İhsan Çaralan
2026 yılı için geçerli olacak asgari ücret, 23 Aralık günü akşam saatlerinde patron temsilcileriyle hükümet temsilcilerinin bir saat bile sürmeyen toplantısının arakasından Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan tarafından açıklandı!
Bakan Işıkhan, uluslararası finas merkezleri ve yerli patron örgütleri ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibinin de istediği gibi asgari ücretteki artışı yüzde 27.53’le sınırlı tutarak net asgari ücretin 2026 yılı boyunca 28 bin 75 lira 50 kuruş olacağını açıkladı!
Rakamı açıklamadan önce Bakan Işıkhan uzun uzun asgari ücretliyi bugüne kadar olduğu gibi bugün de enflasyona ezdirmeyeceklerini anlattı. Bu uzun anlatının sonunda sadede geldi, JP Morgan, Morgan Stanley, IMF gibi uluslararası sermaye merkezleri ile İstanbul Sanayi Odası (İSO), TİSK, DEİK gibi yerli patron örgütlerinin ve elbette ki iktidarın orta vadeli ekonomik programı (OVP) doğrultusunda bir asgari ücret belirlendiğini ilan etmiş oldu.
Tabii burada asgari ücretin artırılması için TİSK Genel Kuruluna giderek bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan patronlara, ellerini taşın altına koymalarını beklediğini söyledi, “Hep söylerim, kefenin cebi yok. Darıı dünyadan darıı bekaya mal mülk değil; adalet, hakkaniyet, dürüstlük üzerine yaşanmış bir hayat ile hayır dualar götüreceğiz” dedi.
Asgari ücretin belirlenmesinde yetkili denilen ne patron ne de bakanlık temsilcileri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğine hayır diyemeyeceklerine göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gönlüden geçen de 28 bin 75 lira 50 kuruşluk bir asgari ücretmiş demek ki!
Komisyon emek cephesinden gelen talepleri umursamadı!
Oysa asgari ücretle ilgili sadece iktidar ve sermaye örgütlerinin sözcülerinin değil emek cephesinin de talepleri vardı. Örneğin Türk-İş, AÜTK toplantısına katılmadı ama ikinci toplantının öncesinde asgari ücretin daha adil bir seviyede belirlenmesi için bir hesaplama yöntemi de ekleyerek asgari ücretin en az 39 bin TL olmasını isteyen bir dilekçeyi Bakan Işıkhan’a vermişti. DİSK ise en azıdan iki yıldan beri yoksulluk sınırının yarısında (47-48 bin TL) bir asgari ücret talebini her vesileyle dile getiriyordu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel de asgari ücretin en az 39 bin TL olmasını meydanlardan ilan etmişti. DEM Parti asgari ücretin 46 bin TL olmasını istiyordu.
Emek Partisi ve emek cephesinden pek çok çevre asgari ücret ve yoksulluk sınırı arasındaki ilişki üstünden asgari ücretin yoksulluk sınırına yaklaştırılmasıyla ilgili öneriler sunmuştu.
Dahası asgari ücretle çalışan işçiler, emekçiler de gazetemiz başta olmak üzere medya ve sosyal medya üstünden asgari ücretin 40-50 bin TL’den az olmaması gerektiğini yazarak taleplerini dile getirmişlerdi. Ancak bu çağrıları işçi tarafının katılmadığı patronlar ve hükümetten ibaret komisyon duymadı. Daha doğrusu umursamadı!
Kendisi bir işçi sendikaları konfederasyonu olan patronlarla aynı safta yer alan bir konfederasyon da vardı: Hak-İş!
Çünkü Hak-İş ilan edilen yeni asgari ücreti; “Belirlenen asgari ücretin emek camiamıza, çalışma hayatımıza ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyoruz” diyerek memnuniyetle karşıladı!
Tıpkı patron sendikası TİSK gibi!
Asgari ücret ilk kez açlık sınırının altında ilan edildi!
Bu yıla kadar da asgari ücret yıllara göre değişiklik gösterse de en azından ilan edildiğinde açlık sınırının üstünde olur, yılın ikici yarısından itibaren açlık sınırına yaklaşır ya da altına düşerdi.
