Miladî ve Hicrî yılbaşı veya Ay ve Güneş takvimi…
Bu ikisi arasında ne fark var?
Acaba her yılbaşı geldiğinde “Hristiyanların yılbaşını kutlama…” , “Müslüman Noel kutlamaz…”, “Yılbaşı yerine Mekke’nin fethi günü…” vb. tepkiler, karşı çıkışlar neden oluyor?
Yılbaşını bazı dinî kesimler neden istemiyor? Yılbaşı kutlamasının ne zararı var? Acaba İslam’a göre yılbaşını kutlamak haram mı? Yılbaşı kutlamasını yasaklayan bir ayet veya hadis mi var?
Nedir bu tepkinin sebebi?
Malumunuz her yıl Aralık ayının 25’i geçtiğinde, yılbaşı günü de dahil olmak üzere batı Hristiyan aleminde bir yılbaşı kutlaması başlıyor. Sadece batı dünyasında Noelle yetinilmiyor aynı zamanda tüm dünyada, hemen hemen tüm dünyada, Ortadoğu’daki İslam dünyasının bazı dinî kesimleri hariç onlar hicri takvimde ısrar ediyor, Yahudilerin kendine göre bir takvimi var ama bunun dışında hemen hemen dünyanın tamamında, Aralık’ın sonunda ve 1 Ocak’ta, Aralık’ı Ocak’a bağlayan gece yani yeni yıl gecesi bir yılbaşı eğlencesi , şenliği oluyor ve insanlar sokaklara çıkarak şarkılar, türküler söylüyorlar.
Yılbaşının gelmesinden bir hafta öncesi başlayarak bu eğlenceler devam ediyor. Yine Batı ülkelerinde Noel Baba adı altında kardan adam figürü yapılarak sırtında torbayla çocuklara hediyeler dağıtan, fakire fukaraya yoksullara ihtiyaçlarını götüren bir Noel Baba figürü görüyoruz. Bu da yılbaşının sembolü ve simgesi haline gelmiş durumda.
Peki buna İslam dünyasından bazı kesimler neden karşı çıkıyor? Onlar diyorlar ki: “ Bu Hristiyanların yılbaşısıdır. Yılbaşı gecesinde günah işleniyor, harama giriliyor, eğlenceler düzenleniyor, içki içiliyor, dans ediliyor, fuhuş yapılıyor, sabahlara kadar içilip eğleniliyor. Dolayısıyla bu bir günah gecesidir. Bir Müslümanın böylesine bir günah gecesini kutlaması, onların içinde yer alması, onlarla beraber olması, onları desteklemesi günahtır, haramdır…” Böyle diyerek kampanyalar düzenliyorlar. Bildiriler dağıtıyor, vaazlar veriyor, özellikle sosyal medyada seferber olarak sanki bunu yaparlarsa dinlerini kurtaracaklarmış gibi yaygara koparıyorlar. Sanki bu kutlamalardan birisine bir Müslüman hasbelkader katılırsa din elden gidecekmiş gibi abartarak, köpürterek ve bunu tepki biçimlenmesine dönüştürerek bir kampanyaya dönüştürüyorlar.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki Miladî takvim Güneş takvimini esas alıyor. Bir de Arapların kullandığı Ay takvimi var. Daha doğrusu Ortadoğu milletlerinin kullandığı Ay takvimi var. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç olarak kabul eden hicrî takvim var. Güneş takvimi de İsa’nın doğumunu beş altı gün farkla esas alıyor. Şimdi buradan Ay’ı değil de Güneş’i esas almaya din dışılık, gavurluk demek tutarsızdır ve dinen de mesnetsizdir. Çünkü bir Müslümana göre yani İslam inancına göre Ay’ı da Güneş’i de Allah yaratmıştır. Kuran-ı Kerim’de hem Kamer suresi var Ay suresi demek hem de Şems suresi var Güneş demek. Hem Ve’l-Kameru Ay’a ant olsun ki diye Ay üzerine yemin edilir hem de Ve’ş-Şemsu Güneş’e ant olsun ki veya bizim çevirimizle Güneş dile gelip konuşsun ki diye başlayan ayetler vardır. Ay ve Güneş Kuran-ı Kerim’de birer surenin ismidir ve sık sık Ay’dan, Güneş’ten, yıldızlardan bahsedilir. Güneş’in de Ay’ın da Allah tarafından yaratıldığı söylenir. Ay takvimini esas aldığınızda Ay’ın kendi etrafında dönüşünü esas alıyorsunuz demektir. Ay kendi etrafında 1 kez döndüğü zaman bir ay oluyor. Kendi etrafında 12 kez döndüğü zaman bir yıl oluyor. Keza Dünya, Güneş etrafında bir kez döndüğü zaman 1 yıl oluyor. Güneş turunu 365 günde, Ay da turunu yaklaşık 354 günde tamamlıyor. Yani arada 11 gün var. Ayın kendi etrafında 12 kez dönüşü bir kamerî yılı, Dünya’nın Güneş etrafında bir kez dönmesi de 1 Güneş yılını oluşturuyor. Bazı milletler Güneş’i bazı milletlerde Ay’ı esas almış. Kendi takvimlerini ona göre belirlemiş. Ay’ı yaratan da Allah, Güneşi yaratan da Allah, Ay’ın yörüngesini de, Dünya’nın yörüngesini de yerli yerine oturtan, bir felek, yörünge üzerinde onların hiç durmaksızın dönmesini sağlayan Allah. Bunlar Kuran-ı Kerim’den ayetlerdir. Ay’ın, Güneş’in ve yıldızların bir yörünge üzerinde Allah’ı tespih ettikleri O’nu yüceltikleri söylenir.
