Metalden belediyeye, tekstilden hizmete farklı sektörlerden işçiler, mevcut ücretin hayatta kalma sınırının bile altında kaldığını belirterek yeni ücretin en az yoksulluk sınırına çekilmesini istiyor.
Emirhan Durmaz
Yeni yıla haftalar kalmışken 2026 asgari ücret görüşmeleri yine aynı tartışmalarla gündeme sokuluyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun yapısının değiştirilmesi çağrıları, Türk-İş’in “resmi karar” isteği, hükümetin “Türk-İş olmadan masa olmaz” açıklamaları… Yıllardır süren bu tablo, sendikal bürokrasi ile siyasi iktidarın el ele yürüttüğü, işçilere hiçbir kazanım sağlamayan bilindik orta oyunundan ibaret.
Oysa işin özü ortada duruyor: Komisyonda temsilci sayısını beşten bire indirmek bile sonucu değiştirmeyecek, çünkü masada hükümet adına oturanlar sayıları ne olursa olsun hükümetin çizdiği sınırın dışına çıkmıyor. Karar çoğunlukla alındığı için, patron-hükümet blokunun iradesi belirleyici olmaya devam ediyor. Bu nedenle komisyon, sosyal diyalog görüntüsü veren neokorporatist bir vitrine dönüşmüş durumda; yıllar önce işlevini yitirdi. Temsil tartışması da, Türk-İş’in bugüne kadar her kritik dönemde yaptığı gibi, süreci oyalamanın ve sorumluluğu üzerinden atmanın ötesine geçmiyor.

“Asıl düğüm, sendikal bürokrasideki tıkanma ve üretimden gelen gücün kullanılmamasında yatıyor.” Görüştüğümüz işçilerin hemen hepsi bu noktaya dikkat çekiyor. Genel grev ve kitlesel mücadele örgütlenmediği sürece masada kaç kişinin oturduğunun bir anlam taşımadığını, tüm yetkinin fiilen patronlarla iktidarın oluşturduğu bloka bırakıldığını vurguluyorlar. Nitekim İtalya’dan Bulgaristan’a pek çok ülkede asgari ücret ve toplu sözleşme süreçlerinde sokakların belirleyici olduğunu hatırlatıyor; Türkiye’de sendikal bürokrasinin ise bu gücü harekete geçirmediğini, mücadeleyi masa başına sıkıştırdığını söylüyorlar.
Bu tablo içinde belirlenmeye çalışılan yeni asgari ücret, milyonlarca işçi açısından hayatta kalma sınırının dahi altında. İzmir’de metal, belediye, tekstil ve hizmet sektörlerinden görüştüğümüz işçiler, mevcut ücret düzeyinin “Geçim ücreti olmaktan çıktığını”, yalnızca nefes almaya yarayan bir düzeye indirgendiğini söylüyor. Asgari ücretin en az yoksulluk sınırına çekilmesini, karar süreçlerinin şeffaflaştırılmasını, zamların yılda bir yerine 6 ayda bir güncellenmesini ve komisyonda doğrudan işçi temsilcilerinin yer almasını talep ediyorlar. Ücret belirleme süreçlerinin dar bir patron-hükümet pazarlığından çıkarılması gerektiğini vurgulayan işçiler, “Asgari ücret işçilerin gerçek ihtiyaçlarına göre belirlenmeli. Temsil sayısı değişince bizim soframızdaki ekmek büyüyor mu?” diye soruyor.
‘Asgari ücret geçinmeye yetmiyor, aileler dağılıyor’
İlk olarak Ege Serbest Bölge’de çalışan bir metal işçiyile görüştük. Asgari ücretin bugün “hayatta kalma” sınırının bile altında kaldığını belirten metal işçisi, tek maaşla geçinmenin artık imkansız hale geldiğini söyledi. İşçi, asgari ücretle çalışan bir ailenin yaşamını sürdürebilmesi için mutlaka başka bir akraba desteğine ihtiyaç duyduğunu vurgulayarak, “Asgari ücret tek başına hayatta kalma ücreti bile değil. Tek asgari ücretle geçinen bir aile, başka bir akrabanın ya da anne-babanın desteği olmadan hayatını sürdüremiyor. Bu nedenle dağılan aileler var. Tek başına yaşayan bir asgari ücretli için bile, eğer kiradaysa yaşamını sürdürmesi mümkün değil; bugün mevcut ücretle ev kirasını karşıladığı anda temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir alan kalmıyor” dedi.
‘Asgari ücret patron-hükümet pazarlığıyla belirlenmemeli’
Asgari ücretin belirlenme yöntemine de tepki gösteren metal işçisi, sürecin patronlar ile hükümet arasındaki dar bir pazarlığa indirgenmemesi gerektiğini vurgulayarak, “Asgari ücret patronların hükümetle masaya oturup belirlediği bir anlayıştan uzaklaşmalı; toplumun gerçek ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, en geniş halk kesimlerinin yaşam kalitesini yükseltecek biçimde, yine en geniş katılımla belirlenmelidir. Aksi halde asgari ücret, patronların kâr edebilmesi için devlet eliyle işçilere dayattığı bir zorbalık olarak kalır” ifadelerini kullandı.
