' Elini kirletmekten çekinmeyen bir polisin hikâyesi

      ''Gelincik'' Elini kirletmekten çekinmeyen bir polisin hikâyesi

      “Leyla ile Mecnun” ekranlara geri dönüyor

      “Leyla ile Mecnun” ekranlara geri dönüyor

    • Eylem & Etkinlik
      Üçüncü Dünya Savaşı

      Üçüncü Dünya Savaşı

      Deniz Gezmiş - Metin Yüksel Birlikte Anılıyor

      Deniz Gezmiş - Metin Yüksel Birlikte Anılıyor

      Bizi uyutamazsınız; bu zulüm ne unutulur ne de affedilir!

      Bizi uyutamazsınız; bu zulüm ne unutulur ne de affedilir!

      Anayasal Düzen ve Adalet Devleti paneli

      Anayasal Düzen ve Adalet Devleti paneli

    • Fotoğraf & Karikatür
      TESK Genel Başkanı: Okul alışverişleri için en az 10-12 bin lira gerekiyor

      TESK Genel Başkanı: Okul alışverişleri için en az 10-12 bin lira gerekiyor

      Metafor

      Metafor

      Günün karikatürü

      Günün karikatürü

      LeMan'dan İsrail kapağı: Hangi hayvan hastaneleri vurur ki?

      LeMan'dan İsrail kapağı: Hangi hayvan hastaneleri vurur ki?

    • Kitap & Dergi
      Kadire Bozkurt: Ben yazarken okur henüz yoktur

      Kadire Bozkurt: Ben yazarken okur henüz yoktur

      Fuat Sürmeli'nin Yeni Kitabı Raflarda: “GÖLGEDEKİ GERÇEK”

      Fuat Sürmeli'nin Yeni Kitabı Raflarda: “GÖLGEDEKİ GERÇEK”

      Kitap toplama düşkünlüğü

      Kitap toplama düşkünlüğü

      Kitapların yalnızlığı

      Kitapların yalnızlığı

    • Müzik & Video
      4 gün sürecek 'Kuzey Fest'in programı belli oldu

      4 gün sürecek 'Kuzey Fest'in programı belli oldu

      Efendiler Bunun Neresi Yalan

      Efendiler Bunun Neresi Yalan

      Gökberk Uğurlu: “Düne takılı kalmak, önümüzü görmemizi engelliyor.”

      Gökberk Uğurlu: “Düne takılı kalmak, önümüzü görmemizi engelliyor.”

      Grup Yorum üyeleri için dayanışma konseri

      Grup Yorum üyeleri için dayanışma konseri

H.Anıl Aslan

H.Anıl Aslan

Ateistlerin Sorduğu Sorular ve Cevapları

Aralık 10, 2025 Fikir & Yazı, Yazılar 0 comments

Facebook Twitter Google+ LinkedIn Pinterest

 “Tanrı’yı Kim Yarattı?”  Her Şeyin Bir Sebebi Varsa Tanrı’nın Sebebi Nedir ? Sorusu

Felsefi Analiz: “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, ilk bakışta zekice bir itiraz gibi görünse de aslında büyük bir kategori hatası içerir. Bu itirazın dayandığı varsayım şudur: “Eğer her şeyin bir nedeni varsa, Tanrı’nın da bir nedeni olmalı. Eğer Tanrı’nın bir nedeni yok diyorsanız, evrenin de olmayabilir.” Burada ince bir çarpıtma vardır. Teist argümanlar, “her şeyin sebebi vardır” demez; aksine “başlangıcı olan her şeyin bir sebebi vardır” veya “maddi aleme ait her şeyin sebebi vardır” der. Tanrı kavramı ise ezeli ve başlangıcı olmayan bir varlığı ifade eder. Zaten Tanrı dediğimiz varlık yaratılmış olsaydı, O artık “Tanrı” olmaz, ondan önce bir Tanrı aramak gerekirdi. Yani mantıken Tanrı, “kendisini başka bir varlık yaratmamış olan” varlık demektir. Felsefede bu, “zorunlu varlık” kavramıyla açıklanır: ‘’Varlığı zorunlu olan, yokluğu düşünülemeyen, ezeli-ebedi bir varlık.’’ Bütün diğer varlıklar ise mümkün varlıklardır, yani var olmayabilirlerdi ve varlıklarını zorunlu kılacak bir özellikleri yoktur. Bu sebebi geriye doğru sonsuza dek zincirleme götüremeyiz, çünkü bu durumda hiçbir halka aslında var olamazdı. O halde zinciri başlatan bir ilk halka (nedenlerin nedeni) olmak zorundadır. Tanrı’yı da başka bir Tanrı yaratmak zorundaysa o artık ilk halka olamaz.  Bu mantık bizi saçma bir şekilde sonsuz Tanrılar silsilesine götürür. Yani “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, sorulabilecek makul bir soru değildir.  Tanrı tanım gereği yaratılmamıştır. Ateist bu noktada “Siz de evren için aynı şeyi diyemez miydiniz, evren ezelidir diyemez miyiz?” diye sorabilir. Tarih boyunca bazı filozoflar evrenin ezeli olduğunu savunmuştur. Ancak modern bilim evrenin ezeli olmadığını (zamanın geçmişte bir başlangıcı olduğunu) gösterdiği için bu argüman çürümüştür. Dahası, evrenin yapısı gereği değişim, entropi vb. süreçler ezeli bir maddi yapıyı desteklemez. Bir başlangıç gerekir. Ya “her şeyin sebebi yok, bazı şeyler nedensiz oluveriyor” diyeceğiz ki bu aklı terk etmektir; ya da “bir ilk neden var, o da kendisi nedensizdir” diyeceğiz ki aklın yolu budur. Tanrı inancı ikinciyi seçer. Bu durumda “Neden evren ilk neden olamıyor da Tanrı olmak zorunda?” denirse, şöyle cevap verilir: Evren, yapısı itibariyle geçici ve sonlu parçaların toplamıdır; enerji dönüşümleri, fizik kanunlarına bağımlılık gösterir. Yani evrenin “kendi kendine yeterli” bir varlık olmadığı aşikârdır. Tanrı ise zaten “kendi kendine yeterli” olandır, var olmak için başka hiçbir şeye muhtaç değildir. “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, mantıksal bir safsata barındırır çünkü sonsuz ve ezeli varlığın başlangıcını sormaktadır. Başlangıcı yoksa, “onu kim başlattı?” demek çelişkilidir. Bir benzetmeyle: Matematikte sonsuz bir doğru parçasının başı veya sonu yoktur; “Bu sonsuz doğrunun başı nerede?” diye sormak anlamlı olmaz. Tanrı da zamanın ve sebep-sonuç zincirinin ötesinde, bu zinciri başlatandır. O halde ateistin “Her şeyin sebebi olmalı, Tanrı’nın da olmalı” itirazı yanlış bir öncül kullanmakta ve Tanrı’yı evrendeki varlıklardan biri gibi düşünmektedir. Halbuki Tanrı, varlık kategorilerinin üzerinde olan bir zorunlu Varlıktır. Bu temel anlaşıldığında, “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusunun cevabı netleşir: Tanrı yaratılmamıştır, O ezelidir.

