Berkant Gültekin
Siyasi operasyonlar ülkenin rutini haline geldi. Dün de HDK bileşenlerine ve gazetecilere yönelik sabahın erken saatlerinde operasyon düzenlendi. 50’den fazla kişi gözaltına alınırken 60 isim hakkında gözaltı kararı olduğu öğrenildi. EMEP Milletvekili İskender Bayhan “6 bin civarında kişiyi kapsayan bir HDK davası ve HDK soruşturma süreci olduğunun bilgisini öğrendik” dedi.
İktidar, siyasi arenayı yargı eliyle dizayn etmek istiyor. Mevcut baskı uygulamaları bu nedenle devrede. Hedef, muhalefeti felç edip 2018’de geçilen tek adam rejiminin ideolojik perspektifine yeni anayasayla “hukuki” nitelik kazandırmak. Yeni anayasa, tabiri caizse kapağın kapatıldığı aşama olacak. Bugün anayasaya aykırı olarak eleştirdiğimiz bir yığın uygulama, yeni anayasayla sıradan işlemler haline gelecek.
Dolayısıyla olan biten karşısında “gündem değişiyor” demek de yetersiz, gündem tam olarak bu zaten. Yoksulluğa, açlığa, karanlığa, haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe, çürümeye, yozlaşmaya, niteliksizleşmeye itiraz edilemeyen, çıtını çıkaranın hapse atıldığı, zulmün sıradanlaştığı bir Türkiye yaratılmak isteniyor ve kendini muhalif olarak tanımlayan herkesin buna karşı koymaktan daha önemli bir sorumluluğu yok. O nedenle “Şunlar konuşulmasın diye bunlar oluyor” diye düşünmek politik bir tavır değil.
Şimdi böyle bir ortamda kafalar karışıyor. Sebebi, “Abdullah Bahçeli” şeklindeki dil sürçmesine de yansıyan, belirsizliklerle dolu, adeta şeffaflığa bir tepki olarak doğan şu acayip “süreç”… Bir yandan iktidarın şahin milliyetçi ortağı Bahçeli, PKK lideri Öcalan’ın Meclis’e gelip konuşmasını öneriyor, diğer yandan DEM Partili belediyelere bir bir kayyum atanıyor, yerel seçimde iktidarı yenmek için izlenen “kent uzlaşısı” stratejisi suç gibi gösterilip belediye meclis üyeleri tutuklanıyor. Haliyle tüm kamuoyu, “Ne oluyor?” diye soruyor.
Dün partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan da bu duruma işaret etti. Bakırhan, Bahçeli’ye seslenerek, “Siz Türk-Kürt ilişkilerinde yeni sayfa açılsın diyorsunuz ama ortağınız barış umudunu yok etmek için son hızla devam ediyor. Biz müzakereye, barışa inanıyoruz. Yürütme erki olan Sayın Erdoğan çözümün neresindedir, bunu 85 milyon merak ediyor. Yarın İzmir’e, Adana’ya, İstanbul’a göz dikecekler. Bu bir parti meselesi değil” dedi.
“Erdoğan çözümün neresinde?” sorusunun cevabı, mantık gereği “hiçbir yerinde” olabilir; zira ortada “çözüm” olarak nitelendirilebilecek bir süreç yok. Bahçeli ile Erdoğan’ın arasında Kürt meselesine dair bir yönelim farklılığı varsa bile, Bahçeli yaptığı çağrının demokratik bir açılım amacı içermediğini defalarca söyledi. Hatta, “Kürt sorunu yoktur” diyerek, sorunun varlığını bile inkar etti. O nedenle iktidar içinde barış, kardeşlik ve bir arada yaşam vs. konular üzerinden bir çatlak olduğunu söylemek ve siyaseti buradan belirlemek pek doğru bir yaklaşım gibi durmuyor.
Öte yandan iktidar bloku içinde, devletin Kürt politikasını güncellemeye, buradan anayasa değişikliği ve seçim zaferi çıkarmak için iç siyasete ortaklık taşınabileceğine dönük bir plan geliştirmeye çalışan akıl varsa da bunun adı yine “çözüm” olmuyor. Bu olsa olsa yeni jeopolitik gerçeklik üzerinden geliştirilen, yani bir ayağı Suriye’ye basan ve sonunda mutlaka Erdoğan’ın kazanmasını içeren bir anlaşma olur. Bugün Türkiye’de demokrasi ve hukuk ayaklar altına alınmışken, iktidarın böylesi bir anlaşmadan daha fazlasına istekli ve yetkin olabileceğini savunmak ya hayalciliktir ya da bilip bilmezlikten gelmedir.
Amaç hasıl olana dek saldırıların hız keseceğini söyleyebilmek güç. Karşılaşılan yoğun baskı, yargı mensuplarının kişisel hırslarından kaynaklanmıyor. Bu, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı koşullarda devlet gücüyle yürütülen bir siyasi ayar süreci. Rejim muhalefeti ezmeye, sindirmeye ve aynı anda da dağıtmaya çalışıyor. İmamoğlu’nun Erdoğan’ın süreçteki sorumluluğuna dair yaptığı değerlendirme doğru.
Çünkü Erdoğan iktidarının devamı, kitlesel suskunluğa, muhalefetin bir kısmının birbirine düşmanlaşıp asli görevini unutmasına, bir kısmının da düzende ikbal görüp “uygun” pozisyona çekilmesine bağlı. Yapılan her operasyonu, bu siyasi çerçevenin içinde değerlendirmek gerek.