50 yıl önce tarihin en yıkıcı iç savaşını yaşayan Vietnam, son 20 yılda 130 milyar dolarlık yüksek teknoloji ihracatı yaptı. 30 yıl önce ekonomisi çökmek üzere olan Çekya’nın 43 milyar, Polonya’nın ise 26 milyar dolarlık yüksek teknoloji ihracatı var. Biz ise bu alanda “2.5 milyar dolar” ile yerlerdeyiz. “Türkiye Yüzyılı” gibi sözler dinleyeni heyecanlandırıyor olabilir ama bunlar içi boş laflar. Yüzyılın dörtte biri geçmişken, kalan 75 yılda tabloyu tersine çevirebilmek mümkün görünmüyor
Mehmet Y. Yılmaz |
Yetmiş yıl önce Tayvan, Çin’den yeni kopmuş, nüfusunun önemli bölümü uyuşturucunun elinde tutsak olmuş, dünyadan soyutlanmış bir ülkeydi.
O tarihte bir Meksikalı, bir Tayvanlının iki katı kadar üretim yapıyordu.
1974 yılında ise tablo bunun tam tersine dönmüştü. Bir Tayvanlı, bir Meksikalının iki katı kadar üretim yapıyordu.
2000’lerin hemen başında ise bir Tayvanlı, bir Meksikalının dört katı kadar üretim yapıyordu.
1974’ten günümüze bu farkı yaratan birçok neden sayabilmek mümkün.
Farkı yaratan etkenler içinde en önemlisi Tayvan’ın eğitime verdiği önem.
Tayvan’da halen üniversiteye dünyanın en zor sınavlarından biriyle girilebiliyor ve “bilimsel yeterlilik” üniversite düzeninin tek hâkimi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, hastalık nedeniyle verdiği beş aylık aradan sonra çıktığı ilk TBMM Grubu toplantısında “Süper güç Türkiye’nin amacındayız. Türkiye Yüzyılı’nı inşa ve ihya etmenin arzusundayız” dediğini haberlerde okuyunca Tayvan ile Meksika örneğini hatırladım.
Kıyaslamayı Türkiye ile yapmaya cesaret edemezdim çünkü göreceğimiz tablo, hepimizin ruhunu karartacaktı.
Politikacıların böyle yüksek perdeden atıp tutmalarına alışkınız aslında ama “Türkiye Yüzyılı” gevezeliği artık öyle içi boş bir kavrama dönüştü ki hepimizin şapkayı önümüze koyup ne yapılacağını düşünmesinde yarar var.
“Neet” gençlerde OECD rekoru
İstanbul Ticaret Odası’nın yaptırdığı bir araştırma ile ilgili haberler geçtiğimiz hafta gazetelerde yayımlandı.
Buna göre Türkiye’de “ne istihdamda ne de eğitimde” olan gençlerin oranı OECD üyesi ülkelerin zirvesine çıktı.
Gençler eğitim sisteminin yeterince destekleyici olmamasından, mesleki yönlendirme eksikliğinden, iş gücü piyasasına girişte deneyim eksikliğinden, düşük ücretler ve güvencesiz çalışma koşulları gibi faktörlerden şikâyet ediyor.
Eğitim sistemimizin bir sonucu bu.
Çocuklar herhangi bir beceri kazanmadan, bir yabancı dili bile düzgün öğrenemeden hatta kendi dillerinde bile kendilerini ifade etme yeteneği kazanamadan liseyi tamamlayıp üniversite kapısına dayanıyorlar.
Hükümetin ise eğitim denilince anladığı tek şey imam hatiplerin sayısını artırmak, din derslerine ayrılan saatleri çoğaltmak.
Eğitim sistemimizin 25 yıl önceki temel sorunları ne idiyse, 25 yıllık tek parti iktidarının sonunda hâlâ aynı.
Araştırma ve eğitime para yok
OECD’nin yayınladığı son raporlar, Türkiye’nin eğitime ve araştırmaya yatırım konusunda sınıfının en tembel ülkesi olduğunu gösteriyor.
Türkiye ilköğretimden yükseköğretim düzeyine kadar öğrenci başına yapılan yıllık harcamada OECD üyeleri içinde son sıralarda geliyor.
Mevcut verilere göre Türkiye, öğrenci başına ortalama 5 bin 743 dolarlık yıllık harcamayla 36 ülke içinde 34. sırada.
11 bin 990 dolar olan “OECD ortalamasının” yarısına ancak ulaşıyoruz.
OECD’de yükseköğretimde araştırma ve geliştirme için öğrenci başına yıllık harcamada kişi başına 4 bin 678 dolar ile veri açıklayan 28 ülke içinde Türkiye 27. sırada.