Bilimsel Perspektif: Bilimsel açıdan bu soru çok gündeme gelmez, çünkü Tanrı bilimsel bir hipotez olarak ele alınmaz. Ancak bilim, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve madde ve enerjinin korunumu gibi prensiplere rağmen bu başlangıçta tüm enerjinin ortaya çıktığını söyler. Madde ve enerjiyi yaratan neydi sorusu, bilimin sınırının dışında kalır. Bazı kozmologlar kuantum mekaniğine yaslanarak “evren kendi kendine yaratıldı” deseler de bu bilimsel bir bulgu değil, yorumdur. Kuantum mekaniğinde, “kendiliğinden parçacık oluşumu” dediğimiz olay aslında kuantum alanlarının varlığını gerektirir. Yani mutlak manada “hiç yokken var oldu” diye bir gözlem yoktur; sadece bir sistem içinde beklenmedik ortaya çıkışlar vardır. Evrenin yoklukta bir kuantum olayıyla oluştuğunu iddia etmek, aslında “yokluk yoktur, her zaman bir kuantum yasalar sistemi vardır” demektir. Bu ise kendi içinde Tanrı’ya benzer bir “hep var olan fizik” varsaymayı gerektirir. Yani ateist açıklama, ilahi bir varlık yerine ilahi bir yasa koymuş olur  ki bu yasa neden var onu da açıklamaz. Bilimin bulguları, evrenin ortaya çıkışı için son derece hassas şartlar gerektiğini de gösterir. Büyük Patlama’nın ilk anında, maddenin ve anti maddenin dengesi, genişleme hızı vs. gibi sayısız parametre tam “ayarlı” değerler almazsa evren birkaç saniye bile var olamaz, yıldızlar oluşamazdı. Bu ince ayar olgusu karşısında, ateist bilim insanları “tesadüf” veya “çoklu evren” dese de, bu bir bilimsel mecburiyetten ziyade felsefi bir boş tercihtir. Çünkü bilimin kendisi, bu parametrelerin neden o değerde olduğunu açıklamaz ve sadece öyle olduğunu ölçer. 20. yüzyılda Big Bang teorisi kabul görüp evrenin başlangıcı ispatlanınca, ateist bilimciler büyük rahatsızlık duydular. Hatta başlangıcı kabullenmemek adına buna ciddi bir direnç gösterdiler. Çünkü bir başlangıç, ister istemez başlangıç öncesini ve nedenini düşündürür. Günümüzde pek çok kozmolog, felsefi soru sormadan sadece modellemeyi seçer. Bu bilimsel bir tavır olarak anlaşılabilir; bilim “Tanrı’yı” denklemine koymaz.: Bilim, evrenin nasıl oluştuğu konusunda ne kadar başarılı bir teori getirirse getirsin, o teorinin ilkelerini, yasalarını ve imkânını sağlayan üst bir düzen fikri her zaman olacaktır. Teoriyi ve yasaları kim koydu? diye bir üst basamak belirir. Görüldüğü gibi, bilimsel bilgi çoğaldıkça Tanrı’nın lüzumu azalmaz aksine evrenin başlangıcı fikri güçlendikçe bir İlk sebep ihtiyacı belirginleşir. Matematikçi yazar G. K. Chesterton’ şöyle der “Ateistler her şeyin izahını ararken, aslında hiçbir şeyin izahını bulamıyor; çünkü ilk açıklamayı reddediyorlar.” Gerçekten de evrenin niçin var olduğuna dair bilimsel bir açıklama imkansızdır

Kur’an’ın Cevabı: Kur’an-ı Kerim, “Tanrı’yı kim yarattı?” gibi bir soruyu dolaylı da olsa cevaplayan ilahi öğretide bulunur. Öncelikle Allah’ın “evvel” (ilk) ve “âhir” (son) olduğu bildirilir: “O, ilktir ve sondur, zâhirdir ve bâtındır; O, her şeyi bilendir.” (Hadîd 57:3). Yani Allah’tan önce hiçbir şey yoktu, Allah’tan sonra da yok olmayacaktır. Bu ezeli ve ebedi oluş, Allah’ın zatî sıfatıdır. Başka bir ayette O’nun Samed olduğu söylenir (İhlâs 112:2). Samed, “Her şeyin muhtaç olduğu ama kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan” demektir. Yaratılmış olmak bir ihtiyaçtır; var olmak için bir yaratıcıya muhtaç olmak demektir. Allah ise Samed’dir, asla böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Kur’an’da müşriklerin putları için “Onları ne biz yarattık ne de kendileri kendilerini yarattı” gibi ifadeler geçer. Bu, yaratılmak ile yaratıcı olmak arasındaki kesin ayrımı gösterir: Putlar yaratılmıştır ve dolayısıyla sahte ilahlardır; Allah ise yaratılmış değildir, O’dur Yaratıcı. Ayrıca, Kur’an “Allah bir çocuk edindi” gibi inançları reddederken mantıken bunun Allah’ın ezeliyetine ve yüceliğine aykırı olduğunu belirtir: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyin olmasını diledi mi ona sadece ‘Ol’ der, o da oluverir.” (Bakara 2:117). Yani Allah hiçbir şekilde doğmuş, türemiş değildir; aksine her şey O’nun “Ol” emriyle var olmuştur. Özellikle İhlas Suresi, Allah’ın doğmamış ve doğurmamış olduğunu kesin bir dille ilan eder: “O doğurmamıştır, doğurulmamıştır.” (İhlâs 112:3,). Zaten yaratılmış olsaydı Allah olmazdı. Kur’an ayrıca Allah’ın Vahid ve Ehad olduğunu (bir ve benzersiz) söyler. Eğer “Tanrı’yı yaratan bir Tanrı” düşünülseydi, iki ilah söz konusu olurdu ki Kur’an çok ilahlılığın saçmalığına da değinir: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, kesinlikle ikisi de fesada uğrardı (düzenleri bozulurdu)…” (Enbiyâ 21:22). Bu ayetten çıkan bir anlam da şudur: Gerçek ilah tektir, O’nun üstünde başka bir güç ilah yoktur aksi halde kainatta birlik ve düzen kalmazdı. Bir ilah diğerini yaratmış olsaydı, yaratılan ilah aciz olurdu; aciz varlık da ilah olamaz. Demek ki ilah ancak kendi varlığı zatî olan (kendisinden olan), başkasına bağlı olmayan varlık olabilir. Allah’ın zatı gereği var olduğunu, Vacibü’l-Vücud (varlığı zorunlu) olduğunu anlıyoruz. Kur’an’da Allah kendini “Kayyum” olarak tanıtır: “Allah, O’ndan başka ilah yoktur, Hayy’dır (diri), Kayyum’dur (varlığı kendi zatıyla kaim, her şeyi ayakta tutan)…” (Bakara 2:255). “Kayyum” ismi, Allah’ın varlığı için hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını, aksine her şeyin O’na muhtaç olduğunu ifade eder. Bu da yine “Onu kim var etti?” sorusunun anlamsızlığını ortaya koyar.