Ancak son yıllarda asgari ücret yılın ilk yarısında açlık sınırının altına düşmeye başlamıştı. Geçen yıl ise asgari ücret mart ayında açlık sınırının altına düşerek aşağı doğru bir rekor kırılmıştı! Bu yıl ise tarihinde ilk kez asgari ücret daha ilan edildiğinde açlık sınırının altında kaldı!
Önceki gün 28 bin 75 TL 50 kuruş olarak ilan edilen asgari ücret 30 bin TL’ye dayanmış açlık sınırının 1825 TL altında kaldı. Ve işçilerin ilk zamlı ücretlerini şubat ayında alacağı dikkate alındığında ilk zamlı ücret açlık sınırının en az 2 bin-2 bin 500 TL altında kalacak!
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, asgari ücretin açılık sınırının altında ilan edilmesini, “Masaya oturmamakta haklılığımız ortaya çıktı” diyerek yorumladı!
Oysa bu gelişme karşısında Türk-İş’in başkanından beklenen kendileri için “haklılık” çıkarmak değil, mücadelenin bundan sonra nasıl sürdürüleceğine dair bir tutum açıklamasıydı. Çünkü sendikaların görevi bir durumu anlatmak, gelişmeler karşısında yorumlar yapmak değil sermayenin saldırıları karşısında işçileri birleştirip yığınların gücünü sermaye güçlerinin karşısında harekete geçirmektir. Ne var ki AÜTK’nin ikinci toplantısı öncesinde yaptığı açıklamada Atalay kendi rollerini; “Konu mankeni olmamak için komisyonda yer almadık;…ama bu, şu demek değil; yani orayı protesto edelim, sabote edelim. Öyle bir niyetimiz hiç olmadı. Emeklinin, işsizin, asgari ücretlinin zorda olduğunu ‘anlatmak’ bizim görevimiz” diye açıkladı.
‘Anlatıcı’ sendikacılıktan mücadeleci sendikacılığa!
Türk-İş Başkanı Atalay sendika merkezi olarak kendi rollerini olup biteni, emekçilerin nasıl zorluklar içinde olduğunu sermaye temsilcilerine ve iktidarlara anlatmak olarak görüyor. Oysa işçinin, emekçinin yaşadıklarını, zorluklarını emekten yana her çevre, her dernek vb. organizasyon anlatabilir. Nitekim bugün sendikalar dışında da pak çok çevre, akademisyen, aydın, emekten yana parti ve çevreler Türk-İş’in anlattıklarını, hatta fazlasını bile anlatıyor.
Bu örgütlerden sendikayı ayıran sendikanın bir sınıf örgütü olarak, işçi yığınlarını talepleri doğrultusunda örgütleyip harekete geçiren dolaysız mücadele örgütleri olmasıdır. Sendikalar bu görevleri yerine getirmiyorsa ne anlatırsa antsın işçilerin yaşadığı sorunları ne kadar güzel anlatırlarsa anlatsınlar görevlerini yerine getirmemiş olurlar.
Bugün asgari ücretle ilgili mücadele elbette önümüzdeki yılın aralık ayına kadar bitmiş değildir. Tersine işçiler diğer taleplerinde olduğu gibi asgari ücretle ilgili taleplerini de bugünden itibaren iş yerinde, sanayi havzalarında sürdürmekle karşı karşıyadırlar. Türk-İş’in ve Hak-İş’in bu konuda tutumları belli olduğuna göre burada da sorumluluk ileri işçilere ve mücadeleci sendikacılara, yerel emek platformlarına, yerel ve ulusal düzeyde emek güçlerine mücadeleci sendikacıların yönetiminde olduğu her konfederasyon ve iş kolundan sendika ve sendika şubelerine düşmektedir.
Önceki yıllarda da gördüğümüz gibi işçiler ocak ve şubat aylarında yapılacak ücret zamları için mücadelede aralarında birleşmek zorundadırlar.
Dahası bu yüzden de gerek işçiler gerekse mücadeleci sendikacılar “anlatıcı” sendikacılık çizgisini reddeden mücadeleci bir sendikacılık anlayışıyla hareket etmek zorundadırlar.




