Çarşamba günü, TSK’nın komuta kademesindeki atamaların, “teamüllere uygun” olarak öğle saatlerinde Cumhurbaşkanın onayına sunulamamış olmasıyla, sözcüğün gerçek anlamıyla basın ve siyaset arenası karıştı! Dahası gece geç saatlere kadar; atama kararnamelerinin Cumhurbaşkanına sunulamamış olması, sunulduğunda da Kara Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanlığı hanelerinin boş olması tartışmayı daha da koyulaştırıp derinleştirdi!
Ve elbette bu gelişmeler sırasında, olanların “orduyu siyasetin için çekmek”ten “demokrasi devrimi”ne kadar değişik, hatta karşıt hamasi başlıklar manşetlere yansıdı.
Yandaş basının ortak tutumu “AKP büyük bir demokrasi devrimi yaptı” fikri etrafında birleşip; bir Erdoğan-Hükümet şakşakçılığı ile boyandı haber ve yorumlar. Çeşitli sermaye gruplarına mensup gazeteler ise olanları genel olarak; “teamüllere aykırı; gelecekte de kaosu kışkırtacak bir müdahale”, “Yeni ve büyük bir krizimiz oldu!”, “Ankara’da işler YAŞ” anlamına gelecek biçiminde gördüler; haberlerine “kaygı” ve “heyecan” boyası egemendi. Bu gelişmeleri en yakından izleyen Cumhuriyet bile, dün “Ankara toz duman” manşetini atmıştı.
Öyle anlaşılmaktadır ki önümüzdeki günlerde bu tartışma pek çok yanıyla sürecektir.
Ancak şunlar şimdiden belli olmuştur:
1-) “Başbakan-Cumhurbaşkanı ile TSK komuta kademesi” arasında bir çatışma olarak yansıyan gerilim; gerçekte TSK’nın yeniden yapılandırılmasıyla sıkı sıkıya bağlantılı. TSK’yı, yeniden örgütleme; ABD, AB, TÜSİAD gibi iç ve dış sermaye güçlerinin de başlıca talebidir. Bu güçlerin her biri kendi yolları ve yöntemleriyle bu ihtiyacı ifade ediyordu. Dolayısıyla olup biteni sadece “hükümet icraatı” olarak görmemek gerekir. Dahası, böyle bir yeniden yapılandırmadan yana güçler TSK içinde de vardır ve dolayısıyla olan operasyonsa, burada askerlerin de bu operasyonun bir parçası olduğu tartışılmazdır. Kendi dışında TSK’yı yeniden örgütlemek isteyen dış ve iç güç odaklarının stratejisinden de yararlanan AKP, bu vesileyle asker karşısında gücünü gösterme fırsatı yakalamıştır. Bu güç gösterisiyle askerin içinde güç edinme, kendi yandaşlarının daha dik durmaları, kendisinin arkalarında olduğu mesajı vererek, önemli bir pozisyon edinmiştir. Ancak AKP bu girişimiyle eski, kendine karşı olanlar yerine kendi adamlarını getirmemiş, ama kendi gücünü göstererek, istemediği generalleri komuta kademesinde tutmayacak bir güce eriştiğini göstermiştir!
2-) AKP ve hükümeti, bu müdahaleyi elindeki savcıları ve mahkemeleri kullanarak tetikledi! YAŞ’tan hemen önce Balyoz Davası sanığı subaylar hakkında “yakalama kararı” ve “andıç” şüphelisi Orgeneral Iğsız ve öteki bazı askerleri “acilen ifade vermeye” çağırtarak, Hükümet ortamı kendi müdahalesi için uygun hale getirmiştir. Buradan bakıldığında, 10. Ağır Ceza ve savcılığın girişimleri, Başbuğ-Erdoğan görüşmeleriyle, “yakalama emrinin bloke edilmesi” tipik bir “tavşana kaç tazıya tut” taktiği uygulandığını göstermektedir. Bu taktikte büyük olasılıkla Başbuğ ve Erdoğan anlaşmalı olarak hareket etmişlerdir.
3-) Bu bir “Kim Kara Kuvvetleri komutanı olacak” mücadelesi değil TSK (arkasındaki güçler) ile AKP Hükümeti ve arkasındaki güçler arasında bir iktidar mücadelesidir. Ve askerler ellerindeki silah, yasalar, teamüller vb üstünden kazandığı büyük iktidar payını korumak istemektedir. Bu yüzden de bu mücadele her adımda sürecek, her adımda yeniden pazarlıklar yapılacak; yeniden herkes gücüne göre alacaklarını vereceklerini hesaplayacaktır! Dahası bu kriz sadece, TSK’nın AKP iktidarıyla çatışmasıyla da sınırlı olmayacak, buradan sonra tüm hükümetlerle bu mücadele sürecektir. Ancak TSK’nın yeniden yapılandırılması süreci ilerledikçe bir “normalleşme” söz konusu olacaktır.
Bu saptamalardan da açıkça anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin demokrasi güçleri açısından da tartışma, bir “Kim hangi kuvvetin komutanı olacak, olmayacak” tartışması değil, demokrasi mücadelesiyle sıkı bağlı bir tartışmadır. Ve demokrasi güçleri müdahalelerini doğru bir biçimde yapamazsa; AKP’nin demokrasi kahramanı olduğu, karşıtların da statüko savunucusu, “askeri vesayet yanlısı” olarak suçlayacağı bir “kontrollü kriz” sürdürebilir.
Ve bu tartışma, demokrasi mücadelesinin gündemiyle bağlantılı olarak elbette uzunca bir zaman sürecek.
Evrensel