 

 

  1. Kötülük Problemi: İyi ve Kudretli Bir Tanrı Varsa Dünyada Neden Bu Kadar Kötülük Var? Sorusu

Felsefi Analiz: “Kötülük problemi” olarak bilinen bu itiraz, ateistlerin teizme yönelttiği en güçlü argümanlardan biri kabul edilir. Özünde şu iddia yatar: “Eğer Tanrı mutlaka iyi merhametli, adil ve mutlak güçlü ise, dünyada masumların acı çekmesine, büyük kötülüklere izin vermezdi. Ama dünyada çok kötülük var; öyleyse Tanrı ya iyi değil, ya güçlü değil ya da hiç yok.” Bu argüman ilk bakışta duygusal ve mantıksal bir kuvvet taşır. Dayandığı varsayım, kötülüğün bütünüyle anlamsız ve gereksiz olduğudur.  Yani her gerçeğin  “iyi” Tanrı, hiç kötülüğün olmadığı bir dünya yaratmalıydı. Peki bu çıkarım gerçekten zorunlu mu? Felsefi açıdan yaklaşınca, birkaç noktayı açığa kavuşturmak gerekir. Birincisi, “kötülük” dediğimiz kavram aslında iyiliğin eksikliği veya bozulması olarak tanımlanır. Mutlak anlamda bir “kötülük” öz varlık değildir; örneğin körlük “kötüdür” deriz ama körlük karanlığın yani görme nimetinin yokluğudur. Aynı şekilde ahlaki kötülük de, insanın fıtratındaki iyilik olgusunun çiğnenmesidir.  Evrendeki kötülükleri konuşurken aslında iyi olması gereken bir düzen fikrine göre yargılama yaparız. Eğer ortada hiç Tanrı ve mutlak iyi fikri olmasa, “kötülük” diye bir kavramdan da söz edilemezdi ki. Her şeyiyle kaotik bir doğa olurdu. Ateist bakış, iyinin ve kötünün objektif bir anlamı olmadığını savunma eğilimindedir. Ama garip biçimde kötülük problemini dile getirirken, sanki mutlak bir adalet standardı varmışçasına Tanrı’yı suçlar. Bu bir çelişkidir. Eğer Tanrı yoksa, hiçbir şey “haksız” ya da “kötü” değildir, sadece olup bitiyordur. Eğer gerçekten haksızlık diye bir şey varsa, bu zaten ilahi bir ahlak yasasına işaret eder. İkinci önemli nokta, insanın iradesi meselesidir. Teizme göre Tanrı insanı özgür iradeli bir varlık olarak yaratmıştır. Özgür irade, iyiyi kendi tercihinle seçebilme imkânını içerir bu da ister istemez kötüyü seçebilme ihtimalini beraberinde getirir. İnsanların birbirine ve kendine kötülük yapabilmesi, onlara verilen özgürlük sayesinde mümkün olmuştur. Bu noktada ateist şöyle diyebilir: “Tanrı özgür irade vermeseydi ya da kötülüğü imkânsız kılsaydı daha iyi olmaz mıydı?” Bu soru, insanı robotlaştırmayı önerir.

Zorunlu iyilik aslında ahlaki değere sahip değildir. bir programın hiç  hata yapmaması iradesiz bir iyilik mekaniği olurdu. Gerçek sevgi, gerçek iyilik özgür tercihle anlam kazanır. Dolayısıyla kudretli bir Tanrı’nın, daha üstün bir plan uğruna dünyada kötülüğe izin vermesi akla aykırı değildir. Üçüncü nokta, kötülüğün amacı ve geçiciliği üzerinedir. Teizme göre bu dünya, ebedi ve mükemmel bir yer değildir; bir imtihan meydanıdır. İmtihanın manası ise zorluklarla, çelişkilerle ve evet kötülük imkanlarıyla yüzleşmektir. Tanrı, kötülükleri şu an engellemiyor gibi görünse de, bu asla ve asla onları onayladığı anlamına gelmez. İlahi adalet kavramı, hesabın bu dünya ile sınırlı kalmadığını söyler. Ebedi bir ahiret inancı olmadan kötülük problemini çözmek gerçekten zordur çünkü birçok zalim cezasını çekmeden ölüyor, birçok mazlum da hakkını alamadan bu dünyadan göçüyor. Eğer ahiret yoksa, gerçekten de kainat büyük bir adaletsizliğe sahne olmuş olur. Ama Tanrı inancında, tam da bu nedenle ahiret vardır: Tüm haksızlıklar sonunda telafi edilecek, her ruh hak ettiğini bulacaktır. Bu tarz olumsuzluklar acı ve kötülük, sabır, şefkat, cesaret, fedakarlık gibi üstün değerlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Hiç acı çekmemiş, hiç zorluk görmemiş biri merhameti, dayanıklılığı, yardımseverliği ne kadar takdir edebilir? Hatta kişisel gelişimimiz de hep mücadelelerle olur. Bir bakıma “kötülük” dediğimiz olgular, iyi değerin ortaya çıkması için kontrast rolü oynar. İnsani kötülükler (savaş vs) doğal kötülükler (deprem, hastalık vs.) ise insanları düşünmeye, yardımlaşmaya, geçici hayatı anlamaya sevk eder. Elbette bunlar acıyı tamamen ortadan kaldırmaz, ama acının anlamlı olabileceğini gösterir. Ateist, kötülüğün hiçbir anlamı olmadığını, tamamen saçma olduğunu söyler; bu da aslında hayatın saçma olduğu yönündeki kendi inancından ileri gelir. Teist ise her acının bir hikmeti olabileceğine ve nihai hesapta hiçbir haksızlık kalmayacağına güvenir. Ayrıca belki de bir olay kötü gibi görünür ama sonucunda çok hayırlı gelişmelere yol açacaktır. Tüm zamanları ve tüm evreni kuşatan Tanrısal bakış açısından, bu dünyadaki kötülükler daha büyük planın parçası olabilir. Örneğin bir çocuk acıtacak bir iğne olmadan hastalıktan kurtulamaz; o an çocuk için iğne kötülük gibidir ama anne babası o acıya izin verir, çünkü uzun vadede hayrı getirecektir. Tanrı’nın izniyle olan kötülükleri de bundan çok daha büyük ölçekte düşünmek gerekir. Kısacası, kötülüğün varlığı Tanrı’nın yokluğuna mantıken kesin delil olamaz  Tanrı yoksa kötülüğün varlığını “kötü” olarak tanımlayacak bir zemin de kalmaz. Bu paradoks, ateizm açısından çözülmezdir.