‘Kararda; işçi, kamu emekçisi ve halk söz sahibi olmalı’
İşçi, ücretlerin belirlenmesinde sendikaların ve toplumsal örgütlerin etkin rol alması gerektiğini vurgulayarak, “Asgari ücret en başta işçi ve memur sendikaları, STK’ler ve halkın geniş kısmının temsil edildiği örgütlerle beraber belirlenmeli ve bu örgütlülük için gerekli mücadele sürdürülmelidir. En geniş halk kesimlerinin örgütlülüğü sağlanamadığı ölçüde asgari ücret patron ve hükümetin el ele belirlediği, işçi ve emekçilerin bütününe dayattığı bir sömürü aracı olarak kalacaktır” diye konuştu.
‘Asgari ücret yoksulluk sınırına göre belirlenmeli’
Akabinde görüştüğümüz İzmir Buca Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğünde çalışan bir işçi, mevcut asgari ücretin insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamaktan çok uzak olduğunu belirtti. Bugünkü ücret düzeyinin yaşamı idame ettirmeye bile yetmediğini vurgulayan işçi, “Bence şu an asgari ücret açlıktan ölmeme ücreti, başka bir şey değil” dedi.
Yeni asgari ücretin en az yoksulluk sınırı seviyesinde olması gerektiğini ifade eden işçi, açlık sınırının altında konuşulacak hiçbir rakamın kabul edilebilir olmadığını söyledi: “Hayat sadece işe gidip eve gelmek olmamalı. Patronlar ve onların yandaşları nasıl bir hayat yaşıyorsa, işçiler de onlardan daha çok emek ve çaba sarf ederken en az onlar kadar sosyal bir hayat yaşayabilmeli.”
‘Asgari ücreti işçiler belirlemeli’
Asgari ücretin kimler tarafından belirlendiğine de tepki gösteren belediye işçisi, sürecin patronların ve işverenlerin çıkarlarına göre yürütüldüğünü dile getirdi: “Asgari ücreti, öğle yemeğinde çıkan tatlıyı, meyveyi saklayıp akşam evine çocuğuna götüren işçiden başka hiç kimse belirlememeli. Milyonları götüren patronlar, işverenler değil.”
İşçinin sözlerine göre, bugün ücret belirleme sürecinde işçilerin çıkarını düşünen bir mekanizma bulunmuyor. “Asgari ücret belirlenirken işçiyi düşünen kimse yok; tabii ki tek düşünülen şey iktidar ve onun çıkarları” dedi.
‘Komisyonda işçiler söz sahibi olmalı’
Asgari Ücret Tespit Komisyonunun yapısının değiştirilmesi gerektiğini savunan işçi, sendikaların yetkilerinin artırılmasını ve doğrudan işçi temsilcilerinin komisyonda yer alması gerektiğini dile getirerek, “Sendika adına da işçilerin kendi aralarından belirlediği işçiler olmalı. Her iş grubundan; fabrika işçisi, tarım işçisi, mevsimlik işçi gibi farklı alanlardan çalışanlar komisyonda yer almalı. İşçilerin onay vermediği hiçbir asgari ücret kabul edilmemeli” diye konuştu.
‘Zam yılda bir değil, 6 ayda bir yapılmalı’
Yaşanabilir bir ücret için artışların yılda bir kezle sınırlı kalmaması gerektiğini söyleyen işçi, yüksek enflasyon koşullarında bunun çalışanları korumadığına dikkat çekerek, “Ülkedeki enflasyonun ne olacağı belli değil. O yüzden yılda bir kere değil, 6 ayda bir zam olmalı” diye konuştu. Ancak meselenin yalnızca rakamla sınırlı olmadığını belirten işçi, sorunun daha derin olduğuna işaret etti: “Asıl mesele rakam değil. Bu ülkede çalışanların emeğinin değeri bu kadar düşük görülmeye devam ettiği sürece hangi rakam yazılırsa yazılsın, 6 ay sonra yine aynı tartışmayı yaparız.”
‘Toplantılar canlı yayımlanmalı’
Şeffaflık çağrısında da bulunan belediye işçisi, Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarının kamuoyuna açık biçimde yapılmasını isteyerek, “Komisyon görüşmelerinin TRT’de canlı yayımlanması için talep oluşturulabilir” dedi.
Ardından görüştüğümüz İzmir’de BEGOS’ta bir tekstil firmasında depo işçisi olarak çalışan bir işçi, mevcut asgari ücretle geçinmenin neredeyse imkansız hale geldiğini söyledi. Kiralardaki artışa dikkat çeken işçi, “Aslına bakarsak bu ücretle hayatta kalabiliyor olmayı bile büyük bir başarı olarak tanımlıyorum. En ucuz ev kiralarının 10 bin ila 15 bin TL arasında olduğunu düşündüğümüzde, herhangi bir asgari ücretli işçinin ay sonunu görebilmesi pek mümkün gözükmüyor” dedi.




