Bir an kendinizi Aksaray, Ortaköy ilçesindeki o 5. sınıf öğrencisinin yerine koyun: Öğretmen kılığına girmiş bir vandal, sizi okulda kıstırmış, hayvani bir hırsla öldüresiye dövmüş. İmdada yetişen bir öğretmen sayesinde canınızı zor kurtarmışsınız. Daha 12 yaşında bir ülke gerçekliğiyle karşılaşmışsınız:
Bu ülkede gücü gücü yeteni ezer.
Neyse ki koridordaki kamera sayesinde vahşeti bütün Türkiye görmüş, insanlar ayağa kalkmış, Milli Eğitim, gönülsüz de olsa öğretmen kılığındaki barbarı görevden almış, meslekten uzaklaştırmış.
12 yaşında, ikinci bir ülke gerçeğini öğrenmişsiniz:
Hukukun olmadığı yerde, kamuoyu baskısı hayati önemdedir.
Aradan 4 hafta geçmiş, Milli Eğitim, “Nasılsa mevzu iki günde unutulur” diyerek, dayakçı öğretmeni il Milli Eğitim’e memur yapmış.
12 yaşında öğrendiğiniz üçüncü ülke gerçeği:
Sizi yumruklayan sadece öğretmeniniz değil, size karşı onu kollayan hükümetiniz… Canınızı kurtarmak istiyorsanız, sadece öğretmenden değil, onu kollayanlardan da kurtulmalısınız.
Bu sonuncusu, tehlikeli bir bilgidir. Çünkü o noktadan sonra, kendi hukukunuzu uygulama noktasına gelirsiniz. Mademki sizi hayvanca döven, cezalandırılmak şöyle dursun tersine ödüllendiriliyor, mademki hukuk, korumasız bir çocuğa kalkan acımasız yumrukların hesabını sormuyor, o halde bu hesabı siz sormak istersiniz. Aynı şey çocuğun ailesi için de geçerlidir.
“Ali Rıza Yücel” ismini ezberlersiniz, bu ismi bütün duvarlara yazmak, dünyaya duyurmak, onu sokağa çıkamaz hale getirmek istersiniz; intikam peşine düşersiniz.
Ali Rıza Yücel’in 12 yaşında bir çocuğa uyguladığı vahşete “sıfır tolerans gösterileceğini” söyledikten sonra saldırganı ödüllendiren Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, sadece o çocuğun değil, bütün ülkenin adalet duygusunu yumrukladı. Şimdi 12 yaşındaki o çocuğa, bir başka ülke gerçeği sunmak, boynumuza borçtur:
Bu ülkede adalet, geç de olsa, yerini bulur.