Bilimsel Perspektif: Bilim, kötülük problemini ahlaki bir tartışma olarak ele almaz, fakat özellikle doğal kötülükler dediğimiz (deprem, sel, hastalık gibi) acı verici olayların sebeplerini inceler. İlginçtir ki birçok doğal kötülük, dünya yaşamının sürmesi için gerekli süreçlerin yan ürünüdür. Örneğin, depremler yer kabuğundaki tektonik hareketlerden kaynaklanır. Bu hareketler bizim için felaket olsa da, bilim insanları levha tektoniğinin dünya üzerinde hayatın gelişimi için kritik önemde olduğunu keşfetmiştir. Tektonik hareketler sayesinde yerkürede iklim dengesi korunur, atmosfer yenilenir, karbondioksit döngüsü düzenlenir. Eğer dünya tamamen sarsılmaz katı bir gezegen olsaydı, belki de birkaç milyon yıl içinde yaşam için gerekli gazlar tükenir veya atmosfer bozulurdu. Yani deprem gibi bir “kötülük”, aslında yaşamı mümkün kılan bir mekanizmanın bedelidir. Yine volkanik patlamalar, kısa vadede çevreye zarar verseler de uzun vadede verimli topraklar oluşturur ve dünyayı zenginleştirir. Hastalıklara baktığımızda, her hastalığın bir sebebi vardır: Virüsler, bakteriler vs. Biyoloji, bunların ekosistemdeki yerini inceler. Virüsler ekosistemin düşmanı değil parçasıdır; hatta bazı virüslerin genetik çeşitliliği artırdığı, ekolojik dengeyi sağladığı düşünülür. Elbette bireysel bakışta bunlar kötüdür, ama küresel ölçekte tamamen yok edilmeleri belki de arzu edilmeyen sonuçlar doğururdu. Evrimsel biyoloji açısından, acı ve zarar deneyimi canlıların uyum sağlaması ve gelişmesi için tetikleyici olmuştur. Ağrı hissi mesela, insan vücudunun korunma mekanizmasıdır, hiç acı hissetmeyen genetik hastalığı olanlar farkında olmadan kendilerine büyük zararlar verebilir. Demek ki bazı “kötü” görünen şeyler, hayati bir işlev taşır. İnsan psikolojisinde de benzer durum var:

Stres ve üzüntü, ölçülü olduğunda insanı olgunlaştırır, empati kazandırır. Psikoloji araştırmaları, büyük zorluklardan geçen insanların çoğunlukla “post-travmatik büyüme” denen bir olgunluk kazandığını, hayata anlam arayışlarının arttığını kaydeder. Mesela ciddi bir hastalığı atlatan birinin önceliklersırası değişir, daha merhametli veya bilgece bir tavra bürünür. Yani “kötülük” olan bir durum (tehdit, felaket) bu erdemleri tetikleyebilir. Biyolojik olarak bakıldığında, insandaki ahlak duygusunun yani “iyilik” kavramının  ortaya çıkışı da kötülük deneyimleriyle bağlantılıdır. Kötü olanı gördükçe iyiye yönelim bir anlamda genlerimize kazınmıştır denebilir. Tabii bilimsel açıklamalar, merhamet veya adalet duygusunun tam manasıyla hakkını veremez, sadece faydacı bir yorum sunar. Bilim şunu da gösterir: İnsan toplumları, kötülükleri engellemek için hukuk ve ahlak sistemleri geliştirmiştir. Bu da Tanrı’nın insana verdiği vicdanın bir yansıması sayılabilir. Sonuç olarak bilim, kötülüklerin varlığını bir “problem” olarak değil, bir olgu olarak inceler ve çoğu zaman onların dünyadaki işleyişin parçası olduğunu bulur. Tamamen acısız bir dünya fiziksel olarak imkansızdır.  Mesela sinir sisteminizi kapatsak acı duymayız ama dokunma hissimiz de gider, tehlikeyi algılayamaz hale geliriz. Bu şekil hastalığı olan biri farkında olmadan acı da hissetmediği için ölebilir.  Modern nörobilim, beynin ödül ve ceza (haz ve acı) mekanizmaları üzerine kurulmuş olduğunu ortaya koymuştur. Yani zevk de acı da sinir sistemimizin iki yüzüdür; birini kaldırırsanız diğeri de anlamsızlaşır.

Kur’an’ın Cevabı: Kur’an-ı Kerim, kötülük sorununa doğrudan değinen pek çok ayet içerir. Öncelikle dünya hayatının bir imtihan olduğunu tekrar tekrar bildirir: “İnsanlar, ‘İman ettik’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 29:2). Bu ayet, zorluklar ve kötülüklerle karşılaşmanın iman iddiasının samimiyetini ölçen bir sınav olduğunu anlatır. Bir başka ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltme ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2:155)  Bu ayette sayılan musibetler korku, açlık, mal ve can kaybı tam da kötülük problemindeki örneklerdir. Yüce Allah bunların imtihanın bir parçası olduğunu açıkça ifade eder. Bu imtihanda sabredenleri, yani inancını yitirmeyenleri ayetlerle müjdeler. Demek ki kötülük karşısında doğru tavır sabır ve Allah’a dayanmadır. Kur’an bize, dünya hayatının geçici sıkıntılarına karşılık ahiretteki mükafatın büyük olacağını da bildirir: “Elbette sizi biraz korku ve açlıkla, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmeyle sınayacağız… Sabredenler o kimselerdir ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’a aitiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlar içindir…” (Bakara 2:155-157). Bu ayetler sabrın ödülünün Allah’ın rahmeti olduğunu vurgular. Yani bir mümin için çekilen her acı boşa gitmez, ahirette karşılığı fazlasıyla verilir. Zaten Kur’an’a göre dünya hayatı, ahirete göre bir oyun ve oyalantıdan ibarettir (Ankebût 29:64). Gerçek saadet yurdu ahirettir. Bu iman bakış açısını kavrayınca, geçici dünyadaki kötülükler nihai bir trajedi olmaktan çıkar, bir sınav sorusu haline gelir.

Kur’an, insanın özgür iradesine de dikkatimizi çeker. Allah insana iyiyi ve kötüyü seçme özgürlüğü vermiştir: “De ki: ‘Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.’” (Kehf 18:29). İnsanların birbirine yaptığı zulümler, işte bu özgürlüğün suistimalidir. Allah’ın dilemesi, insanları zorla iyilik yaptırmaya değil, onlara yol gösterip seçimi kendilerine bırakmaya yöneliktir. Nitekim bir ayette: “Eğer Allah dileseydi, onlara zorla iman ettirirdi; öyleyse sen mi insanları mümin olsunlar diye zorlayacaksın?” buyurulur (Yunus 10:99). Demek Allah’ın planında imtihanın gereği, kulların seçim yapabilmesidir. Tabii kötülük yapan bunun hesabını verecektir. Kur’an sürekli ahiret azabından bahsederek zalimleri uyarır. “Zulmedenler yakında nasıl bir devrimle devrileceklerini bilecekler!” (Şuarâ 26:227) gibi ayetler, ilahi adaletin er ya da geç tecelli edeceğini bildirir. Mazlumların hakkı, eğer bu dünyada tam alınamamışsa, ahirette mutlaka alınacaktır: “Her hak sahibine hakkı verilecektir. Bugün kimseye en küçük haksızlık yoktur.” İslam inancında kıyamet bu yüzden vardır; Allah kendini tanıtmış, sınavı kurmuş ve sonunda sonuçları açıklayacaktır. Kur’an ayrıca, dünya hayatında yaşanan musibetlerin bazen insanların hatalarının neticesi olduğunu da vahyeder: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin kazandığı şeyler yüzündendir; (Allah) yine de çoğunu affeder.” (Şura 42:30). Bu ayet, kötülüklerin bir kısmının insanlığın yanlışlarından kaynaklandığına işaret eder (mesela çevreyi tahrip eden insanın felaketlere uğraması gibi). Fakat Allah yine lütfuyla çoğunu affeder, dünyayı helak etmez. Kur’an’da geçmiş kavimlerin büyük zulümlerle ahlaksızlık yapıp sonunda helak edildikleri anlatılır (Nuh kavmi, Lut kavmi Semud vb.). Bu da ilahi adaletin tarihteki tezahürüdür: Bir yere kadar izin verilir, zulüm aşırıyı bulunca Allah müdahale eder. Bu bazen kavmi helak şeklinde, bazen tarihi değişimler şeklinde olur. Bugün de zalim düzenlerin maalesef ki ebedi ayakta kalamadığını görüyoruz ama firavunların sonu gelecektir.

