Son günlerde üstünde kıyamet koparılan sorun, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’ın Sözcü gazetesi için; “Ben okumuyorum. Siz de okumayın” demesini eleştirirken, “Sözde Cumhurbaşkanı” demesi! Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri üzerine, Sözcü İbrahim Kalın, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, AKP sözcüleri, MHP Genel Başkanı Bahçeli, yandaş medyanın kalemleri seferber edildi.
Bu koro, Cumhurbaşkanının, halk tarafından seçildiği için onun icraatlarına karşı çıkmanın halk iradesine karşı durmak olduğundan başlayarak, Kılıçdaroğlu ve CHP’yi, hatta Cumhurbaşkanının icraatlarını eleştiren herkesi ve her çevreyi hedefe koyan bir karalama kampanyası başlattılar.
Önceki gün akşam saatlerinde kabine toplantısının arkasından kameraların karşısına geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan ise; “Bizzat kendisi bir kaset komplosu ile işbaşına gelen, partisi içinde taciz, tecavüz, hırsızlık hadiselerini görmezden gelen sözde genel başkan” diyerek Kılıçdaroğlu’nu hedefe koyarak başladığı suçlamalarını, “Varlık sebepleri olan sivil toplum görünümlü beşinci kol… İdeolojik saplantılarını, fıtrata aykırı sapkınlıklarını topluma dayatanlar…” diyerek, Kılıçdaroğlu, CHP ve kendisine muhalefet eden her çevreyi aklına gelen her şeyle suçladı.
‘SÖZDE CUMHURBAŞKANI’ TARTIŞMASININ ARKASINDA NE VAR?
Bugüne kadar Erdoğan-Bahçeli ittifakının, tek adam yönetimine biat etmeyen herkesi, her çevreyi “iş birlikçi”, “vatan haini”, “ulusal güvenlik sorunu”, “beşinci kol”… gibi ağır suçlamalarla karalayan bir kara propaganda yürüttüğünü yıllardır biliyoruz. Ancak son günlerde Erdoğan ve partisinin, muhalefete yönelik eleştirilerini liderler ya da sözcüler arasında bir polemik olmanın ötesine geçirdiğine de tanık oluyoruz.
Bunu son haftalarda;
- CHP’nin bir-iki ilçede bazı yöneticilerine yönelik taciz suçlaması, bir belediyede yolsuzluk suçlamalarının gündeme gelmesi karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP il ve ilçe örgütlerine bu konuların yurt sathında üstüne gidilmesi için uyarı yapmasının gündeme gelmesi,
- İlker Başbuğ, Fikri Sağlar ve Can Ataklı için AKP’nin tüm il ve ilçe örgütlerine (dokuz yüz küsur AKP örgütünün), “Suç duyurusu yapmaları” için direktif verilmesi,
- Son örneğini “sözde cumhurbaşkanı” tartışmasında gördüğümüz gibi, belki sadece “Siyasi nezakete pek uygun olmamış” denilip geçilecek bir eleştiriyi, devasa propaganda aygıtını harekete geçirerek, “Memleket elden gidiyor” havası oluşturularak tüm muhalif odakları hedefe koyan bir kampanyaya dönüştürülmesi elbette ki dikkat çekicidir.
YALAN VE ABARTIYLA NEREYE KADAR?
Burada karşımıza;
- “İktidar böylesi basit sorunları neden böyle büyütüyor?”
- CHP’nin bir ilçe yöneticisine yönelik, taciz suçlaması, bir ilçe belediyesindeki yolsuzluk suçlamaları, muhalif belediyelerin meclislerindeki tartışmalar, ya da CHP’nin bir il başkanının (İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu) faaliyetleri ya da açıklamaları… Cumhurbaşkanının onca işi arasında neden en önemli gündemlerinden birisi oluyor soruları karışımıza çıkıyor.
