Ceren Sözeri
Medyanın 2025 yılına damga vuran yönü, sermayesi oldu. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), tıpkı 2000’lerin başında olduğu gibi, ülkenin en büyük medya patronu olmaya doğru gidiyor. Yıl sonu itibarıyla Show TV, Habertürk, BloombergHT, Flash TV, Tele1 ve Gain Medya TMSF kontrolünde. Operasyonların devam edeceği, başka medya kuruluşlarına da el konulacağı söylentiler arasında.
Bu manzaraya bir yılda gelinmedi. Kim olduğu, medyaya hangi saiklerle talip olduğu çok da bilinmeyen; adları daha önce suça karışmış sermayedarlara son yıllarda kapı açıldı. Şimdi, iktidar içi kavgalar nedeniyle bu sermaye gruplarının elindekiler birer birer alınıyor; sahipleri ve yöneticileri hapse gönderiliyor. Tıpkı 2000’lerin başında olduğu gibi, siyasi bir dönüşüm için medya yeniden tasarlanıyor.
Çarpıcı olan şu: Reklamcılar Derneği’nin son derece iyimser bir dille açıkladığı medya yatırımları verilerine göre, 2024 yılında reklam yatırımları 40,6 milyar lira. Bu tutar dolara çevrildiğinde yaklaşık 1,25 milyon dolar ediyor. Evrensel, BirGün gibi ana akım dışı sayılabilecek mecralar hariç tutulduğunda, medyanın esas gelir kalemi reklam. Eskiden bu pastadan en büyük payı televizyonlar ve gazeteler alırken, 2024’te payın yüzde 50’den fazlası dijitale gidiyor. Üstelik bu alan yalnızca medyadan ibaret değil; eğlenceli kedi videoları da artık medya kuruluşlarının “rakibi.”
2025 verileri bunun da ötesinde bir kötüleşmeye işaret ediyor. Bu tablo şu anlama geliyor: Medya şirketleri batık durumda ve sermaye bunu bilerek, başka amaçlarla bu alana giriyor. Yıl sonuna denk gelen operasyonlara da, önümüzdeki yılın “yeni sahiplerine” de bu gözle bakmak gerekiyor.
Batan gemide gazeteci olmak
Bu kapışma yaşanırken olan yine gazetecilere ve onlardan haber bekleyen okuyuculara oldu. Sermaye, işine geldiğinde “ben varım” dedi; en ufak bir tehditte ise korkup kaçtı ya da gazeteciyi kapının önüne koydu. Gazetecilerin çoğu asgari ücret ya da biraz üzeriyle yetinmek zorunda bırakılırken, sermayeye yaslananlar yine “düştü.”
Okurun da insicamı bozuldu. Artık kızabileceği bir medya patronu yok; sermayesini bilmediği ama “esas patronu” tanıdığı bir medya düzeni var karşısında. Üstelik muhalif kanal sayısı üçe düşmüş durumda. Tele1’e İmamoğlu’nu cezaevinde tutmayı hedefleyen “casusluk” operasyonu kapsamında el konuldu; Merdan Yanardağ ise 27 Ekim’den bu yana tutuklu.
“Daha özgür” olduğu iddiasıyla YouTube’a taşınan popüler gazetecilere, işsiz gazeteciler de eklendi. Özgür Orhangazi, eylül ve ekim aylarında Evrensel’de yayımlanan yazı dizisiyle platform tekelleşmesini tüm boyutlarıyla ortaya koymuştu. Bu platformların en büyüğü olan Google’ın algoritmik düzenlemeleri, mart ayında Gazete Duvar’ın kapanmasına yol açtı; bu 2025’in medya açısından en büyük kayıplarından biri olarak kayda geçti.
Platformlardan daha da acımasız kriterlerle kamu ilanı dağıtmayı vadeden Basın İlan Kurumu (BİK), internet medyasına deva olmadı. BİK’ten medet uman haber siteleri, masraflarının en azından üçte birini karşılayabilmek için enerjilerini günde 40–50 haber girmeye ve ziyaretçi çekmeye harcadı.
YouTube’da mesleğini sürdürmek isteyenler, bu mecranın da aslında “patronsuz” olmadığını gördü. En çok izlenen isimlerden Fatih Altaylı, mahkemede aylık gelirini 200 bin lira olarak açıkladı. Asgari ücretle çalışan bir gazeteci için bu büyük bir meblağ olabilir; ancak bu yıl omzundaki bütün yıldızları alınan, 2018’den beri iktidarın Goebbels’i olarak tarif edilen Fahrettin Altun ya da iktidara sadakatini sözleri ve eylemleriyle her fırsatta göstererek Türk Telekom CEO’luğuna terfi ettirilen Ebubekir Şahin için küçük paralar bunlar. Geleneksel mecralardan dışlanan gazetecilerin YouTube’ta hem geçinip hem de haber yapabilecek bir gelir elde etmeleri son derece zor. Platformlar şimdilik yalnızca meslekte tutunmayı sağlıyor.
Vatan–Çağlayan–Silivri hattı: 2025’in olağan güzergahı
Akıllı bir girişimci, 2025’te Vatan Emniyet–Çağlayan–Silivri hattında ihtiyari bir toplu taşıma hizmeti sunabilirdi. Bu yıl genellikle cuma akşamları gözaltına alınan gazeteciler ve siyasetçiler önce Vatan Emniyet’e götürüldü; pazar günü ya da hafta başında Çağlayan’a çıkarıldılar. Kimileri oradan sevdiklerine kavuştu, kimilerinin yakınları ise navigasyona Silivri Cezaevi’nin adresini girdi. Reyhan Hacıoğlu, Vedat Örçün, Necla Demir, Rahime Karvar, Ahmet Güneş ve Velat Ekin savcılıkça ifadeleri dahi alınmadan tutuklandı. Barış Pehlivan, Seda Selek, Serhan Asker ve Suat Toktaş ise Ekrem İmamoğlu’nun “hep aynı kişi atanıyor” dediği bilirkişiyle görüştükleri, bu görüşmeyi kayda alıp yayımladıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. Suat Toktaş ocak sonunda tutuklandı, mart ayında serbest bırakıldı. Furkan Karabay ise daha önce iki kez beraat ettiği bir “suç”tan altı aydan fazla cezaevinde kaldı; üç ayrı suçtan toplam dört yıl üç ay hapis cezası verilerek tahliye edildi.
2025’e, medyanın karanlık sermayesinin yanı sıra gidecek yeri olmayan ama meslekte tutunmaya çalışan, cezaevine girse bile gazetecilik yapmaktan vazgeçmeyenler damga vurdu. “En kötü”, “en dip” gibi sıfatların işlevsiz kaldığı bir dönemdeyiz. Şöyle de düşünebiliriz: 2025’te eteklerdeki taşlar büyük ölçüde döküldü, dökülmeye devam edecek. Ama mutlaka yeniden dizilecek. O günler geldiğinde söyleyecek sözümüzün, itiraz edecek gücümüzün olması gerekiyor.