Bir de kişisel kötülükler ve acılar konusunda Kur’an mümine teselli verir: “Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken siz onu kötü (şer) sanırsınız; ve olur ki bir şey sizin için kötü iken siz onu hayır sanırsınız. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2:216). Bu ayet, başımıza gelen kötü sandığımız olayların ardında bilmediğimiz nice hayırlar olabileceğini bildirerek bizi uyarır. Gerçekten de hayat tecrübemizde bazen “iyi ki o sıkıntıyı yaşamışım, yoksa bunu kazanamazdım” dediğimiz çok olur. Kur’an, kıssa ve örneklerle de kötülük problemine ışık tutar. Mesela Hz. Yusuf’un kıssasında, kuyulara atılma, köle olma, zindanlara girme gibi büyük haksızlıklar yaşayan Yusuf peygamberin sonunda Mısır’a sultan olması anlatılır. Yusuf (a.s.), “Şeytan kardeşlerimin arasını bozdu ama Allah tüm bu olup bitenleri hayra çevirdi” diyerek (Yusuf 12:100) ilahi hikmete teslimiyetini gösterir. Yine meşhur kıssada Kehf suresi 65-82. ayetler) Musa  Bilge Kulun işlediği gibi görünen “kötü” fiillere hemen tepki verir. Bu kıssalar, bizim bilmediğimiz bir plan dahilinde görünen kötülüklerin bazen daha büyük kötülükleri önlemek için olabileceğini sembolik şekilde anlatır. Neticede Kur’an, şer gibi görünen şeylerin hayır taşıyabileceğini, dünyanın geçici bir sınav mekanı olduğunu ve gerçek ödülün ahirette olduğunu vurgulayarak, kötülük problemini inananlar için anlaşılır ve kabul edilebilir hale getirir.

İmanı güçlü bir kişi, başına gelen belalara isyan etmek yerine “Bu benim imtihanım, sabreder ve doğru davranırsam kazanacağım” diye düşünür. Nitekim Kur’an sabredenleri ve musibet anında metanet gösterenleri överek onlara cennet vaat eder. İnançlı insan bilir ki ilahi adalet mutlaka tecelli edecek, her gözyaşı karşılıksız kalmayacaktır. Bu güven ona dayanma gücü verir.

Sonuç olarak, kötülük sorunu, Allah’ın yokluğuna değil, aksine bir adalet gününün varlığına işaret eder. Kur’an bu dünyadaki kötülükleri hem imtihanın gereği, hem insanın yanlışlarının neticesi, hem de ahirette mizanın kurulmasının nedeni olarak açıklar. Kötülük, iyiliğin değerini ortaya koyan bir imtihan aracıdır; ebedi hayatta sonsuz iyilik mükafatını hak edenleri belirler. Ateist, kötülük gördüğünde Tanrı’ya küsüp onu yok sayarken; mümin, kötülük gördüğünde Allah’a sığınıp O’ndan adalet ister. Biri bunalıma ve isyana düşer, diğeri teselliye ve umutla mücadeleye devam eder. Kur’an şöyle der: “Biz insanı bir karışım (imtihan) olarak yarattık; onu (çeşitli zorluklarla) deneyeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76:2-3). Yani hayatın zorlukları, bizim seçebilmemiz içindir. Ateizmin karanlık dünyasında “kötülük” kör bir saçmalık iken, iman perspektifinde “kötülük” dahi hikmetli bir öğretmendir. Sonunda iyilik kazanacak, kötülük cezasını bulacaktır. İsyan eden kaybedecek, sabreden kazanacaktır. “Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremez” (En’âm 6:21) ayetiyle Rabbimiz bizi temin eder. Böylece ateistin kötülük argümanı, doğru anlaşıldığında imanı sarsmaz, aksine güçlendirir. Adalet özlemi ve iyilik ideali, nihai karşılığını ancak Allah’ın varlığıyla bulabilir. Allah olmazsa zulüm gerçekten galip gelir ama Allah vardır ve adaletiyle hükmedecek, hiçbir haksızlık karşılıksız kalmayacaktır.

İslam’ın öğrettiği önemli bir husus da şudur: Dünya, cennet değildir. Allah, cenneti masumların ve iyilerin mükafat yurdu, dünyayı ise imtihan yeri yapmıştır. Masumlar da cenneti kazanmak için sabır imtihanından geçer. Cennette ise “onlara hiçbir yorgunluk dokunmayacak, oradan hiç çıkarılmayacaklar” (Hicr 15:48) buyrulur. Kur’an, cennete giren bir kişi dünyadaki sıkıntıları hatırladığında “iyi ki sabretmişim, gerçekten Allah vaadini tuttu” diyeceğini ima eder.

Özetlersek, masumların acısı, her şeyin sonu değil, Allah’ın planının bir parçasıdır. O planın sonunda mazlumların yüzü gülecek, zalim ise ateşe girecek.  Allah’ın sonsuz merhameti, bir çocuğun gözyaşını boşa akıtmaya izin vermez.  İman eden böylece teselli bulur. Ateist ise isyanında teselli bulamaz; Tanrı’yı suçlayıp reddedince masumların acısı dinecek değildir. Tam tersine, Tanrı olmadığını varsaydığında acılar tamamen anlamsız ve rastgele kalır ve bu daha büyük umutsuzluk demektir. Bu yüzden deriz ki, masumların acısı argümanı ateizmin lehine değil, aleyhinedir: Çünkü ancak Tanrı varsa o acıların “masum” ve “haksız” olduğundan söz edebiliriz. Ve ancak Tanrı varsa, o acıların bir telafisi olacağı umuduna sahip olabiliriz. Nitekim Kur’an müminlere şöyle seslenir: “Şüphesiz biz sizi biraz korku ve açlıkla, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele! Onlar ki, başlarına bir musibet gelince ‘Biz zaten Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara 2:155-156). İşte inananlar böyle der: “Biz Allah’ın kullarıyız, her halimiz O’na emanet; elbet O en doğrusunu yapar.” Bu teslimiyet, sonsuz merhamet sahibi Yaratıcı’ya duyulan güvendendir. Sonunda ne olur? Allah, “sabredenlere hesapsız mükafat vereceğini” (Zümer 39:10) vaat etmiştir. Bir çocuk sabırla dayandıysa, ebedi saadette onun karşılığını kat kat alacaktır. Bu ilahi adalet ve rahmet umudu, müminin yüreğine su serper. Ateistin bu sorudaki isyanı ise boşunadır: Tanrı’ya kızıp onu yok saymak, ne çocukların acısını dindirir ne de adaleti sağlar; aksine her şeyi anlamsız boşluğa atar. Masumların gözyaşının anlamsız olmadığını ancak Tanrı’ya inanarak savunabiliriz. Allah masumların yanındadır; “Kalplerde olanı en iyi O bildiği için, mazlumun duasını da kabul eder” Bu inanç, bize şefkat ve adalet duygumuzu koruma gücü verir. Ve bilinir ki, ilahi adalet er ya da geç tecelli eder.  Bazen dünyada, mutlaka ahirette. Allah var ve O merhametlilerin en merhametlisidir. Bu inanç, yüreğimizi güçlendirir.