Bu iki sorunun en açık yanıtı, devletin bütün olanakları yanı sıra medyanın yüzde 90-95’ini kendi borazanı yapmış olmasına karşın halkın çoğunluğunun, giderek artan biçimde Cumhurbaşkanının söyledikleri başta olmak üzere iktidarın vaatleri ya da muhalefete yönelttiği suçlamalara inanmamasıdır. Bunu Erdoğan, geçtiğimiz ekim ayında İbni Haldun Üniversitesinin açılış töreninde, “Fikri iktidarımızı kuramadık. Medya da bizi anlatamıyor” diyerek itiraf etmişti.
Şimdi de tek adam yönetimi, inandırıcılık kazandırmak için söylediklerini daha yüksek bir sesle ve daha yaygınlaştırarak, bir kampanyaya dönüştürerek halka kabul ettirmeyi amaçlayan bir yola girmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in, “Yalanınıza inanılmıyorsa daha büyük bir yalan söyleyin” öğüdüne uygun olarak iktidar, inanılmayan vaatlerini gerçeklere dayanan bir mecraya çekme yerine bu yalan ve abartılı iddialarını daha yüksek sesle söyleyerek daha fazla yaygınlık kazandırarak inandırıcılık kazandırmak istiyor.
CUMHUR İTTİFAKI NORMAL BİR SEÇİMİ KAZANMA UMUDUNU YİTİRDİ
Bu kara propaganda elbette ki, “kara propaganda” olsun diye yapılmıyor. Tersine arkasında iktidarı böyle bir çizgiye iten gerçekler var.
O gerçek de tek adam yönetiminin elindeki onca imkana karşın, normal koşullarda bir seçimi kazanma umudunu yitirmiş olmasıdır.
Bir yandan yüzde 0.1’lik bir oya bile sahip olmayan dün sövüp saydığı partilerin kapısı bizzat Cumhurbaşkanı tarafından aşındırılırken, İyi Partinin, SP’nin iç çelişkilerine oynanması, Millet İttifakının milliyetçilik ve din istismarcılığı ile malul “yumuşak karnı”na sürekli ve sistematik biçimde oynanması bu umutsuzluğun ifadesidir.
Bu umutsuzluk, iktidarın iktidarda kalma stratejisini değiştirmesini getirmiştir. Bu nedenle de Cumhur İttifakı, olağan koşullarda bir seçimi kazanarak iktidarda kalma yerine, muhalefetin halk indinde, “Bu muhalefetten iktidar olmaz” duygu ve düşüncesini oluşturmak üzere muhalefet partilerinin çalışmalarını engelleme amaçlı siyasi ortamı provoke edecek, bu partilerin içlerine yönelik operasyonlar düzenlemeye varan adımların esas olduğu bir “siyaset tarzını” iktidarın ana tutumu yapmıştır! Ki, bu girişimler HDP’nin şahsında belediyelere kayyum atama, Demirtaş başta olmak üzere binlerce siyasetçinin tutuklanması, kapatılması için suç duyurusunda bulunması, hiç olmazsa devlet ödeneğinin engellenmesine kadar varmıştır.
BU YOL, ÇIKAR BİR YOL MUDUR?
Peki bu yolla AKP-MHP ittifakı ve arkasındaki güçler iktidarda kalmayı başarabilecek midir?
- Günümüzde, Goebbelsci öğütlerin prim yaptığı dönemler çok eskide kalmıştır.
- En azından 2015, 7 Haziran seçiminden beri gençler, çalışan kadınlar, eğitimli toplum kesimleri, büyük şehirlerde oturan kesimleri… gibi toplumun en dinamik kesimlerinin, AKP-MHP ittifakına desteği her geçen gün daha da azalmaktadır.
- Halkın önemli bir kesimi, son beş yılda, taraftarı olduğu partilerden daha ileri bir siyasi bilinçle hareket etmeyi başarmışlardır.
Burada asıl dikkat noktası, muhalefetin zaaflarından ne kadar arınıp tek adam yönetiminin saldırılarını püskürtebileceği, özellikle de ilerici demokrat güçlerin, halk güçlerinin birleştirilmesinde gerekli inisiyatifi alıp üstlerine düşeni ne kadar yapacağıdır.