Yoldaş sömürülüyoruz. Hem de iliklerimize kadar. Bu düzen bizi ahlaksızlaştırıyor. Bu düzen her şeyi metalaştırıyor. Para her şeyi satın alacak hale geliyor. Öyle ki yakında oksijeni bile para ile alacağız. Bu düzen; kavramları, değerleri, sevgiyi, yardımlaşmayı, kardeşliği yok sayıyor. Her şeyin içi boşaltılıyor. Değerler metalaşıp üzerinden paraya dönüşüyor. Böyle bir düzene niçin isyan etmiyorsun? Niçin dişlerini sıkmıyorsun? Niçin çıplak gerçekliğiyle çelişkileri görmüyorsun?
Yoldaş bu düzende etik hiçbir değer kalmadı. En yücelttiğimiz eğitim bile ticarethaneye dönüştü. Fırsat eşitliği adı altında fakirin çocuklarının da eğitim alacağını söylediler. Oysa en iyi eğitimleri hep zenginler aldı. Paran varsa yurtdışına gidebilir en iyi okullarda okuyabilirsin. Paran varsa özel okula paralar döküp sevdiğin bir bölümü okuyabilirsin. Paran varsa tüm imkanları her şeyin metalaştığı şu sistemde yapabilirsin. Paran varsa parana para katarsın. Ama sömürülen hep alt kesim olur.
Virüs bile zengini yenemiyor. Olan garibana oluyor. Eğer zenginsen en iyi hastanelere gider tek odalı bir yerde tüm doktorlar emrine amade olur. Seni iyileştirmek için her şeyi seferber ederler. Çünkü işin ucunda para vardır.
Yoldaş eşitlik dediler ama mülk hariç. Herkesin insan olarak eşit olduğunu, kanun önünde zengin ve fakir herkesin yasalar karşısında eşit olacağını söylediler. İnsan olarak herkesin yaşamaya hakkı olduğunu söylediler. Ama iş mülke gelince işler değişti. Sadece eşitlik orada geçerli olmadı. Çünkü mülk öyle bir güçlü ki yobazını, ilericisini, gericisini tüm farklılıklarına rağmen birleştirdi. Birbirlerinin kuyusunu kazanlar iş mülke gelince özel mülkiyeti kutsal saydılar. Niçin zengin ve fakir kanun önünde eşit oluyor da mülk konusunda eşit olmuyor? Bu çok insafsızca… En azından uçurumları kaldıralım. Buna da karşı çıkıyorlar. Güçlü olan kazanır şiarıyla sistemi döndürüyorlar.
Yoldaş bu düzende gençleri kurban ettiler. En büyük putları olan parayla gençlerin geleceklerini kararttılar. Dediler ki sizlerde bir şirketin yönetici olabilirsiniz. Dediler ki sizlerde bir işyeri açıp büyüyebilirsiniz. Yeter ki kendinize inanın. CEO olanlar da sıfırdan başladılar. Böylece gençlere zehirlerini enjekte ettiler. Onları kahpe hayalleriyle kandırdılar. Sermaye olmadan nasıl büyünüleceğini söylemediler. Söylemezler. Çünkü kandırdılar.
Yoldaş bu sistemde tüm ezilenler mağdur edildi. Kadının bedeni metalaştırıldı. Kadın üzerinden yaptıkları her şey kadının bedenini yok saydı. Milyarlarca dolarlık sektörler yaratarak kadını bir özne değil obje olarak gördüler. Oysa kadın bir sex objesi olarak değil; zekasıyla, kültürüyle, emeğiyle, başarısıyla ön plana çıkmalıydı. İlkel dürtüler üzerinden kadın hiç sayıldı. İtiraz ettik. En büyük tepki kadınlardan geldi. Yobaz olundu, gerici olundu, kadın düşmanı olundu. Üstadın dediği gibi umarım bu kadın makyajıyla, elbiseleriyle gösteriş yerine bu vaktini düşünceye adar.
Yoldaş afyonu hep din olarak öğrettiler bize. Oysa dinden daha büyük afyonlar olduğunu gördük. Milliyetçilik yeri geldi dinin afyonundan daha büyük zehir saçtı etrafa. Mazlumların sesini kısan futbol en büyük afyon haline getirildi. Garibanın cebinde kalan üç kuruş futbolla hiç edildi. İzlediği futbolcular milyonlarca dolar alırken gariban modern kölelik sistemin üç kuruşa sevmediği bir işte üstelik yabancılaşarak ruhsuzlaştırıldı.
Yoldaş anlamakta zorlanıyorum. Hiçbir şeyi olmayan, canlarından başka bir servetleri olmayan bu insanlar nasıl oluyor da isyan etmiyor. Nasıl bir afyon ki bu insanları üç kuruşa tamah ettirdiği yetmiyormuş gibi kendisine taptırıyor. Onu rezillikler bataklığına sürüklüyor.
