Hakikat Arayışının Yol ve Yöntemlerine Dair
Hakikati; varlığın birliğini –TEVHİD- kavrayıp bu kavrayışını kesin emin olma derecesinde idrak edip deneyimlemek olarak açıklayan Şeyh Bedreddin bu duruma ulaşmanın yol ve yöntemlerini ve bu durumdan alıkoyan unsurlardan nasıl kaçınılacağını farklı zamanlarda farklı konuları ele alarak tarif etmiştir.
Canlılardaki kabiliyetler nispetinde ulaşılabilecek kavrayış potansiyellerinin birbirinden farklı olduğunu, bu potansiyeller doğrultusunda canlıların mutlak gerçekliğin hangi seviyesinde kavrayışının mümkün olacağını açıklıyor. Hakikati kavrama yeteneğine sahip olan canlının insan olduğunu vurgularken insan olmaklık ile varlık sahnesine çıkmaklığı da bir diğerinin öteki olmaksızın tanımlanamayacağı temelinden ele alıyor.
“ İnsandaki anlayış ve eylemler başka varlıklarda, soyut ve daha üstün varlıklarda bulunmaz. İnsan aşamasındaki varlıkta görülen ululuklar, yücelikler öteki varlıklarda yoktur. Çünkü insan tanrının en yüce görünüşünün ortaya çıktığı bir varlık aşamasındadır. Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” denmesi, meleklere insana secde etmelerinin buyurulması bundandır. Akl-ı kül ile nefs-i kül üstünde bulunan varlık aşamalarında insandaki anlayış yeteneği yoktur. Onlar bu anlayış yeteneğini insan aşamasına gelince kazanırlar.
Bu hakikatin farkına varmak kişiye sahip olduğu potansiyeli açığa çıkarma imkânı sunar. Bu iman, kişinin sahip olduğu tecrübe ve deneyimlerle keşfettiği şeylerin mahiyetini kavramasıyla ortaya çıkar. Bu üst insan olma durumunu tecrübe etmek; ancak kişinin kendinde olandan çok daha fazlasına sahip olduğu gerçeğini kendinde görmesi ile kavrayışı mümkün olacak bir duruma taşır. Bu tecrübe, deneyim ve kavrayışlar olmaksızın hakikatin anlaşılması olanaksızdır. İnsan, insan olmadan önce beşerdir(nebattır, hayvandır) onu –sen olmasaydın gökleri yaratmazdım- övgüsüne mazhar kılarak insan olma mertebesine, tanrısal eylemlerde bulunma potansiyeline yükselten şey bu kavrayışlar sonucu ortaya çıkan hakikat ile bir olma durumudur.
Varlık, özü bakımından bütün niteliklerden beri olan, varlık evrenindeki olağanüstü oluşları kavrayan, iş gören, eylemde bulunan tanrıya özgüdür. Sen de görünüş alanına çıkışlar aracılığıyla gerçeği anlayıver işte.” (91)
Gerçeği arayan kişi hastayı andırır, onun dilediği olgunluklar da sağlık, esenlik gibidir. Bilgisizlik bir tür hastalıktır. Hasta hekime gider, güvenir, hekim ona gereken ilaçları verir, sağlığını düzeltmeye çalışır. Hasta hekimin verdiği ilaçları acılarına katlanarak kullanır. İşte gerçeği arayan da böyledir, bir yol göstericiye uyması gerekir. Hasta sağlığını kazanır ya da kazanmaz. Ancak sağlığın esenliğin koşulu hekimin önerilerine uymaktır. Hekime, senin sözünü tutmam için beni sağlığıma kavuşturman gerekir demek akla uygun değildir. Gerçek yolundaki engelleri aşmak isteyen yolcuya düşen de söz dinlemektir. Aradığımı bulamadığım sürece mürşidlerin sözlerini dinlemem demesi yersizdir. Böyle söylerse gerçeğe varmak istemiyor demektir. (16)
Varlığının Hakikatini arayan kişi, sağlığını arayan bir hastaya benzemektedir. Hakikat arayışı bir problemin varlığının farkındalığı sonucu ortaya çıkar, bunun farkındalığını kavrayamayan kişi için böyle bir arayış anlamsız görülür. Böylesi kimselere göre hakikati arayanların çabası bir çeşit psikolojik problem olarak algılanır. Bunu bu biçimde algılamaları onların dünyasında normaldir, içinde oldukları zindanın farkına varmayanlar kendilerini özgür zannederler. Onların gözleri körelmiş, kulakları sağırlaşmış, kalpleri kararmıştır ama bunun bilincinde dahi değillerdir.
