KCK Diyarbakır davası, dünden itibaren Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde başladı.
Yurt içinden ve dışından binlerce insan hakları savunucusu, demokratlar, barış yanlıları, Türk Kürt kardeşliğinin savunucuları, dün Diyarbakır’a gelirken, bölge illerinden de on binlerce kişi Diyarbakır’a akın etmişti.
On binlerin talebi ortaktı: Bu insan haklarına, hukuka, Türkiye’nin gerçeklerine aykırı dava bir an önce bitirilmeli; öncelikle de tutuklular hemen serbest bırakılmalıdır!
Dün basında da az çok barıştan yana, Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana olanlar, bu dava ile ilgili ortak değerlendirilmelerinde de; “Dağa çıkmayanların yargılandığı dava” değerlendirmesini yapıyorlardı.
Evet, KCK davası aslında AKP’nin (Aslında devletin) “Kürt açılımı”nın bir “bileşeni” olarak el alınmıştır. Ve elbette bu yanıyla hükümetin “Kürt sorununu çözme” stratejisinin de bir yönünü oluşturmaktadır. Ancak Kürt sorununun çözümünde sürüklendiği çıkmaz, Diyarbakır davası başta olmak üzere KCK davalarını AKP Hükümeti için daha da handikaplı hale getirmiştir. Ve eğer hükümet bu yanlıştan dönmezse; Diyarbakır KCK davası, “sembol dava” olarak “Yargılayanların yargılandığı bir dava”ya dönüşmesi çok kuvvetli olan bir davadır. Bunun ilk belirtileri, davanın ilk gününde ortaya çıktı.
Davanın sanıklarından Hatip Dicle, “Sanıkların kendisini temsilci seçtiğini, zaman zaman sanıklar adına kendisinin söz alıp konuşacağını” belirttikten sonra davanın; sanıkların temsilcisi, sanık avukatlarının temsilcisi ve mahkemenin, “Üçlü bir koordinasyon”la davayı yürütmeleri talebinde bulundu. Hatip Dicle, bu konuşması için de bir talepte daha bulundu. Dicle, “Biz siyasi hareket olarak Türkçeyi resmi dil olarak benimsedik. Ancak, bizim ana dilimiz Kürtçe yasaklandı. Bugün burada savunmada kendi dilimizi özgürce kullanmak istiyor, Kürtçe savunma yapmak istiyoruz. Çok hassas bir süreçten geçiyoruz. Silahlı şiddet modundan, demokratik siyasetin hakim olmasını istiyoruz. Bu yargılamada bize yaklaşımınız, şiddet alanını daraltır” diyerek, savunmalarını Kürtçe yapmak istediklerini söyledi.
“Aman ne güzel herkes istediğini söylüyor, sanıklar da şunu isteriz, bunu isteriz diyor. Savcılar ve yargıçlar da bu taleplerin kimisini uygun görüyor kimisini usullere aykırı bulup reddediyor; daha ne istiyorsunuz; 12 Eylülde böyle miydi?” diyerek KCK davaları sürdürülemez. Çünkü Kürtler, son çeyrek yüzyılda ne isterlerse; haklarını elde edebileceklerini öğrendikleri gibi, nasıl mücadele ederlerse haklarını savunabileceklerini de öğrenmişlerdir. Bu yüzdendir ki; KCK davası Başbakan ve savcıların çubuk tüttürerek, sağı solu üstten tutma iddialarıyla suçlayarak sür git devam ettirebilecekleri bir dava olmaz, olamaz. Tersine anadilden başlayarak; suçlandıkları tüm Kürt talepleri konusunda KCK davası sanıklarının, mahkemeyi “Yargılayanların yargılandıkları” bir sürece evriltecekleri bir alana çevirecekleri anlaşılmaktadır.
Eğer mahkeme tüm tutukluları serbest bırakırsa; daha davanın başlamasından bir gün önce bile, Başbakan Erdoğan’ın KCK sanıklarını suçlayan, mahkemeye müdahale amaçlı açıklamalarının haksız, hukuksuz, tamamen siyasi amaçlı olduğunu gösterecektir.
Eğer mahkeme savcıların isteklerine uyarak, davaları sürdürürlerse, şurası çok açık ki; KCK davaları, Kürtlerin taleplerinin tartışılacağı; Kürt sorununun demokratik çözümünün koşullarının tüm dünya kamuoyunda tartışılacağı bir “Açık alan” olacaktır! Ve ezenle ezilen arasındaki davanın büyüklüğünü, ezilenlerin ne kadar haklı olduklarını tüm dünya daha bir açıkça görecektir.
Gelişmelerin Kürt sorununun çözümünü artık ertelenemez bir biçimde zorladığı, öte yandan da genel seçim ve ona bağlı iktidar-muhalefet çatışmasının hareketlendiği bir dönemde AKP Hükümetinin bu birbirini kışkırtacak gerilimlerin üstesinden gelmesi çok güç olacaktır. AKP ve arkasındaki güçleri zor günler beklemektedir.
Türkiye’nin demokrasi güçleri için bu süreç demokrasi mücadelesinin ilerletilmesi için de geniş bir zemin sunmaktadır.
Evrensel
