28 Şubat döneminde ordudan atılan bir subayın, o günlerde kızının döktüğü gözyaşlarını unutamadığı beyanını bir gazetenin manşetinde gördüğümde aklıma 2006 yılının Ocak ayında, AK Partili belediyede görev yaparken bir internet sitesinde iktidara yönelik fikri eleştirilerimin medyada geniş yankı bulması üzerine işten atılmam ve olayı televizyon haberinden öğrenen kızımın gözyaşları geldi; bir de buna ilaveten, endişeyle gözlerimin içine bakarak sorduğu “Baba biz şimdi ne yapacağız?” sorusu.
O soru, 5 yıldır havsalamın duvarlarında yankılanıyor!
Söz konusu subay, işten atılmasından sonra iş bulamadığını, düpedüz aç kaldığını, ordunun onu ve onun durumunda olanları adım adım takip ederek iş bulmalarının önüne geçtiğini anlatıyor. Nihayet AK Parti iktidarı başladıktan sonra talihi dönmüş olmalı ki, şimdilerde hali vakti yerinde, hayatından memnun. Tıpkı iktidarın hakikatine teslim olup rant musluklarının başına ya da çevresine çöreklenmiş nicesi gibi!
Bir zulümden kendi yakalarını kurtarmış olmalarının zulmün sona erdiği anlamına gelmediğini işten atıldığım 5 yıldır anlatmaya çalışıyorum bu takıma ama sesim ne kulaklarına ulaşıyor, ne de yaşadığım zulüm vicdanlarına nüfuz edebiliyor.
Oysa mevcut iktidar da, kendi hakikatine teslim olmayan benim durumumdakilere tıpkı 28 Şubat zulmünün yaptığı gibi, işten atmakla yetinmeyip hükmettiği veya tahakküm ettiği her kapının yüze kapanmasını sağlayacak öyle bir mekanizmayı titizlikle inşa etmiş ki, yakın tanışıklık içeren ilişkiler havuzunda bile aldığım cevap her defasında “Bu işin ehli olduğunu herkes biliyor ama Erdoğan’la aranı düzeltmeden seninle çalışmamız mümkün değil” oluyor! Gençlik yıllarımız İzmit’te birlikte geçen, sonrasında da aynı belediyede birlikte danışmanlık yaptığımız şimdilerin bakanı İzmitli arkadaşımız bile sohbet sırasında “Elindekinin kıymetini bilmeliydin, senin için hiçbir şey yapamam” deyiverdiğinde, bu cümleyi, geçici dünya hayatının ötesine gittiğimizde de aynı rahatlıkta kurabilmesini dilemiştim mesela.
2002’de başlayan iktidarın uzağında kalmayı seçtiğimden iktidarın hakikatince dışlanmış olmakla zaten gerilimli ve sıkıntılı süren ama 2006’da trajikleşen hikayemin geriye kalan bölümünde de mutlu son yok. Aksine daha da ağırlaşarak devam eden yeni bir aşama var: İşsizlik günlerimde, hem de sigortamın süresinin dolduğu bir anda geçirdiğim kalp krizi, pahalı bypass ameliyatı, çoluk çocuğumun rızkının, elimdeki küçük birikimin bu ameliyata harcanmasının meydana getirdiği derin zorluk ve sonrasında yine işsizlik, sıkıntılar, güçlükler…
Bu nedenle 2006 benim kişisel 28 Şubat’ımın başlangıcıdır ve hem henüz bitmemiş olması bakımından, hem de zulmünün ağırlığı açısından askeri 28 Şubat’la ne yarışabilir, ne kıyaslanabilir!
Hulasa, eğer sözün başında bahsi geçen subayınkine bakarak dramatik zulüm öyküleri yazılacaksa bu öykünün bir tek dekoru, bir tek sahnesi, bir tek oyuncu kadrosu yok.
