Çukurova sıcağı sizde bir insan sıcağına dönüştü, birbirlerinin ellerini tutarak konuşan eski adamlar geleneği bizim de elimizden tuttu. Konuşurken elimizi tuttunuz, bu yine kadim bir dostluk anlayışı olarak birbirlerinin gözlerine bakmak gibiydi. Doğruluğu, iyiliği, güvenci, inanmayı ve samimiyeti, sımsıkı tuttuğunuz eliniz elimize bırakıyordu, gözleriniz bunların sıcaklığını, yakınlığını iletiyordu.
Haydar Ergülen
Büyük Ozan,
Sevgili Yaşar Kemal,
Her kitabınızı varlığınızın neş’esiyle şenlenen bir orman olarak düşünüyorum. ‘Varlığın neş’esi belki de en çok sizde coşan bir hal idi ki bu tanımı kim duysa gönlü sizi arardı. Buralarda bir yerde diye.
Buralarda bir yerdeydiniz. Hep buralı kalarak Al Gözüm Seyreyle Salih dediğiniz gibi, yeryüzüne bir “teleskoplu destancı” olarak baktınız, yazdınız, paylaştınız. Börtü böceğinden kuzusuna kurduna kuşuna balığına haber saldınız, onlardan aldığınız haberleri bize ulaştırdınız.
Büyülü Gerçekçilik diye de anıldı yazdıklarınız, hepimiz sizden, varlığınızdan, sözlerinizden büyülendiğimiz için bu bize gerçeğin ta kendisi olarak geldi. Büyük Gerçekçiler arasında oldunuz hep.
Gerçekçilik sizin yazdıklarınızsa, öyle yapıtlar yazmaksa, bir ön-ek almasına hiç gerek olmadığını sizden öğrendik. Gerçeği, yalnızca gerçeği söylemekle yetindiniz ve ortaya hiç tansık gerektirmeyen, doğallığıyla baş döndürücü, göz kamaştırıcı kitaplar çıktı. Kitap mı denir şimdi onlara? Hangisini açsanız içinde dağların ağır başlılıkla kımıldandıkları, ırmakların yataklarını derinleştirerek kabardıkları, rüzgârların ovalarda merhametli ıslıklar çaldıkları, obalarından sürülenlerin çöl yalnızlığından yaralı sesleriyle Tanrıya bağırdıkları, kan akan suların kıyısında kavim kardaş katledilenlerin barış diye çırpındıkları, sarı sıcak zamanlardan, Çukurova dolaylarından “yüzü destan, gözü destan” çocukların sararmış ekinler gibi boy atamadan kaldıkları, pamukta çırçırda hasta düşüp, güneşin altında iyileşmeye bırakılan ırgatların susuzluktan yandıkları, sıtmadan çıldırayazdıkları, adına eşkıya denilen İnce Memed gibi, çaresiz, arkası, dayanağı olmayan yoksulların dağa çıkmaya “mecbur” kaldıkları, insanların da, hayvanların da, ağaçların da her türlü avcı eliyle, diliyle avlandıkları, tuzağa düşürüldükleri, Ağrı Dağı’ndan, Demirciler Çarşısı’na, Binboğalar’a bu toprakların efsanelerle yoğrulduğu, kanla, ölümle, göçle, sürgünle, zulümle yorulduğu bir dile gelmez, akıl sır ermez, atalarınız olan şamanlardan, destancılardan, masalcılardan, dengbejlerden süregelen yolun ortasında bir arzuhalci gibi dağın taşın, gökte uçan kuşun, yakılan çadırların, taşla örülen pencerelerin, sessizlikle kilitlenen dudakların, acıdan kan oturmuş, kapanmayı unutmuş gözlerin derdini gördünüz, sezdiniz, bildiniz, dediniz, yazdınız, söylediniz, kavimler kapısı gibi 7 milletten, Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Ezidi, Süryani halklarının ağzı dili oldunuz, zulmün her türlüsüne karşı durdunuz. İnsan onurunu her şeyin üstünde tuttunuz, tabiatı, hayvanıyla yeryüzünü bu onurla buluşturdunuz.
Çukurova sıcağı sizde bir insan sıcağına dönüştü, birbirlerinin ellerini tutarak konuşan eski adamlar geleneği bizim de elimizden tuttu. Konuşurken elimizi tuttunuz, bu yine kadim bir dostluk anlayışı olarak birbirlerinin gözlerine bakmak gibiydi. Doğruluğu, iyiliği, güvenci, inanmayı ve samimiyeti, sımsıkı tuttuğunuz eliniz elimize bırakıyordu, gözleriniz bunların sıcaklığını, yakınlığını iletiyordu.
“Zulmün artsın” dediniz karanlığın ortasında, “zulmün artsın ki tez zeval bulasın!” dediniz. Dediğiniz her şeyin yeryüzünde karşılığı vardı, bir ülkede, bir dilde, bir kültürde, “Anadolu’da zalimler için böyle derler” demeyi de unutmadınız!” Güzel yurdumuz Anadolu’nun güzel dilekleri gibi zalimler, adaletsizler, haksızlar, hukuksuzlar için söylediği, söyleyeceği pek çok kargış da vardı elbet ve siz “varlığınızın neş’esi”yle gelen büyük insanlık ahlakınızla bunları dosdoğru, dimdik, eğip bükmeden, eğilip bükülmeden söyleyecek son yeryüzü ozanlarındandınız. Hep söylediniz.
Size bu mektubu yalnızca kendi adıma yazmıyorum, sizin büyük yeryüzü atlasında andığınız mor koyunlar, Tanyeri Horozları, topal karıncalar, rüzgârı kokulu dağlar, Ölmez Otu, dalları ışıldayan zeytinler, narlı bahçeler, çakırdikenleri, hayıtlar, ılgınlar, yularsız aslanlar, al kırmızı atlar, gövel ördekler, karabaş guzular, turaçlar, kehribar dudaklar, telli turnalar, filler sultanı, yalp yalp kuyrukluyıldızlar, ipleşen güneşler, kaplan görmez karanlıklar, Yüreğir toprağıyla beraber yazıyorum. Yeryüzünün size selamı ve dinmek bilmez özlemi var, yaşamın, doğanın, insanın, hayvanın, göğün, yerin, suyun, barışın büyük destancısı sevgili Yaşar Kemal.