 

  1. Ahiret: Öldükten Sonra Hayat Olduğuna Dair Bir Kanıt Var mı, Buna Neden İnanmalıyız? Sorusu

Felsefi Analiz: Ahiret inancı, dünyevi gözle doğrulanamaz bir iddia gibi durur; çünkü hiçbirimiz ölüp geri gelmedik. Ateistler, “Öldükten sonra her şey bitiyorsa, ahiret masalı bir teselliden ibaret” diyerek bu inancı eleştirir. Dayandıkları varsayım, insanın bilincinin tamamen beyne bağlı olduğu ve beden öldüğünde bilincin de yok olacağı fikridir. Bu materyalist bakış, ölüm ötesi hiçbir gerçeği hesaba katmaz. Fakat felsefi olarak bakıldığında, insanın benlik ve bilinç deneyimi maddeyle tam açıklanamayan yönler içerir. Zira “ben” duygusu, bellek, şahsiyet gibi unsurlar sürekli maddi değişime rağmen korunur. Bir kişi hücrelerinin büyük kısmını birkaç yılda bir yenilediği halde aynı “ben” olarak kalır. Demek ki kimliğimiz, salt atomlardan öte bir devamlılığa sahiptir. Bu, “ruh” dediğimiz manevi özün varlığına işaret eder. Ruh kavramını kabul edince, ruhun beden yok olduktan sonra da var olmaya devam etmesi akla uygundur. Kaldı ki ateist, “ölümden sonra bir şey yok” derken bunu kesin bir bilgiyle değil, bir kabulle söyler. Filozoflar, ölümsüzlük fikrine çeşitli argümanlar getirmiştir: Mesela adalet argümanı der ki, eğer mutlak bir adalet varsa (Tanrı varsa), ölümle her şey bitmemeli, haksızlıklar düzeltilmelidir,  bu da ahireti gerektirir. Ahlak argümanı der ki, eğer iyilik yapanla kötülük yapan sonunda aynı akıbete kavuşacaksa, evrensel bir adalet anlayışı sarsılırve iyi kötü ayırımı anlamsızlaşır. Sonsuzluk arzusu ve ebedilik hissi her insanın kalbine işlenmiştir.  Bu, ahiretin ruhumuzun bir ihtiyacı olduğunu gösterir. Felsefi olarak Tanrı’nın varlığı ile ahiretin varlığı çok bağlantılıdır: Adil ve merhametli bir Tanrı, hayatın nihai manasını ahiretle tamamlar. Bu dünyadaki insanların sebep olduğu eksik kalan adalet ve tatmin, ancak sonsuz bir hayatta tamamlanabilir. Ateist, genelde Tanrı’ya inanmadığı için ahirete de inanmaz  “bu dünya gördüğümüz kadardır” diye düşünür. Ancak bu düşünce kendisini tutarsızlığa götürür. Hayatın anlamı yok, adalet yok, her şey yoklukla bitecek diyorsa, kendisi de bir nihilizme (hiççilik) düşer. Felsefi bir bakışla, ahiret inancı insana varoluşsal bir anlam kazandırır. Bu dünya bir sınav, bir hazırlıktır. Asıl vatan ebedi alemdir. Teist felsefe ise hayatı ve ölümü birlikte ele alır ve ölüm son değildir der; bu sayede hikaye anlam kazanır. Tabii ki ahiret, bu dünya ölçeğinde tam olarak kanıtlanamaz; ama felsefe, kanıtlanamayan şeyin var olabileceğini kabul eder. Mesela sonsuzluk kavramını kanıtlayamayız ama akıl kavrar. Aynı şekilde, her insanın “ölümden sonra ne var?” sorusunu sorması ve kültürlerin çoğunda ahiret fikrinin bulunması, bu kavramın insan aklına uzak olmadığını gösterir. Bu da bir “içsel kanıt” sayılabilir: İnsan fıtraten sonsuzluğu arar.  Sonuç olarak, ahirete inanmak, Tanrı’nın adaletine ve ruhun özüne inanmanın doğal bir sonucudur.

Bilimsel Perspektif  “Ahiret vardır” diyemez, bu metafizik bir alandır. Ama bilim de ahireti yok sayamaz, nice bilim insanı bu inanca sahip olmuştur.

Kur’an’ın Cevabı: Kur’an, ahiret inancını imanın vazgeçilmezi yapar ve onlarca ayette öldükten sonra dirilişi ispatlayıcı deliller sunar. Bu delillerden biri, ilk yaratılıştır: “İlk defa yaratmış olan, onu (öldükten sonra) geri döndüremez mi?” (Yasin 36:81). Yani yoktan var eden Allah, elbette vardan var etmeye kadirdir. Kur’an, insanın tekrar dirilişini “Basit bir iş” olarak niteler: “Sizi (öldükten sonra) tekrar yaratmak, bizim için bir nefsi (tek bir kişiyi) yaratmak gibidir.” (Lokman 31:28). Allah’ın sonsuz kudretine nazaran zor bir şey yoktur. Diğer bir Kur’ani delil, tabiatın dirilişidir: “Ölü toprağa yağmur indirip onu dirilttiğimizi görmüyorlar mı? İşte çıkarılma da böyledir.” (Araf 7:57). İlkbaharda kurumuş bitkilerin canlanması, bir nevi küçük diriliş örneğidir. Kur’an bunu sıkça hatırlatır ve her bahar bir nevi ahiretin tekrar ilanıdır. Bir başka ayet de de , uyku ölüme benzetilir.  “Allah, öleceklerin canlarını ölüm anında, ölmeyeceklerin ruhlarını ise uykularında alır; sonra ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini belirli bir vakte kadar salıverir…” (Zümer 39:42). Bu ayet, rüya ve uyku halini küçük bir ahiret tecrübesi gibi sunar  sabah uyanıyorsak, mahşerde de uyanacağız. Kur’an, ahiret inkarcılarına “Kendi yaratılışınızı unuttunuz da bir kemik yığını mı dirilecek diyorsunuz?” diyerek ibret almalarını önerir (İsra 17:49-51). Mesela insana “Seni bir damla sudan yaratan kim?” diye sorar, “O halde çürümüş kemikleri de O diriltecek.” (Yasin 36:77-79). Yine, “Yerden bitkiler bitirdiğimiz gibi insanları da kabirden bitireceğiz.” (Nuh 71:17-18) buyurur. Akli ve felsefi bir delil olarak da adalet duygusunu kullanır Kur’an: “İnkar edenler dediler ki: ‘Ölsek, toprak ve kemik haline gelsek mi diriltileceğiz?’… De ki: ‘(Evet,) ister taş olun, ister demir, ister gönlünüzde büyüttüğünüz başka bir madde (nefsiniz nasıl zor görüyorsa), (yine de diriltileceksiniz).’ Diyecekler ki: ‘Bizi kim geri döndürecek?’ De ki: ‘Sizi ilk defa yaratan.’ Diyecekler ki: ‘Peki ne zaman olacak?’ De ki: ‘Yakın olsa gerek.’” (İsra 17:49-51). Bu pasajda tüm argümanlar toplanmış: İster çürüyün ister toz olun ister Hitlerin Yahudilere yaptığı gibi sabun olun, yani Yüce Allah sizi her halükarda diriltecektir. Kur’an özellikle Mekke müşriklerinin “çürümüş kemikleri kim diriltecek?” sorusuna cevap verir: “De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratılanı hakkıyla bilir. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkardı da siz onu yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette kadirdir; O, her şeyi hakkıyla yaratandır, bilendir. Bir şeyi murad ettiği zaman O’nun buyruğu sadece ‘Ol’ demektir, hemen oluverir.” (Yasin 36:79-83) Allah bilgi sahibidir, her şeyi bilir.