Dolasıyla Ay takvimini esas almak Müslümanlığın gereği, Güneş takvimini esas almak ise gavurların yaptığı iştir demek son derece yanlıştır. Böyle bir şey yok. İster Ay takvimini esas alın, ister Güneş takvimini esas alın hiç bir şey fark etmez. Bunlar ne İslam’ın mesajıdır, ne de Kuran’ın meselesidir. Bunlar sonradan icat edilmiş tepki biçimlenmesi ve dinsel temelde oluşan uluslaşmaların kimlik çabasından başka bir şey değildir.
Yani bazıları diyor ki İslam ümmeti var, bir de Hristiyan alemi var. Bizim Hristiyan aleminden ayrı olmamız lazım. Onlara karışmamız lazım. Mesela onlar gibi giyinmememiz, onların kullandığı harfleri kullanmamamız , onların kullandığı Medeni Kanunu şunu bunu almamamız lazım. Onların kullandığı takvimi kullanmamamız lazım. Onlar Güneş takvimi kullanıyorsa, bizim Ay takvimi kullanmamız lazım. Onların şarkılarını, türkülerini, müzik aletlerini çalmamamız, dinlememiz lazım. Yani onlardan farklı olmamız lazım. Onlardan farklı olmamız lazım ki kendimiz ayrı bir toplum, ayrı bir medeniyet, ayrı bir ümmet olduğumuzu, yeryüzüdeki varlığımızı sürdürmüş olalım. İşte bütün kaygı bu. Başka da bir şey değil. Yeryüzünde uluslar vardır. Uluslardan bazıları toprağa bağlı milletleşme yaşamışlardır, bazıları dile bağlıdır, bazıları da dine dayalıdır. Mesele Yahudi uluslaşması dine dayalı bir uluslaşmadır. Arapların ve İslam dünyasının kendisini uygarlık ve medeniyet olarak yeryüzünde var etmesi daha çok İslam dininin kurallarına, kültürüne ve geleneklerine dayalı oluşmuştur. Dolayısıyle harfi ayrı, takvimi ayrı, giyim kuşamı ayrı, ölülerini gömme şekli ayrı, müziği farklı olmalı… Yemek kültüründen tutunda, düğün kültürüne, edebiyatına kadar hepsinde ayrı olmalıdır. Batılılara benzememelidir. Onlardan sürekli olarak ayrı yollar tutmalıdır. Eğer onlara benzersek, onlara karışırız, Batı uygarlığı içerisinde erir, asimile olur ve yok oluruz. Kendimizi bu tür kimliksel öğelerlerle onlardan daima ayrı tutmalıyız. Mesela bugün domuz eti yememek özellikle Avrupa’daki Türklerle arasında dinî bir vecibe değil; kimlik meselesidir. Onlara karışmamak, onlar gibi olmamak için buna sarınılmaktadır. Eğer bizde domuz eti yemeğe başlarsak elimizdeki son kalede gitmiş olacak, onların içinde asimile olup yok olacağız gibi hissedilmektedir. Camiye gitmek, ezan okumak, öldüğü zaman ölüsünü kıbleye doğru gömmek, yılbaşı geldiğinde kendisi ayrı bir kutlama tarzı oluşturmak… Bu şekilde tepki biçimlendirmeleri ile kendini kimlik olarak muhafaza etmek derdinden dolayı bunlar olmaktadır. Eğer bunlardan biri yapılmazsa kimliğinin kaybolduğunu, varlığının yok olduğunu ve yeryüzünde bir anlamının kalmadığını, batılıların arasında eriyip yok olup gittiği endişesine kapılmaktadır.