“Bunların kalpleri vardır ama kavrayamazlar
Gözleri vardır ama göremezler
Kulakları vardır ama işitmezler” (A’raf-179)
Hakikati arayan kişi bu konuda samimi ise karşısına çıkacak olan zorluklara göğüs germeli, engelleri aşmalıdır.
“Biz sana bolluk-bereket verdik
Öyleyse rabbin için yardımlaş ve zorluklara göğüs ger” (kevser/1-2)
Kişi bu yolculukta yolunu aydınlatacak birçok unsur-sebep-kişi-ilim-vesile (mürşit) ile karşılaşacaktır. Bu karşılaşmalarda nefsi çıkarlarını tercih etmeyen ve istikametini bozmayan kişi mutlaka sağlığına kavuşacaktır. Dünyaya meyletmek, mal biriktirmek, şehvet düşkünlüğü, zalime karşı durmamak, mazlumun yanında olmamak gibi kalbi karartan her tür eylem kişiyi yolundan alıkoyacak ve karanlığa mahkûm edecektir. Kişiliğini bu kötü hallerden arındıramayan kişinin içi şeytan için bulunmaz bir
Misafirhane olurken, arınmış kişinin gönlü Tanrı’nın devamlı ikametgâhı olur ve hakikat; Zat’ın sıfatlarından fiillere dökülerek zuhura çıkar.
Hakka ulaşmanın başlıca yolu dünyaya bağlanmamak, onunla çok oyalanmamaktır. Hakikati kavrayıp ona ulaşmak istediğini söyleyen çok kimse vardır. Onlardan birine dünyadan yüz çevirmesi gerektiği söylenince, amacına ulaşıncaya dek dünyaya bağlı kalacağını ileri sürer, direnir. Bu davranış akılla bağdaşmaz. (17)
“Nasiplendiğiniz şeyler şu iğreti –geçici-dünya hayatının süsünden ibarettir. Hakkın katındaki ise daha hayırlıdır ve süreklidir. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Kasas/60)
İsa peygambere gelen şahıs, onun yanında yürümek, mücadelesine yoldaş olmak istediğini söylediğinde İsa peygamber gelen adamın kemerinde asılı duran keseyi görür. Ne var o kesede diye sorar, adam geçimlik için biriktirdiği birkaç altın ve gümüş para deyince yüce peygamber, o keseyi nehre atıp gelmesini aksi halde mesajını anlamasının mümkün olmadığını hakikat yolculuğunda yoldaş olamayacaklarını söyler. Adam gider bir süre sonra geri gelir ve attım ey İsa artık yanındayım der. İsa adama nehre attığı keseye bağladığı ipi kesip gelmesi gerektiğini söyleyince adam gider ve bir daha gelmez.
“Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez, ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem tanrıya hem de paraya (mamon) kulluk edemezsiniz” (Matta:6/24, Luka:12/33,16/13)
Peygamberler çocukların velileri gibidir. Çocukları yetiştirmek isteyen veliler onları olmayacak işlerle korkuturlar, olmayacak nesnelere umut bağlatırlar. Velilerin söyledikleri toptan yalan olabilir, ancak peygamberlere yalan yakışmadığından onların korkutmalarla, uydurmalarla ilgili sözleri başka anlam taşır. Dinleyici o sözlere kendi anlayış aşamasına göre başka türlü anlamlar verebilir, doğruyu bilen arifler ise gerçek amacın ne olduğunu bilirler. Söz gelişi birine şu işi başarırsan sana ışıktan iki kuş verilecek, dendiğinde anlatılmak istenen bilgiden, kavrayıştan iki kuştur. Oysa dinleyici bu sözlere herkesin verdiği anlamı verir. Peygamberlerin yorumlarını ancak yetkin kişiler bilir, yetkin olmayanlar bilmezler. Yetkin kişiler bunu sezgi yoluyla bilirler. Tanrıya giden yollar türlü türlüdür, onun tadını tatmayan bilmez. (18-1)
Anmalar, yakarışlar gönlün istenen öze –hakikate- ulaşması içindir. Bunlar arada bir bağlantı kurmak içindir. Tepkiyi doğuran ancak yöneliştir. Bu yönelişe bağlanan birçok nesne vardır. Gerçeği bilmeyenlerden gizli olarak ortaya çıkan bu nesnelerdir. Eylemsiz bilgi, inançsız eyleme ya da ruhsuz gövdeye benzer. (24)
