Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetine icabet eden, onunla görüşen, sıcak pozlar verip ona övgüler dizen herkes toplumun bir kesimi tarafından yoğun bir eleştiriye tutuluyor. Tabir yerindeyse linç ediliyorlar.
Bu eleştirilerin odağında en son Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşen Nobel ödülü kazanan Aziz Sancar ile fotoğraf sanatçısı Ara Güler vardı.
Peki buradaki esas sorun ne? Kim haklı? Eleştirenlerde mi sorun var, yoksa tüm olup bitene rağmen Erdoğan’la yakınlık kuranlarda mı?
Bu kişileri eleştirenlerin kimi, meseleye ideolojik yaklaşıyor. Onlar için ideolojik birliktelik her şeyden önemli. Kişiliğe, değerlere, karaktere bakarak değil, ideolojik birlikteliğe göre yakınlık duyup saygı gösteriyorlar. Bu hastalıklı duruma söylenecek bir şey yok.
Fakat Erdoğan’la görüşenlere gösterilen tepkilerin tamamını bu çerçevede göremeyiz. Böyle görmek bu tavrı alan insanlara da büyük haksızlık.
Neden mi? Anlatayım.
Bazı değerler vardır
Hepimiz kurduğumuz ilişkilerde bazı değerleri esas alırız.
Kimimiz arkadaşlık, yakınlık, sıcak bir bağ kuracağımız kimsede dürüstlük, ahlak, karakter, saygınlık, nezaket, mertlik, başkasının hakkını yememe gibi değerler ararız.
Kimimiz içinse zengin olması, güçlü olması, yüksek makam sahibi olması veyahut nüfuzlu biri olması o kimseyle arkadaşlık, yakınlık kurmamız için yeterli.
Yakınlık kurduğumuz kimselerin ilişkileri, öncelikleri de etkiler. Diyelim, mahallemizde hak yiyen, kabadayı kılıklı, çıkarı için her şeyi mubah gören, kaba, şımarık, güç delisi biri var.
Bunları sorun etmeyip onunla arkadaşlık kuranlar, bizim arkadaşlarımız olsa da bu yaptıklarını yadırgarız. Karakterini, ahlak anlayışını sorgular onlardan da uzak dururuz.
“Nasıl yani?” deriz, “Sen şimdi bir hırsızla oturup kalkmaktan, onunla poz vermekten, yakınlık kurmaktan utanmıyor musun? Bu adamın bu özellikleri seni rahatsız etmiyor mu? Etmiyorsa, demek ki sen de pek matah biri değilmişsin” deriz.
Öfkenin altında yatan asıl neden
Lafı çok uzattığımın farkındayım. Geleyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yakınlık kurduğu için eleştirilenler meselesine.
Karşımızda bir Tayyip Erdoğan var, bir de cumhurbaşkanlığı makamı var.
Mesele, Tayyip Erdoğan’ın ideolojisi, inancı meselesi değil.
Erdoğan ne yazık ki yapıp ettikleriyle, söz ve davranışlarıyla, hal ve hareketleriyle, kişiliğiyle izlediği siyasetle, cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığına yakışan bir tutum sergileyemedi. Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığı ile Erdoğan’ın kişisel saygınlığı arasında ciddi bir zıtlık oluştu.
Bu zıtlığa neden olan yolsuzluk iddiaları, sözleri, uyguladığı siyaset, sorunlu üslup ve meselelere yaklaşımı hepimizin malumu.
Mesela ses kayıtlarıyla ortaya dökülen yolsuzluk iddiaları var. Bunlara hiçbir açıklık getirmedi. Ya da acılı bir anneyi miting meydanlarında yuhalatmakta bir mahzur görmedi. Bunun için özrü de dilemedi.
Ya da yoksul bir madenciyi tokatlamaktan mahcubiyet, pişmanlık duymadı.
Şatafata, lükse olan düşkünlüğü, ayrımcı, çatışmacı tavrı, siyasi kazanım için her yolu mubah gören tarzı… değerleri, hukuku, düzeni, nezaketi, dürüstlüğü önemseyen insanları, rahatsız eden onlarca söz ve davranış var.
Ve tüm bunların sonunda ülkeyi getirdiği durum ortada. İşte bunlara kaynaklık eden bir kişilik ve ahlak anlayışı var.