Bu yazının okunduğu sırada İzmit’te olacağım ve bu vesileyle Başbakan Erdoğan’ın konuşacağı AK Parti mitingine de uğrayacağım. İtiraf etmeliyim, referandumda değişim iradesine ‘evet’ diyecek olmakla birlikte son derece karışık duygular içinde vicdanım ‘hayır’ diye haykırıyor.
Hele AK Parti iktidarı günlerinde iktidara yakın olmanın nimetiyle gelirleri azmanlaşmış ve hayat standartları Karunlaşmış kimi “dost”larımız, vesayet rejiminin baskısı altında olduğunu dillerinden düşürmedikleri iktidara yönelttiğimiz eleştiriler dolayısıyla vebal altında olduğumu, eğer bu iktidar düşer de yerine maazallah(!) CHP iktidarı gelirse bunun hesabını veremeyeceğimi, “dindarların” çok şey kaybedeceklerini söyledikçe bu iktidar döneminde semirmekten ve haram yemekten kımıldayamaz hale gelmiş bu doymaz ve utanmaz iştahlar karşısında, işten atıldığından bu yana 5 senedir yokluk, zorluk ve sıkıntı hayat tarzı haline gelmiş ben, zincirlerimden başka kaybedecek hiçbir şeyim olmadığını hatırlayan yüreğimin isyanını bastırmakta güçlük çekiyorum.
28 Şubat zulmünden nasiplerini almış mağdurlar mevcut iktidarın kayıtsız şartsız destekçisi olduklarından bu yanadır mağduriyet sonrası ödülün tadını fazlasıyla çıkarıyor, çıkardıkça da vicdanları köreliyor ve hakikate olan sadakatlerini kaybediyorlar. Bu yüzden bizim gibi her halükarda hakikate sadakat göstermeye inanmış olanların uğradığı zulmü ne görecek gözleri var, ne işitecek kulakları, ne de hissedebilecek kalpleri. Bu sebepledir ki zaten yokluk, sıkıntı ve kısıtlamalar içinde düşünce faaliyetini sürdürmeye çabalayan bu satırların yazarını muhtemel CHP iktidarının sıkıntılarıyla korkutmaları traji-komiktir. Demokrasi menfaatler çatışmasıysa ve kişi, menfaatini azami ölçüde temin ettiği seçeneği tercih etmekle demokratik davranış sergilemiş olacaksa bu iktidar döneminde zulüm ve yokluktan başka bir şey görmemiş benim gibilerin bu halden kurtulacaklarını vadedecek yeni bir seçeneğe yönelmelerinden doğal ne olabilir?
Bu sözleri CHP’li veya iktidarın dünya görüşünün zıttı bir kesimden yazarın değil de, aynı mahallenin sakini ve hatta bir dönem Erdoğan’a yakın çalışmış bir düşünce insanından işitiyor olmanın AK Parti seçmeni ve dindar çevreler açısından kafa karıştırıcı olduğunun farkındayım. Bunun sebebi, düşüncelerini ve hayatlarını eskisinden farklı olarak artık siyaseten doğrularla kuruyor olmaları, buna mukabil bendenizin eskiden olduğu gibi şimdi de vicdanen ve ahlaken doğrularla yola devam etmemdir.
Satın alınan/alınabilen hiçbir doğrunun kıymeti yoktur ve Erdoğan’ın -kendisi de gayet iyi farkında olduğu gibi- bu yöntemle uzun soluklu yol alabilmesinin imkanı bulunmamaktadır. AK Parti sahici anlamıyla ‘değişim’in partisi olmaya karar verdiği ve hakikate sadakati kendisine ilke edinip hiçbir menfaat karşılığı bundan vazgeçmeyenlerden oluşan bir sosyolojiye dayandığında Türkiye’de gerçekten adil, barışçı, mutabakata çıpalı yeni bir siyasi ufkun inşa edilebilir hale geleceğine inanabiliriz.
28 Şubat’ta zulüm görmüş mağdurlar, zulümler arasında tercihte bulunma konforlarını bozmadıkça ve satın alınabilir doğrulara yapışıp kaldıkça hem kendilerini, hem de iktidarı çürüteceklerdir.