Kişilerin birbirinden yalıtılmış yaşamlar sürmeleri, sorunların kalıcılık kazanıp sürekli daha fazla ağırlaşmasına mahal verir. Oysa, dayanışmacı bir ortaklıkla düşlenen daha özgür ve adil bir toplumu yaratmak mümkün.
Önder KULAK – Kurtul GÜLENÇ
Bugün işçiler ve emekçi halk kesimleri nezdinde geçinmek belki de hiç olmadığı kadar zor. Üstelik ülkedeki tek sorun geçim sıkıntısı da değil. Bir yanda emekçilere dönük saldırılar, bir yanda çetelerin sokaklardaki hakimiyeti, bir yanda iş cinayetleri, bir yanda kadın cinayetleri ve bir yanda giderek sayıları çoğalan nice başka toplumsal sorun. Kısacası, ülke artık yaşanamaz bir halde.
Bu negatif ortamda insanların çoğunun kendi kabuğuna çekildiği söylenebilir. Kişiler önce sosyal etkinliklerden, sonra birebir insan ilişkilerinden ve en sonu yakın çevrelerinden kopmaya başlıyorlar. Böylece yalnızlaşarak, adım adım bir yalıtılmışlığa kapılıyorlar. Bunun bir tercih olmadığı, sorunları karşısında zayıf düşen bireylere koşulların ve bu koşulların oluşmasında hakim kurucu öznelerin bir dayatması olduğu aşikar.
YALNIZLAŞMADAN YALITILMIŞLIĞA
Gadamer yalıtılmışlığı bir yitim olarak niteler.1 Yitirilen, insanlar arası ilişkideki yakınlık, eşdeyişle birbirini karşılıklı destekleme ve ortaklaşmadır. Bu ortaklaşa destek halktan bireyler arasında nasıl yitirilir?
Sürekli toplumsal sorunlar altında ezilen bireyin yaşamı her geçen gün daha da ağırlaşır. Yaşamdan keyif almaz ve hep bir tükenmişlik hisseder. Çalışmak dışında kalan zamanının büyük kısmı, maddi imkansızlıklar, baskı ve kısıtlamalar, gündelik zoraki yükümlülükler gibi etkenlerin meşguliyetiyle işgal edilir. Bu işgale karşı koyamadığında, sorunların koşulladığı yalın bir rutinin içine hapsolur. Başka insanlarla kurduğu ilişkilere de yansır bu durum. Başkalarına ayıracak bir zamanı kalmaz. Başa çıkmaya çalıştığı sorunlarla yüzleşirken de çoğunlukla tek başınadır. Dolayısıyla ne o bir başkasının yanındadır ne de bir başkası onun. Böylece yakın olduğu kişilerle paylaştığı ortaklaşa destek önce aşınır ve sonra da yiter. Nihayetinde çoğu insan gibi o da bir başkasından yalıtılmış bir yaşam sürmeye başlar.
Bireyin hep daha fazla içinde duyduğu bir acı eşliğinde, yalıtılmışlık kişiyi inzivaya iter. Gadamer’in de işaret ettiği gibi, böylesi tüketici bir inziva, aranan inzivanın aksine, hiç de arzulanır değildir.2 Sözgelimi bireyin sorunlarını aşmak üzere bilendiği bir soluklanma aralığı olmadığı gibi, bilgeleşme yolunda bilincin yeniden inşa edildiği bir süreç de değildir. Kişinin içe kapanıp salt kendine yöneldiği bir savunma refleksidir.
Gadamer, böylesi bir inziva koşulunda bireyin, yakınlık kurma konusunda insanlara karşı giderek daha fazla yabancılık hissettiğini anlatır.3 Sadece kendiyle haşır neşir olma eğilimi bir noktadan sonra kişinin başkalarıyla tekrar yakınlık kuramamasına ama bir yandan da yalıtılmışlığın neden olduğu acıyla kıvranmasına neden olur. Bu durumun tüketici bir yönü olduğu da belirtilebilir. Birey, farklı gerekçelendirmeler eşliğinde, yalıtılmışlığın sorumlusunun salt başkaları olduğu yanılsamasına kapılarak, gıyabında tüm insanları karşısına alır ve yalıtılmışlığını mutlaklaştırır.