Şimdi hiçbir şey olmamış, tüm bunlar yaşanmamış, siyasi çıkarı için ülkemizi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmamış gibi onunla yakınlık kurabilir miyiz?
Ne yani çok oy aldı, cumhurbaşkanı oldu diye tüm bu yaptıklarından aklanmış mı sayacağız?
Üstelik bu gücü elde etmek için verdiği mücadelenin yöntemi ortada. Sarf ettiği sözler ortada. Değerleri, kurumları, kişileri birer birer nasıl etkisiz hale getirdiğini de biliyoruz.
Güç onda diye bilmiyormuş, görmemiş, duymamış gibi mi davranacağız?
Düşmanlık beslemeyiz, kan davası gütmeyiz ama hiçbir kural, kanun, değer tanımadan mücadele verip güç ele geçirdi diye o kimseye saygı sunmak, onunla yakınlık kurmak… bana çok tuhaf geliyor.
Kaldı ki çok oy almak insanı saygı duyulacak mertebeye yükseltmeye yeter mi?
Bu insanlara yöneltilen eleştirilerin boyutunu, şiddetini, içeriğini, dilini eleştirebiliriz.
Fakat bu tür eleştirileri bütünüyle kınamak, yanlış görmek kabul edilir bir durum değil.
Erdoğan’la makama duyulan saygıdan veyahut mecburiyetten değil, onun şahsına yakınlıktan dolayı hürmet gösterenlere şu soruyu sorma hakkımız var: Bütün bu yaşananlar, sözler, davranışlar, ülkeyi mahveden politikaların sonunda ülkemizin geldiği nokta sizi hiç rahatsız etmiyor mu? Üzmüyor mu?
Hukukun, anayasanın ve bizi toplum yapan değerlerin çiğnenmiş, ülkenin uçuruma sürüklenmiş olmasından niçin rahatsız olmuyorsunuz?
Yukarıda da dediğim gibi cumhurbaşkanlığı makamına saygı için zorunluluktan gidenler ile sırf poz verip itibar devşirmeye çalışanları birbirinden ayırmamız gerekiyor.
Yandaşların pişkinliği
Diğer taraftan tüm bu tartışmalarda benim asıl dikkatimi çeken nokta ise şu: Kimi yandaşlar bu eleştirileri çok yadırgıyorlar. Erdoğan’la görüşenlere yöneltilen eleştirileri ideolojik bir fanatizmin ürünü olarak göstermeye çalışıyorlar. Ve “Bakın bunlar Erdoğan düşmanı” diyerek asıl ayrımcılığı Erdoğan karşıtlarının yaptığını söylemeye çalışıyorlar.
Büyük bir pişkinlik bu.
İstiyorlar ki Erdoğan ne yaparsa yapsın onu alkışlayalım. Tüm yapıp ettiklerini görmezden gelip, aldığı oya bakarak ona hürmet edelim.
Niye? Çok oy alınca hakkındaki tüm iddialardan aklanmış mı sayılıyor?
Asıl bu yandaşlara sormak lazım: Siz tüm bu yaşananları niçin görmezden geliyorsunuz? Ses kayıtlarındaki yolsuzluk iddiaları, o konuşmalar sizin onurunuza niçin dokunmadı? Niçin sizi rahatsız etmedi?
Onca tehdit, onca şantaj, onca hakaret, onca aşağılama ve çatışmacı siyasete rağmen hala nasıl oluyor da böylesine rahat davranıyorsunuz?
O hayatı bize zehir etsin. Toplumu ayrıştırıcı siyasetten geri durmasın. Siyasi ikbal uğruna gerekirse ülkemizi gözden çıkarsın. Anayasayı rafa kaldırsın. Tüm bunlara rağmen içimizden aydın, yazar, sanatçı, akademisyen dediğimiz insanlar da gidip ona saygıda kusur etmesin. Biz de bu insanlara“Nasıl yani?” sorusunu sormayalım. Öyle mi? Niye?
Asıl sorgulanması gereken onların tutumuyken, utanmadan, tüm bu olup biteni kabul etmeyenleri, içine sindiremeyenleri yadırgıyorlar.
Aklını kaçırmış bunlar.