Oysa din acaba kimlik midir? Yoksa inanç mıdır? Yoksa bir takım ritüellerin icrası mıdır? Yoksa yaşam kurallarından ibaret midir? Din hangisidir? Eğer din kimliktir derseniz, sizin kimliğinizi diğer kimliklerden ayrı tutan yılbaşı gibi, sizi onlardan ayıran kimlik farklılıklarına sarılırsınız. Eğer din ritüelden ibarettir derseniz namaza, oruca, hacca, Ganj Nehri’ne girmeye, Klisede haç çıkarmaya, ağlama duvarının önünde Tevrat okumaya, ateş tapınağında ateş yakmaya büyük önem verirsiniz. Çünkü bunlar sizi diğerlerinden ayıran özellikler olmuş oluyor. İşte burada dinin uluslaşma sürecinde kimlik oluşturucu rolünü görüyoruz. Veya mezarlarda ölülerinizi belli bir yöne doğru gömersiniz. Ezidi’ler Güneşe doğru gömüyor. Müslümanlar Kabe’ye doğru gömüyor. Hindular yakıyor, nehirlere dağlara küllerini serpiyor. Bunların hepsi kültürdür. Milletler bunlarla diğerlerinden farklılaşıyorlar.
Bunlar din değil; din bu değildir. Din aynı zamanda inanç da değildir. Evet din esasında ne inanç, ne kimlik, ne de ritüellerden ibarettir. Din esasında nasıl yaşadığınızdır. Mesela öldürmemek, çalmamak, emeğiyle yaşamak, alın teri ile geçinmek, yalan söylememek, dürüst olmak, adaletli olmak, kim olursa olsun haksızlığa karşı çıkmak, mağdurun yanında yer almak, rüşvet yememek, ehliyete liyakata değer vermek… Bütün bunlar dinin esaslarıdır. Bunlara uyanlar Müslümanlardır. Diğerleri kimlikler, ritüeller, bir takım inançlar veya inançsızlıklardır. Asıl olan yaşam içindeki bu davranışlardır. Din davranıştan ibarettir.
Yılbaşı kutlaması bir kimlik, bir kültür olmuş oluyor. İsa da Allah’ın Peygamberi olduğu için, insanlar İsa’nın doğum gününü kutlayabilirler. İnsanlar kendi makul çerçevesi içerisinde türkü söyleyebilir, eğlenebilirler. İnsanlar Allah’ın yarattığı Güneş’in etrafında Dünya’nın bir turu tamamlayışını yılın bitişi olarak kutlayabilirler. Bunu esas alarak yıllarını, yaşlarını, aylarını tayin edebilirler. Bunları yapmak ayrı bir dinin, yapmamak öbür dinin göstergesi değildir. Bunlar birer insanlık kültürüdür. Din bunlardan başka bir şeydir. Yaşam biçimi ile ilgilidir.
Şimdi siz öldürüyorsunuz, çalışyorsunuz, hak yiyiyorsunuz, adaletsizlik yapıyorsunuz, çocuklara tecavüz ediyor ya da tecavüzcülere göz yumuyorsunuz, ömrünüz rüşvet yemekle geçiyor ama yılbaşı geldiğinde aman ha Müslüman yılbaşı kutlamaz diye ortalığa dökülüyorsunuz. Ama geçen bir yıl içerisinde saydığım büyük günahlardan dolayı hiç bir zaman tepki göstermiyorsunuz. Vakıflarda, çocuk yurtlarında, çocuklara tecavüz ediliyor hiç sesinizi çıkarmıyorsunuz. Tam tersi boy boy reklamlar verip o vakıfların arkasında olduğunuzu söylüyorsunuz. Ama yılbaşı geldiğinde Müslüman yılbaşı kutlamaz diye ortalığa dökülüyorsunuz. Dolayısıyla bu inandırıcı olmuyor.
Müslümanlar yılbaşı kutlayabilir. Müslümanlar İsa’yı rahmetle anabilir. Müslümanlar insanlığın yeni girdiği bir yılda barış, huzur, adalet, sağlık, eşitlik, özgürlük dileyebilirler. Müslümanlar insanlığa bu tür dileklerini, insanlık yeni bir yıla girdiği zaman pekala söyleyebilirler. Onlara tepki gösterip bize ne bu yılbaşından deyip, biz kendi yılbaşımıza bakarız diyerek uydurulmuş aslı olmayan Miladi takvime bile denk gelmeyen, sırf yılbaşında toplanan insanlar buralara katılmasın diye ayrı bir Mekke’nin Fethi Günü adı altında gece düzenlemek tamamen uydurmadır. Aslı yoktur, Mekke’nin fethi bugün fethedilmiş değildir. Bu sadece yılbaşına alternatif olsun diye uydurulmuş bir şeydir. Böyle uyduruk şeylerle uğraşmak yerine insanlığa daha esaslı mesajlar vermek durumundayız.
Kuran’ın meselesi yılbaşının olması ya da olmaması değildir. Kuran’ın meselesi Güneş veya Ay takvimi ile ölçülmüş olsun insanlığın girmiş olduğu bu yeni yılda barışın, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün, hakkın, hukukun tesis edilip edilmediğidir. Açlığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, eşitsizliğin, ırkçılığın, doğa katliamının vb. yeryüzünden kalkıp kalkmadığıdır. Bunun için ne yapılıp yapılmadığıdır. Kuran’ın dünya halklarına getirdiği şey budur. Buna yoğunlaşmalı, bunun üzerinden insanlığa Kur’an’ın mesajını iletmeliyiz.