Hrant Dink’in katlinin bugün hala geçerli olan iki boyutu var.
İlki, kişisel ve toplumsal boyutu…
Hrant, Türkiye’nin en büyük travmasının tedavisi için eşi bulunmayan bir isimdi. İki toplumla da bağı olan, inandığı fikir için iki toplumu da karşısına almayı göze alan, buna rağmen iki toplumun da sempatisini kazanan benzersiz bir adam… Başına açılan bütün belalara rağmen, barışı, diyaloğu, kardeşliği savunmaktaki kararlılığı, doğduğu toprağa sadakati, çözüm odaklı mücadelesi, ona tepki duyan inkârcılarda bile bir hayranlık ve saygı uyandırıyordu.
Soykırım iddiasında ve kampanyasında dış güçlerin parmağını arayan komplo teorisyenleri onda yerli bir damar buluyor, o da “Türkler ve Ermenilerin birbirinden başka doktoru yok” diyerek o kalplere bile giriyordu. Kalleşçe arkadan vurularak öldürülmesi, yerde delik bir pabuçla yatarkenki görüntüsü, 100 yıldır nefretle beslenmiş bir toplumu bile “Hepimiz Ermeniyiz” diye sokağa döktü.
Korkarım ki onun katledilmesiyle, iki toplumu birbirine bağlayan en önemli bağlardan biri sonsuza kadar koptu.
İkinci boyuta gelince:
Orada da işin siyasi boyutu var. Dink cinayeti, onyıllardır anlattığımız “ülkücü çeteler-polis-yargı” işbirliğinin çırılçıplak bir belgesini sundu bize… Daha katilin yakalandığı an Türk bayrağı önünde adeta tebrik edilmesinden tutun da yıllarca bitmeyen yargılamalara, soruşturmanın önüne çıkarılan engellerden bilinen ama yargılanamayan güç odaklarına kadar her şey, devletin cinayetin ardındaki karanlık yüzünü bir kez daha ortaya serdi.
“Kutsal devlet” zihniyeti karşısında insan canının ne kadar ucuz olduğu, devleti eleştirenlerin neden bir “güvercin tedirginliği” içinde yaşadığı, bu tabunun neden bir türlü aşılamadığı daha iyi anlaşıldı.
Küçük bir anıyla bitireyim: Cenaze günü “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla yürürken bir polisin yanındakine “Ne çok Ermeni varmış memlekette” dediğini duymuştum. Cinayete gösterilen tepkinin devlet katında bu korkuyu ateşlemiş olması ve Hrant Dink isminin dünyanın her köşesinde sevgiyle anılması, elimizdeki tek teselli…