Her ülkenin her ülkedeki diplomatik temsilciliği, aynı zamanda bilgi toplama merkezi olarak çalışır. Her türden bilgi merkezileştirilir, ilgili birimlerce değerlendirilir ve yürütülecek politikaların dayanağı haline getirilmek üzere yukarılara iletilir. Temsilcilikler, yani büyükelçilikler, konsolosluklar ve bunlara bağlı çeşitli kuruluşlar (dostluk dernekleri, kültür, tarih ve çevre dernekleri, ekonomik işbirliği kuruluşları, üniversitelerarası ilişkiler, kardeş köyler, kardeş kentler, belediyeler arası işler vs. vs. dahil olmak üzere) her ülke için bir diğeri hakkında bilgi toplama araçlarıdır. Bilgi neye yarar? Etkili olmaya, yönlendirmeye ve çıkarları pekiştirmeye yarar…
Bilgiyi toplayanlara, özellikle derin ve gizli bilgiye ulaşmaya çalışanlara ve bunun için olağandışı yollar ve yöntemler kullananlara da CASUS denir. Casusların ilişkide olduğu yerlilere ise bilgi kaynağı, eleman, unsur gibi çeşitli isimler takılır. Bu kişiler, ya gönüllü ya da paralı olarak çalışırlar. Bazıları ise kendi bilgi toplama çalışmaları için casuslarla takas yaparlar…
Böylece ülkelerarasındaki olağan ilişkiler, yani belgelere yansıyan, imzalarla onaylanan, kamuoyuna açıklanan ilişkiler aslında üstü örtülü, gizli, belgelenmemiş bir yığın bilgi üzerine kuruludur. Bunların süzgeçlerden geçmesi, geçerliliğinin sınanması ayrı meseledir ama önce ortada bir yığın bulunmalıdır. Herhangi bir denetimden ve süzgeçten geçmeden önce, duyulmuş, dolaylı yollardan gelmiş, fısıltı halindeyken havada yakalanmış, dedikodu ya da yalan olma olasılığı da olan, şaşırtmak ya da saptırmak için uydurulmuş, güvenilir ya da güvenilmez, geçerli geçersiz her türden “bilgi” bu büyük torbada biriktirilir. Kırıntısı bile ziyan edilmez…
Diplomatik merkezler, bu torbayı doldurma ve mümkün olduğu kadar büyütme merkezleri olarak çalışırlar. Uluslararası ilişkiler alanında yapılandırılmış her kurum ve kuruluşun bu işi yapması ayıp da değildir, gizli de değildir. Görevleri budur, gerekliliklerinin sebebi budur. Bu yüzden, herhangi bir diplomatla, ya da elçilik, konsolosluk görevlisiyle, ya da bunlara bağlı kuruluşlarda görevli, ya da görevlilere yakın herhangi biriyle konuşan herkes, lafının nereye gideceğini bilir… Salak ya da kör cahil değilse bilmesi gerekir.
Partisinin içindeki dedikoduları, arkadaşları hakkında duyduklarını, kimin ne iş yaptığına ya da neyin peşinde olduğuna dair düşüncelerini ya da bildiklerini bir yabancı ülke diplomatıyla paylaşan kişi, ya elemandır ya da en azından bir takasçıdır. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen bir kurnaz da olabilir… Ama sonuçta kesinlikle bir bilgi kaynağıdır…
Ortalığa saçılan belgeler, Türkiye’de Amerikan servisleri lehine çalışan, bilgi ya da dedikodu taşıyan, (eleman ya da kaynak, ya da tavukla kazı değiştirmek isteyen bir kurnaz) pek çok kişi olduğunu göstermiştir.
ABD, en yüksek düzeyde, bizzat Dışişleri Bakanı aracılığıyla, bu belgelerin kendilerine ait olduğunu kabul etmiştir. Aktarılan bilgilerin yalan ya da doğru olduğunu tartışmak ayrı bir iş; ama apaçık görünen odur ki, Türkiye’nin pek değerli biri sürü şahsiyeti, Amerikalı bilgi toplayıcıların önünde kuyruğa girmiştir. Yalakalık, mevki kapma, göze girme gibi aşağılık amaçlarla pek çok bilgi ve dedikodu servislerin kulağına fısıldanmıştır. Çok yüksek yerlerde görev yapan, itibarlı, onurlu pek çok değerli herif, en yakın mesai arkadaşını, partisinin başındaki liderini, komşunun karısını, paşanın oğlunu gammazlamıştır…
Şimdi hepsi birden çırpınıyor: yalan, komplo, uydurma, dedikodu diye çığlık atıyorlar. Bir kokteylde ayak üstü bir sohbet sırasında, kimsenin duymayacağından emin olunarak kulağa fısıldanan küçük bir dedikodunun, bir gün resmi bir kağıt halinde önlerine düşeceğini hiç akıllarına getirmemişler anlaşılan.
İşin bir başka yönü, WikiLeaks belgelerinin burjuva diplomasisinin nasıl ikiyüzlü ve sahtekar olduğunu göstermesidir. Birbirine dost ve müttefik etiketi takanların aslında nasıl birbirlerinin kuyusunu kazmakta olduğunu gösteren bu belgeler, burjuva diplomatların, burjuvazinin bir sınıf olarak taşıdığı en kirli, en ahlaksız, en ikiyüzlü yönleri süzülmüş bir biçimde taşıdıklarını göstermiştir.
Çürüyen ve çökmeye mahkum bir sınıfın çürümüş temsilcileri… Bir kere de bu fırsatla görmüş olmaktan mutluyuz…
Evrensel