Oduna benzeyen hakikat arayıcıları üç bölüme ayrılır. Bir bölümü biraz ateşle tutuşur, yanıp tükeninceye dek sönmez. İyice yanınca da ateş kesilir “yokluk tamam olunca tanrı kalır” sözü bunlar içindir. Bir bölümü ise çok yaştır, iyice kuruyup yaşlığı gitmeyince ne yaparsan yap tutuşmaz. Ortada kalan diğer bölümü ise kimi yerleri biraz uğraşınca tutuşur, yanıp tükenene dek sönmez, kimi bölümleri ise çok geç tutuşur, bütününün yanıp yok oluncaya değin uğraşmayı gerektirir. İşte dinleyenleri bu örneğe göre anla da başarı sağlayabilesin.(30)
Kişinin hakikati kavraması, odunun yanması, yanmaya uygun halde olması ile tasvir edilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Kişi dünyaya-maddeye olan bağımlılıklarından kurtulmadan hakikati kavrayamaz. İnsanı insan yapan nitelikleri elde etmek için kişi dünyanın geçici zevklerinden, hayvani şehvet ve hırslarından arınmalıdır. Maddeyi merkezine alarak varlığını bu boyutla sınırlayan kişi hakikate kapılarını kapatmış olur. Kişi; Maddi varlığının geçiciliği gerçeği ile yüzleşmeli ve kendini bu kayıtlanmış halden kurtarmalıdır. Maddeye kayıtlanmış olma halinin yeterli odaklanma ve konsantrasyon ile yok edilmesi (yanması) gerekir. Ancak o zaman kişiye göklerin kapıları açılır ve hakikat kavrayışı mümkün hale gelir.
Cafer Baba’nın özünden dökülen inciler bu hakikati özetlemeye yetmiş… Allah ondan razı olsun.
**********************
Bu dünyanın devranına
Aldanma gönül aldanma
Zilli Çanlı kervanına
Aldanma gönül aldanma
Yüze güldürür devranı
Sonra okutur fermanı
Bulaman derde dermanı
Aldanma gönül aldanma
Bilir misin neden nesin
Bir gün kesilecek sesin
Çürür cisminle kafesin
Aldanma gönül aldanma
Evden barktan geçeceksin
Ecel tasın içeceksin
Ne ektinse biçeceksin
Aldanma gönül aldanma
Gelmemişken ölüm cana
Ağlayanlar yana yana
Haktan yardım olsun sana
Aldanma gönül aldanma
Cafer sözün kısa kes
Kemalete eyle heves
Menzil almaz tamah nekes
Aldanma gönül aldanma
Küfür aşamasına varmayan bir hakikat arayıcısı önündeki bariyeri aşamaz, onun Müslümanlığı da inancı da onu hakikate ulaştırmaz. Bu küfür bir aşamadır, aşılması gereken bir geçittir. Bu geçitte duran dinden çıkar, bu durumdan tanrıya sığınırız. Tanrıya hamd olsun ki bu geçitte bir süre kaldıktan sonra, bize aşma kolaylığı sağladı. (88)
Dogmatik bilgilerle içine doğduğu sosyolojik yapının dini inanışlarını taklit eden hakikat arayıcısının bu çabası onu hedefine ulaştıramayacaktır. İçine doğduğu toplum ister Müslüman olsun ister Hristiyan ister Yahudi olsun ister Ateist ister Budist olsun fark etmez. Bu inanışların hiçbiri taklit olduğu sürece diğerinden farklı değildir. Bu taklit durumundan kurtulmak, ancak kişinin dogmatik inancını inkâr etmesi ile mümkün olur. Şeyhin bu durumu aşılması gereken bir geçit olarak tarifinin sebebi budur.
La ilahe illallah çağrısında da anlaşılmaktadır bu hakikat. Mevcut olan dogmalar reddedilmeden hakikate iman mümkün değildir.
“ Ne zaman onlara: (hakikate uyun) denilse, onlar: (hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye – geleneğe- uyarız) derler. Peki ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler” -bakara/170- b
“onlara Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin denildiğinde (atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter)derler peki ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler ise”-Maide/104-
“O imansızlar çirkin bir iş yaptıklarında -biz atalarımızın da böyle yaptığını gördük, Allah da bize böyle emretti- derler…” ( A’raf 28 )
Devam edecek…