YALITILMIŞLIĞIN REDDİ
Bireylerin yalıtılmışlıkla ilgili başkalarını sorumlu tuttuklarına sıkça rastlanır. Bu noktada tek tek kişilere özgü tikelliklerin belirleyici olduğu vakalar bir kenara bırakılır ve sadece toplumsal sorunların dolayımladığı yalıtılmışlık koşulunun irdelenmesine devam edilirse, tek başına kimsenin yalıtılmışlıktan sorumlu olmadığı açıkça savunulabilir. Aslında ortada çevresi ve yakınlarınca yalnız bırakılan bireylerden ziyade, herkesin herkesi yalnız bıraktığı bir durum söz konusudur. Bunun temel nedeni de bireylerin toplumsal sorunlar karşısında zayıf düşerken yaşama enerjilerini ve sosyalleşmeye ilgilerini ve bu sorunlarla meşguliyetleri sırasında çalışma dışı zamanlarının büyük bölümünü yitirmeleri, böylece bir başkasıyla ortaklaşa destek ilişkisi kurabilmenin zemininden uzaklaşmalarıdır. Bütün olumsuzluklara rağmen, birey yaşananların sorumluluğundan bütünüyle muaf da değildir elbette.
Gadamer, yalıtılmışlık ve beraberindeki tüketici inzivanın karşısına, topluluğun ortak alanında durmayı ve ortaklaşmacı bir destek görmeyi yerleştirir.4 Lakin insanlar arası ortaklaşma zemini sürekli deforme olurken, birey topluluğun ortak alanındaki yerini bulmayı nasıl başarabilir?
Bunun, Gadamer’in bakış açısından farklı olarak, ancak sınıf temelli bir ortaklaşmayla mümkün olduğu savunulabilir. Başka bir deyişle, ortaklaşa desteğin yaşatılması aynı toplumsal sorunlarla yüzleşen, aynı toplumsal sorunların yalıtılmışlığa ittiği bireylerden beklenmelidir. Öyleyse bünyesinde halkın çekirdeğini oluşturan işçilerin başı çektiği ve halkın diğer kesimleriyle ittifak kurduğu yapılar burada birer adres olarak işaretlenebilir. Bu yapılar herkesin herkesle ortaklaştığı çok yönlü bir ilişki ağı ortaya koyarak, bir yandan bireyin karşılaştığı sorunların nispi ve köklü çözümünde birlikte mücadele etme imkanını, bir yandan da yalıtılmışlığa karşı bireyler arası ekonomik, kültürel ve sosyal yakınlığın kurulduğu dayanışma ortamını yaratırlar. Birey bu yapı içinde yalıtılmışlığı reddeder ve topluluğun ortak alanının inşasına katılır.
Anlatılanlar üzerinden halkın yüzleştiği toplumsal sorunların yalnızlaşma ve yalıtılmışlığın hem nedeni hem sonucu olduğu söylenebilir. Nedenidirler çünkü tek başına bu sorunlarla başa çıkmakta zorlanan bireylerin enerjisini ve zamanını emerek, onları kendi kabuğuna çekilmek zorunda bırakırlar. Diğer yandan sonucudurlar çünkü bireylerin birlikte mücadele ederek bu sorunları aşabilme olanağı vardır. Kişilerin birbirinden yalıtılmış yaşamlar sürmeleri, sorunların kalıcılık kazanıp sürekli daha fazla ağırlaşmasına mahal verir. Oysa, dayanışmacı bir ortaklıkla düşlenen daha özgür ve adil bir toplumu yaratmak mümkündür.
1. Hans-Georg Gadamer, Hegel’in Diyalektiği, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi, 2021, s.147
2. A.g.e.,ss.148-149
3. A.g.e.,s.150.
4. A.g.e.,s.148.