Kaan Sezyum
Zamanında eşi dostu dinleseydim de düzgün bir işe sahip olsaydım. Kısmet değilmiş, ben de İletişim Başkanlığı’nda çalışmak isterdim. Gerçekleri daha gerçek, doğruları daha doğru biraz yana doğru, bazen de olmayanları doğru gibi göstermek, halkımı bilgilendirmek isterdim, olmadı. Belki zamanında güzel bir şekilde yanlayıp yandaş bir kanala girseydim, şimdi bisikletime çakar taktırmış, Kadıköy – Bostancı sahilde krallar gibi dolaşıyor olurdum, kısmet olmadı. Gerçeklerin yalan, yalanların iddia, gizlenenlerin gizli tanık, iddiaların ise keyfe göre tutukluluk olduğu günlerdeyiz uzun süredir.
∗∗∗
Ne neyin gerçek, ne neyin yanlış olduğunu gerçekliğin kendisi bile neredeyse bilemiyor. Bir zamanlar birbirlerine küfürler edenler şimdi halaya dönüyor yan yana, yana yana… İlke, onur, haysiyet, şahsiyet ve daha bir çok insani vasıf ülkeyi terk edeli çok oldu. Geri kalanlarına da yurt dışı çıkış yasağı getirildi. Herkes çok gergin. Satın aldığınız araba, siz satın almadan 4 yıl önce yurt dışına gitmiş? Hayırdır… Peki ya şu evinizde paltonuzun cebinden çıkan yenmemiş beyaz leblebileri kimden aldınız? Şurada da iki tane çeyrek altın var kenarları dişlenmiş, kuzum siz rüşvet mi yiyorsunuz?
Bir yandan devasa imparatorluğun son virajında bir içe çöküş yaşanırken, hayatta kalma refleksiyle kendisinden ve varlığından başka hiçbir şeyi düşünmeyen iktidar, eline aldığı hukuk sopasıyla her kapıyı çalıyor, her genci darlıyor, herkesi korkutmaya çalışıyor. “Benden sonra ne olursa olsun” diye düşünen üst aklımız, her şeyi bilenimiz ise her zamanki gibi acımasız, duygusuz ve duyarsız bir şekilde varlığını bize sonsuza kadar armağan etmenin derdinde. Kim bilir bir yerlerde sonsuz hayat iksirini ya da kutsal kasenin içindeki ab-ı hayatı bile araştırıyor olabilir. Karanlık bir geleceğe doğru ülkenin tüm kurumları çürümüş ve itinayla işlevsiz hale getirilmişken, sadece tek çalışan organ olan beton dökme ve ihale alma verme uzuvları tüm hızıyla çalışıp, son bir çırpınışla varlığına daha da varlık eklemek için bitmez bir açgözlülükle toplumun canından, malından, geleceğinden ne varsa alıp, kendi cebine doldurma derdinde.
Ülkenin başında sanki 20 küsur yıldır uçan sincaplar varmışcasına, sanki birden bire ortaya çıkmış sürprizli deprem konusunda bile “Bize yetki verin bu işi çözelim” gibisinden, kendilerinin bile inanmadığı klişelerle toplumun gazını alıp, artık hiçbir zaman bulamayacakları birlik ve beraberlik fikrine uzanıyorlar ama elleri kolları rantla ve komisyonla o kadar dolu ki, hiçbir şey tutamıyor artık. En fazla bıyık bırakırlar… Hala İstanbul’u ortadan ikiye yarıp ortasından deniz geçirmek gibi karikatürde bile komik olmayan bir fikrin peşinden, şehrin kalan son yeşil alanlarına ve su havzalarına beton dökme hevesiyle içten içe yanıp tutuşuyorlar. Ah bu uçan sincaplar, ülkeyi bunlar mahvetti… Bizimkiler ise ne kadar canla başla bizi şahlandırmaya çalışıyor oysa ki.
∗∗∗
Tabii bu kadar saf ve temiz kalpli bir toplum olmanın kötü tarafları da var. Bize ne denilirse inanmaya o kadar teşneyiz ki, yıllarca kandıra kandıra, masallarla, hayallerle, uyanmak bilmez bir halde, adete uykumuzda yürür, rüyamızda yaşar olduk. “Yarın bugünden daha iyi olacak” diyor bir tanesi. Hemen ikna oluyoruz. “Seneye dünya lideriyiz” diyor öbürküsü, bir tanesi çıkıp “Öyle bir petrol bulduk ki, topraktan al arabanın deposuna koy, o kadar” diyor. Hepsine de inanıyoruz, inanmak istiyoruz çünkü hayallerle yaşıyoruz. Gerçekliğimizin karanlığı içinde bir aydınlık, bir çıkış arıyoruz ama tünelin ucunda gördüğümüz o ışık, sanırım öbür tarafa açılan kapıdan başkası değil.
Her an farklı bir anlamsızlık, ihmal ve açgözlülük yüzünden hayatımızdan olma ihtimalimizin olduğu bir yaşam döngüsü içinde, “Bugün de ölmedik”, “Bugün de içeri girmedik” diye şükrede şükrede evliyaya dönüştük. Mezarlarımız ise belli değil. Mezarlarımız oteller, çok katlı binalar ve imar aflarının altında kaldı, unutuldu, gitti…
∗∗∗
Tabii gençler bu kadar iyimser değil, her şeyi çok daha net görüyor. Masallara inanmıyor, yaşadıkları saçmalıklara isyan ediyor, hiçbir şeyden korkmuyor. Peki biz ne yapıyoruz? Bu gençlerimizin duruşmalarını 6 ay erteliyoruz. “İçeride kalsınlar da akıllansınlar” diye düşünüyoruz. Bir ülke ısrarla geleceğini tutuklu olarak içeride tutuyor. Akıl, mantık ve evrensel hukukun çoktan halay çekerek ayrıldığı bu memlekette, kendi geleceğimizi kendimiz karartıyoruz. Zor durumda olan gencecik çocukları cezalandırıp akıllandıracağını, içeride tutarak ve sağlıklarıyla oynayarak idare etmeye çalıştığı topluma adeta sopa gösteren bu korkunç ve karanlık güç, içten içe sona yaklaştığını biliyor. Korktukça daha da vahşileşiyor, gerçeklikten ve insanlık daha da uzaklaşıyor. Ömrünün sonu gelen bir yıldız gibi kendi içine çökecek, bir gün gelecek sadece boşluktaki kara bir delik olarak hatırlanacak.