Selçuk Candansayar
ABD Başkanı Trump’ın yardımcısı Vance ile birlikte Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile dünyanın “gözü önünde” girdikleri ağız dalaşı çok konuşuldu. Bir devlet başkanının, konuk olduğu başka bir devlette, hem de başkan tarafından aşağılanıp hakaret edilerek kovulması “şaşkınlıkla” karşılandı. Başka bir bağlamda şaşkınlıkla karşılanan ise Sırrı Süreyya Önder’in Habertürk televizyonunda canlı yayında Devlet Bahçeli hakkında söylediği “hayranlık ve övgü” dolu ifadeler oldu.
Önder’in sözleri “barış için” kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek olarak değerlendirilebilir elbet ve elbette sadece bunca yıldır sürdüğü için bile tarafları kirletmemesi mümkün olmayan bir silahlı çatışmanın bitmesi, bir kişinin daha ölmemesi için söylenebilir de. Ama sanki “barış için Bahçeli övgüleri” ile sınırlanabilecek bir durum değil bu hal.
Bahçeli, CHP ve lideri Özgür Özel’e de kürsüden ağır hakaretlerde bulunduktan sonra, resepsiyon sırasında Özel’e “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Bazen siyaseten söylememiz gerekenler var. Siyasetin gereği o” demişti. Önder’in açıklamalarından “Devlet beyin asaletinin” ve de Hakan Fidan beyin de iş bitirici CEO tarzının 2013-15 çözüm sürecinden bu yana “Kürtlerce” bilindiği ve takdir edildiği de anlaşılıyor. Olan, İmralı Notları’nda Öcalan’ın da “toy bulduğu” Selahattin Demirtaş’a oldu galiba.
Modaya uyarak, “eski” diyebileceğimiz siyaset tarzındaki politikacılar, devlet “büyükleri”, kapalı kapılar ardında ağır kavgalar edip; kamusal alana çıktıklarında ise birbirileriyle oldukça kibar ve “devlet adamı vakurluğuyla” konuşurlardı. Neoliberal dönemin “yeni” siyaset tarzında ise anlaşılan o ki, kapalı kapılar ardında birbirlerine sevgi ve muhabbetle bağlı olanlar, kamusal alanda yakası açılmadık küfürlerle birbirlerine girişiyorlar.
Yeni siyaset tarzının eskisinden farkı, kamusal olanla özel olan arasındaki yer değişimi sadece siyasal alanla da sınırlı değil. Eskiden “özel, kapalı, mahrem” alan içinde gerçekleşenlerin yeni dönemde kamusal, açık alanda bir “sahne performansı” olarak icra edildiği bir yer değiştirmeden söz ediyorum.
Çarpıcı bir örnek “kadına şiddet” sorunu aracılığıyla da verilebilir. Evde, kapalı kapılar ardında, höt zötü eksik olmayan, siniri zıplatılırsa iki tokat geçirmekten geri durmayan kocanın, akşam misafirliğinde konu komşu, akrabalara karısından “bizim evin içişleri bakanıdır” diye gerk gerk gülerek söz etmesi halini düşünün.
Özel olan, sahnede icra edilen bir performansa dönüştüğünde, icracının artık başlıca motivasyonunun performansı “mükemmelleştirmek” ve daha kazançlı hale getirmek olması kaçınılmazdır. Tıpkı, doktor ya da öğretmene (ya da genel olarak işçiye) sabit ücret yerine baktığı hasta sayısı, sınav kazandırdığı öğrenci sayısı, sattığı ürün sayısı, imal ettiği nesne sayısı oranınca ücret verildiğinde ne olursa, o olur. Performans artarken nitelik-kalite düşer. Doktor, bilimsel gereklere göre değil, en çok kazandırana göre tanı koyup, tedavi etmeye başlar. Hele da daha çok kazanmanın, çok para kazanmanın bu denli kışkırtıldığı bir dünyada.
Biteviye kazanç temelli performans icrası zorunlu olarak icracıyı zamansız bir “burada ve şimdi” en karlı olanı kullanmaya yöneltir. Kullanılan aracın tarihsel-toplumsal anlamı değersizleşir ve aracın anlamı sadece “o anki kullanım değeriyle” belirlenir. Bu nedenle RTE, eğer “burada ve şimdi” işine yarayacaksa Nazım Hikmet’ten şiir okur; Müsavat Dervişoğlu da “hazır yeni ölmüşken ve herkes hakkında konuşuyorken”, tam da o anki derdini en iyi anlatabileceğini düşünerek, Sevgili Edip Akbayram’ın “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” şarkısını bangır bangır çaldırarak grup toplantısına girer!
KİTLE BELLEKSİZLEŞİR
Sağcı ve dinci ideolojilerin kültürel üretimlerinin niteliksizlikleri “imgeleri” soldan almak zorunda kalmalarında etkilidir ama tek nedeni bu değildir. “Solun” ürettiği “imgeler”, “semboller” ve “değerleri” yalnızca “şimdi ve burada”ki anlık amaçlarına ulaşmak için araçsallaştırmaları, o imge, sembol ve değerlerin tarihsel bağlamlarından koparılıp, içlerinin boşaltılmasına da yol açar.
Böylece kitle belleksizleşir, şimdi ve burada yaşayıp algıladıklarını geçmiş ve gelecek akışıyla bütünleştirerek yorumlayamaz. İmge bombardımanı altında sadece “anlık” duygulanımlarına göre tepki vermeye başlar. Hissettikleri hakkında düşünememeye başlar. Şimdi alkışladığına bir süre önce küfür ettiğini hatırlayamaz olur. Kendisini sağcı-dinci olarak tanımlayan biri, sağcı ve dinci bellediği liderinin oldukça solcu bir söylemine alkışlar, göz yaşları içinde katılabilir.
Memeli türünde tanımlanan “klasik koşullanma” özelliği baskınlaşır. Örümcek fobisi olan biri duvarda gezen yarım santimlik örümceği gördüğünde korkmaya başlar ve neden korktuğunu bilmeden korkar. Aklıyla düşündüğünde örümceğin en küçük bir tehlike içermediğini biliyor olması korkmasını engellemez ya, işte o hal. Pavlov’un meşhur deneyinde her yemekten önce zil çalınan köpeğin, bir süre sonra yemek verilmese de zil çaldığında ağzında salya oluşmasını hemen herkes bilir. Bu şartlanmanın asıl önemi başkadır. Şartlandırılan köpek artık yemek yeme güdüsü üstünde hakimiyet kuramaz olur. Eylemleri onun kararı olmaktan çıkar. Her zil çalışında, aç ya da tok olduğu önemli olmadan yemek yemeye hazır hale gelir.
Demem o ki artık zilin boyunduruğu altına girer. Kendi yararına gibi görünen yeme eylemi aslında onu edilgenleştiren sahibinin zilinin insafına kalmış olur. Sahipler de köleleri sadece ve sadece kendi çıkarları için kullanırlar.