Buna karşılık yükseköğrenime devam eden öğrenci sayısı açısından Türkiye son 20 yılda yüzde 9’dan yüzde 40’a çıktı.
Üniversitelerin çoğu yüksek lise
Bu OECD ortalamasının çok üzerinde bir artış ve hükümetin her ilçeye bir üniversite binası politikasının sonucu olarak “başarılı bir sonuç gibi” görünüyor.
Başarılı değil, “başarılı gibi”!
Başarılı değil, çünkü binası olan üniversitelerin çoğunda yeterli öğretim üyesi yok.
Bunlar zaten “yüksek lise” olmaktan daha ileri gidemiyorlar çünkü YÖK gibi bir kurumun yönettiği sistemin, daha iyisini becerebilmesi mümkün değil.
Ve o okullardan mezun olan çocukların ezici çoğunluğu, okudukları bölüm ile ilgili bir işe giremiyor.
Yükseköğrenime devam eden öğrenci sayısındaki artış bir tek işe yarıyor: İşsiz sayısını az gösterebilmek.
Motokurye olarak çalışan gençlerin sayısının 1 milyonu geçtiğinin farkında mısınız, bilmiyorum.
Sadece İstanbul’da 350 bin motokurye var.
Toplam çalışan sayısının 32 milyon olduğu bir ülkede çalışan her 30 kişiden birinin motokuryelik yapıyor olması sevinilecek bir tablo değil sanırım.
OECD raporunun gösterdiği bir başka gerçek ise 3 ila 5 yaş grubu ilkokul öncesi anaokuluna giden çocuk sayısının Türkiye’de çok düşük olması.
Bu yaş grubu çocukların yüzde 41’i anaokuluna kayıt yaptırılırken, OECD ülkeleri içinde ortalama oran yüzde 83.
Yurtdışında yükseköğrenimde okuyan öğrenci sayısı da toplam öğrenci sayısının binde 7’si kadar.
Bu veriyle Türkiye, 38 OECD ülkesi içine 37. sırada.
Bu sonuçlar kadar önemli ve endişe duyulması gereken bir sonuç daha var.
Türkiye’de eğitim çağındaki çocuklar arasındaki eşitsizlik giderek artıyor ve bunun ileride yaratacağı sorunları da daha fazla geç kalmadan çözmek zorundayız.
Türkiye’de özel eğitim gören çocuklar ile devlet okullarında eğitim gören çocuklar arasındaki fark da giderek açılıyor.
Türkiye’de ilk ve orta dereceli okullardaki eğitim harcamalarında özel sektörün payı yüzde 25.1 oranıyla 36 OECD ülkesi içinde ilk sırada.
İlk ve orta dereceli okullarda kamunun payı yüzde 74.8 ve Türkiye 36 ülke içinde son sırada yer alıyor.
Bu tablo değişmediği takdirde uluslararası planda Tayvan ile Meksika’nın yaşadığına benzer bir gelişmeyi ülkemizde de göreceğiz demektir.
Birbirimize yabancılaşacağız
Bu tablo, bugün bile ciddi sorunlara yol açan eşitsizliklerin giderek keskinleşeceğine işaret ediyor.
Gelecekte öyle bir ülkede yaşıyor olacağız ki, nüfusu birbirine tamamen yabancı insanlardan oluşacak.
Vietnam tarihin en yıkıcı iç savaşından çıkalı tam 50 yıl oldu.
Son 20 yılda Vietnam’ın yüksek teknoloji ürünü ihracatı 130 milyar dolara ulaştı.
30 yıl önce çökmek üzere olan bir ekonomiye sahip olan Çekya’nın yüksek teknoloji ihracatı sadece son 10 yıl içinde 10 kat artarak 43 milyar dolara çıktı.
Polonya yine 10 yıl içinde yüksek teknoloji ihracatını 2 milyar dolardan 26 milyar dolara çıkarabildi.
Türkiye ise bu konuda da yerlerde sürünüyor: 2.5 milyar dolar.
“Türkiye Yüzyılı”, “iç cepheyi güçlendirelim” gibi sözler güzel sözler tabii, dinleyenleri heyecanlandırıyor da olabilir ama içi boş laflar bunlar.
Bu yüzyıl “Türkiye Yüzyılı” olacak ise dörtte biri şimdiden geçti bile.
Kalan 75 yılda bu tabloyu tersine çevirebilmek bu göstergeler ile mümkün değil.
Hep aynı şeyleri yapıp farklı bir sonuç elde edebileceğini düşünenlere ne isim verilir, burada yazmak istemem ama durumumuz tam olarak buna uyuyor.