Kur’an bir de insan fıtratına hitap eder: “Her nefis kazandığıyla rehin alınmıştır.” (Müddessir 74:38). Yani herkes yaptığının sonucuna bağlanmıştır. Bu, vicdanımızın sesidir. İyilik yaptığımızda karşılığını, kötülük yaptığımızda cezasını bekleriz. Tam bu noktada “mizan” (ilahi terazi) kavramı gelir: “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız; hiç kimseye en küçük bir haksızlık edilmeyecek.” (Enbiya 21:47). Bu adalet fikri, insanın aklını ve vicdanını tatmin eder ve  ateistin inkarında işte eksik kalan ana unsurlardan biri budur.

Kur’an’da bahsedilen cennet-cehennem tasvirleri, ahiretin ciddiyetini ve önemini zihinlere kazır. Ateistler bunu “korkutma taktiği” sanır; aslında amaç sorumluluk bilinci vermektir. Çünkü ahiret yoksa sorumluluk da yok, vicdan da mecburi değildir. Kur’an, ahireti inkar edenleri “nefsi arzularını ilah edinenler” (Casiye 45:23) olarak tanımlar; Bu ayet, ahiret inkarının nedeninin “yeterli delil olmayışı” değil, dünyevi arzulara düşkünlük olduğunu ima eder. “Asıl sizi dirilten O’dur. Sonra öldürecek, sonra yine diriltecek, fakat insanın çoğu bilmez.” (Nahl 16:70) ayeti, bilmemeyi vurgular. Yani bilgi eksiğiyle olsun belki kasıtlı cahillikle insanlar inkar eder. Bir gün herkes hakikati kavrayınca anlayacaklardır ama maalesef iş işten geçecektir.

Ahiret inancı, sadece teselli veya korku değil, hakikatin kendisidir. İnsan fıtratı, vicdanı, adalet duygusu, aklı hep ahireti işaret eder. İnkar eden, aslında hiçbir delile dayanmadan, sadece inatla inkar eder. Ama ölüm kapıyı çalınca gözler açılır; o an da artık geri dönüş yoktur. Kur’an’ın ikazına kulak verirsek: “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Onları sadece gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim 14:42). Demek ki hesap günü mutlak gelecek  kurtuluş isteyen hep inanmalı ve her an ölecek gibi hazır olmalıdır. Ateistin delil talebine en güzel cevap budur: Ölüm kapıda, ve en büyük delil o olacak. Zeki insan, kapı açılmadan akıllıca davranır. Ahiret inancı aklın ve kalbin ihtiyacıdır; yokluğu, varlığına göre hiçbir makul açıklama sunamaz. İnkarcı için ölüm, yokluk; mümin için ise sonsuzluğa kapıdır. Biz ilkbaharda kuru dalların nasıl yeşerdiğine bakıp inanırız ki “Ölmüş insanları da Allah böyle diriltecek” (Fatır 35:9). Hiç kimse sonsuz karanlığa gitmeyecektir. Herkes bir gün sonsuz mahkemede toplanacaktır. İşte bu inanç, bu dünyanın dertlerini de, hazlarını da yerli yerine koyar, adaleti denkler. İnkar eden de er geç gerçeği görecektir ama iş işten geçecektir. Bu nedenle, Kur’an sık sık “Akletmez misiniz, öğüt almaz mısınız?” (Secde 32:4) diyerek ahiret üzerinde düşünmeye çağırır.

 

  1. Bilinç ve Ruh: Bilinç Beyinle Açıklanabiliyorsa Ruh’a Ne Gerek Var? Sorusu

Felsefi Analiz: Bilinç meselesi, zihin felsefesinin en çetin konularındandır. Ateistler genelde materyalist zihin görüşünü benimser: “Bilinç, beynin kompleks faaliyetlerinin bir yan ürünüdür; bağımsız bir ruh yoktur.” derler. Bu iddianın dayandığı varsayım, inancıdır. Oysa felsefi açıdan bunu maddi süreçlerle açıklamak neredeyse imkansız gözükür. Mesela “kırmızı” rengi algıladığımızda beynimizdeki elektrik sinyalleri ne kadar tarif edilse de, “kırmızının nasıl bir his olduğu” ancak yaşayanın bildiği, başkasına tam aktarılamayan bir tecrübedir. Bu, bilincin maddeden farklı bir boyutu olduğuna işaret eder. Filozoflar yüzyıllardır düalizm (ikicilik) görüşünü bu nedenle savunmuştur: Ruh (zihin) ile beden ayrı tözlerdir; beden ölse bile ruh varlığını sürdürebilir. Elbette beden, ruhun bu dünyadaki aracıdır; beyin hasar alırsa bilinç ifadesi bozulur. Ama bu, ruhun varlığını çürütmez; sadece ruh beden etkileşiminin bir delili olur. Tıpkı bir radyo cihazının bozulmasının yayını kesmesi gibi yani sinyal yok olmaz alıcı bozuktur. Ruh da beden aracılığıyla kendini gösterir, beden engelli olursa ruh kendini tam ifade edemez. Kişilik, öz farkındalık, niyet, ahlaki muhakeme gibi yüksek bilinç içerikleri, sinir sistemine indirgenemeyecek bir bütünlük sergiler. Bu bütünlüğü taşıyan şeye ruh deriz. Tanrı inancı ruhu kabul etmeyi zaten kolaylaştırır: Madde ötesi bir varlık olarak Allah, insana da O’ndan bir ruh vermiştir. Ateist materyalizm, ruhu reddederek kişinin özgür irade ve değer sahibi özne olmasını da zayıflatır; insan biyokimyasal bir makineye indirgenir. Oysa biz kendimizi makine değil, iç dünyası zengin bir varlık olarak biliriz. Bu felsefi sezgi, ruhun varlığından bahseder. Ateistin ruhu atma motivasyonu, her şeyi mekanikleştirmek arzusundan gelir  ama çoğu ateist bile “zihnin gizemli boyutu”nu kabullenir. Filozof Felsefi olarak “Ruh yoksa bilinç de yok” demek, insanı anlamayı kısırlaştırır. Bilim beyni inceleyip “şu bölge şunu yapıyor” der. Peki o eylemlerin birleştirici tekilliği nerededir ?. İşte Ruh bunu açıklayan bir kavramdır

Bilimsel Perspektif: Nörobilim, bilinçle beyin arasında kuvvetli bağlar bulmuştur. Psikiyatrik tedavilerde hem ilaç (beyne etki) hem terapi (zihinle etki) sonuç verir. Bu, ikicilikle çelişmez, tam tersine destekler. “Placebo etkisi” bile, inancın (zihnin) vücuda etkisini kanıtlar. Bilim hala öznel tecrübe ve benlik konusunda açıklama veremez.