Yoldaş, üstadın dediği gibi şimdiki köleler taksitle yaşayıp borçlu ölüyor. Bedeni üzerinden çalışan garibana diyorlar ki ev almak hayal değil. 30 sene modern kölelik yaparak sende ev sahibi olabilirsin. Evet bunu söylüyorlar. Peki 30 sene bu garibanın işinin olacağının garantisi var mı? Bu soruyu sevmiyorlar yoldaş. İşlerine gelmiyor. Ama garibanı reklamlarıyla afyonlaştırıp faizlerle sırtından geçiniyorlar. Yetmiyor tabii. Gariban işini kaybedince evini de kaybediyor. Sonra nemi oluyor? Gariban yıllarca yemeden içmeden ödediği paralar hiçbir şey yapmadan servetlerine her geçen gün servet ekleyenleri zengin ediyor.
Yoldaş dediler ki herkes sevdiği işi yapmalıdır. Niçin? Çünkü sevdiğiniz işi yaparsanız, zaman daha çabuk geçer. Daha fazla yükselirsiniz. Daha fazla kazanırsınız. Peki sevdiğim işi yapmam için ne gerekli? İyi bir eğitim. İyi bir eğitimi alanlar çoğunluklar zenginler oldu hep. Daha fazla kazananlar, daha fazla yükselenler zenginler oldu. Ama bir zamanlar fakir olanı örnek getirerek sende olabilirsin yalanını söylediler. Sistemin ancak zenginin menfaatine çalıştığını söylemediler. Şartların herkes için eşit olmadığını, doğduğum aileden, bulunduğum çevreme kadar beti etkileyen güçler varken nasıl herkes sevdiği işi yapabilir? Yapamaz. Yalan atıyorlar. Onlarda biliyor ki böyle bir şey mümkün olmayacak. Peki niçin söylüyorlar? Daha iyi çalışan modern köleler yaratmak için.
Yoldaş Allah dediler hep. Allah’ın dediklerini değil kendi dediklerini Allah’a uydurdular. Allah’a değil çağın büyük putu paraya taptılar. Allah sevigisi paranın sevgisini yenemedi. Dincisi de laik olanı da ilericisi, gericisi hiç farketmeksizin para denilince hep birleştiler. Gücü eline geçiren zengin olup gitti. Değerlerle geldiklerini söylediler. Şan şöhretle gittiler.
Çağ değişiyor, düşünceler değişiyor, insanlar değişiyor, doğa değişiyor ama bu düzen değişmiyor.
Yoldaş gittikçe ahlaksızlaşıyoruz. Para için her şeyi satan robotlara dönüştürülüyoruz. Birilerini zengin etmek için olmayacak vaatlerle kandırılıyoruz. Boşluklarda savruluyoruz. Her savruluşumuzda zengin gününü gün ediyor.
Yoldaş ne yapmalıyız? Nasıl bir çıkmaz ki bu her gün kahroluyoruz. Gittikçe eriyoruz.
Tüm bunlar karşısında ne yapmalı?
İsyan edebiliriz. Evet, insan düşünen, hisseden, duyumsayan yaratıcı bir varlık. Ama isyan ruhu insanı insan yapan büyük bir erdem olmalı. Zulme karşı, çelişkilere karşı insan isyan edebilir. Varoluşun anlamını isyanla kapatabilir. Evet, düşünerek çelişkileri fark edebiliriz. Ama isyan olmadan bu çelişkileri nasıl giderebiliriz? Öyleyse isyan Descartes’in düşüncesinden, Giddens’in hissetmesinden daha büyük bir varoluş olmalı. Düşünmek yetmez. Eğer düzen değişmeyecekse, düşünmek neye yarar! Ancak kahroluşlara yarar.
Ama isyan değiştirebilir.
Öyleyse tüm köhnemişliklerden, çelişkilerden, hurafelerden, kahroluşlardan, bataklıklardan, iğrençliklerden, acımasızlıklardan ancak isyan ederek kurtulabiliriz. İsyan ederek bu rezil elbiseleri üstümüzden atabiliriz. İsyan ederek potansiyelimizi keşfedebiliriz. İsyan ederek varoluşlarımızın anlamını bulabiliriz.
Üstadın dediği gibi eyleme geçmeli insan. Rezil bir hayat yaşamaktansa, emeğinin üzerinden birilerini sürekli zengin etmektense, istemediği prangalara mahkûm bir hayat sürmektense, insan, kaybedecek bir şeyi olmayan ve sadece bir kere geldiği hayatı onurlu bir dik duruşla isyan ederek geçirmelidir. Ancak bu sayede anılmaya değer bir hayat yaşamış olur.
Ahmet Özkaya kimdir?
1993 yılı Kadıköy doğumludur. İlköğretim ve liseyi İstanbul’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi coğrafya bölümünde bitirdikten sonra, Marmara Üniversitesi’nde Pedagojik formasyon eğitimi almıştır. Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü’nde tezli yüksek lisansa devam etmektedir. Post-Coğrafya ve İnsanın İsyanı kitaplarının yazarıdır. Ayrıca çeşitli dergilerde makaleler ve popüler bilim platformlarında yazılar yazmaktadır.