Kur’an’ın Cevabı: Kur’an’da ruh hakkında çok çarpıcı bir ayet vardır: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir; size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra 17:85). Bu, ruhun mahiyetini tam anlayamayacağımızı Allah’ın bildirmesidir. Yani insan aklının, bir sınırı vardır.  Onca ilerlemeye rağmen bilinç sırrını tam olarak çözemeyeceğiz. Bizdeki ilim bunun hepsini kavrayamaz. Bu tevazu nasihati gibidir. Kur’an, ruhu genellikle “yaşam ilkesi” anlamında kullanır. Mesela “Allah Âdem’e ruhundan üfledi” (Secde 32:9), insanın ilahi bir öz taşıdığını gösterir. Başka ayette “Onlar birbirine karışan nutfeden yarattı, sonra ona şekil verdi ve ruhundan ona üfledi.” (Secde 32:8-9) der. Bu, embriyoloji ve ruhi boyutun birlikte aktarımı gibidir. Sonra “sizin için işitme, gözler, kalpler (idrak) yarattı; ne az şükrediyorsunuz!”vaahyedilir, yani beden verildi, ruh geldi, onunla akıl ve duyu filizlendi. Demek idrak, ruha atfedilebilir.

Kur’an, “bedenlerin (kemiklerin) çürüyüp dirilişine” odaklanırken, ruhun varlığına delil de sunar: “Allah canları ölüm anında alır; ölmeyenin de uykusunda. Ölümüne hükmettiğini tutar (geri yollamaz), diğerini belli vakte kadar salıverir. Düşünen için ibretler vardır.” (Zümer 39:42). Bu, uykuda ruhun bedenden ayrıldığı, ölümde kimilerinin dönmediği anlatımıdır. Kur’an “Onlar, Allah’ın zikrinden (vahiyden) yüz çevirirler; Allah da onlara bir şeytan musallat eder, artık onlarla beraberdirler.” (Zuhruf 43:36).

Ateistin argümanı ruha gerek yok demektir, bu, trenin lokomotifini atıp vagonlar kendiliğinden gider demeye benzer. Ya da işlemcisi olmayan bilgisayar gibidir.  Ruh, insanın insaniyetidir; ruhu atarsanız geriye et ve kemik kalır. Neticede, ruhu inkar, insanı inkar olur ve  ateistin en büyük yanılgısı budur.

 

 

Yorumunuzu bırakın


İlgili Haberler

İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı Fikir & Yazı
Aralık 12, 2025

İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı

Müslümanlığı canlı kalkan yapmak Fikir & Yazı
Aralık 11, 2025

Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı Dünya
Aralık 11, 2025

Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı

ZAMAN AKIŞI

Ara 12 13:33
Gündem

DEM Parti, Ankara’ya yürüyüş başlattı: ‘Ekonomide adaleti sağlamayan toplumsal barıştan bahsetmesin’

Ara 12 12:05
Gündem

SAMER’den Kürt seçmen anketi: CHP’ye İmralı tepkisi

Ara 12 11:08
Gündem

‘Turpun büyüğü’ davası | İmamoğlu: Hakikati söyleme cesaretini yargılıyorsunuz

Ara 12 11:06
Ekonomi

Asgari Ücret Tespit Komisyonu bugün toplanacak: İlk görüşme öncesi kim, ne dedi?

Ara 12 11:02
Gündem

FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman: ‘Türkiye’de çocuk koruma sistemi çalışmıyor’

Ara 12 10:58
Arkasayfa

İki haber, demokrasi ve işçi sınıfı

Ara 11 12:40
Arkasayfa

Müslümanlığı canlı kalkan yapmak

Ara 11 12:35
Gündem

Maraş Katliamının 47. yıldönümü arifesinde / Acı bir hatırlatma: Adalet ve hafıza

Ara 11 12:07
Gündem

Almanya’daki seçim sonuçları dokuz ay sonra halen tartışmalı

Ara 11 12:04
Arkasayfa

Heykeller şehri Paris, sessiz kentlerimiz

Ara 11 11:24
Arkasayfa

Fabrikada-tarlada: Sovyet kütüphane kültürü

Ara 11 10:10
Arkasayfa

Terk edilen bir ideal, insan hakları…

Ara 11 09:16
Arkasayfa

Dikkat! Akbabalar havada daireler çiziyor

Ara 10 20:52
Arkasayfa

Şehirde Günlük Yaşamla İlgili Meseleler ve İslam Şehirciliğinin Bu Meselelere Bakışı

Ara 10 18:29
Arkasayfa

Ateistlerin Sorduğu Sorular ve Cevapları

Ara 10 10:12
Arkasayfa

Barbarlar

Ara 10 10:05
Ekonomi

TÜİK enflasyonda sepet ağırlıklarını değiştiriyor

Ara 10 10:02
Ekonomi

2026’da kiranın ağırlığı düşecek, enflasyon da daha düşük görünecek

Ara 10 09:59
Eğitim

İl milli eğitim müdüründen ‘Müslümanlık’ çıkışı

Ara 10 09:54
Gündem

Trump, Barrack ve Suriye…

Ara 10 09:50
Arkasayfa

Öcalan’ın mesajı: ‘Sosyalizmden kaçış’

Ara 10 09:45
Bilim & Teknoloji

Yapay zekâda trilyon dolarlık bahis

Ara 10 09:39
Arkasayfa

Bir müstesna hafıza: İnsan Hakları Derneği

Ara 10 09:32
Ekonomi

Ücret zammında ‘blok gasp’ planı

Ara 9 13:08
Arkasayfa

Şu “baklayı” çıkarın artık

Ara 9 12:48
Emek

Yeni iş yerindeki fesih işsizlik ödeneğine engel mi?

Ara 9 12:14
Yazılar

Öcalan’a Mektubu Sunuş

Ara 9 11:44
Arkasayfa

Pratiğimiz nasıl konuşsun?

Ara 9 11:36
Arkasayfa

Daltonlar’da yeni bölüm: Para mı kurşun mu?

Ara 8 15:33
Arkasayfa

Stockholm Sendromu mu?