2. 15. Vahyin Analiz Aşaması
“Ey Muhammed! En gerçekçi emri veren vicdân, en gerçekçi yasağı koyan sağduyu ve en gerçek yönetici olan aklın şan ve şöhreti çok yüksektir. Deneyim, bilgi ve birikimleri içeren ve eklenerek birleştirilmiş olan yazıların içe doğan remz, îmâ ve işaretlerini dikkatle ayrıştırmadan, anlam derinliklerine ulaşmadan eyleme geçme. Ey Muhammed! Seni eğiterek sana öğreten, sana öğreterek seni eğiten, olgunlaştırana kadar seni aşama aşama büyüten, seni olduğundan daha iyi hale getiren, senin dağınıklığını toplayan, seni adım adım besleyip büyüten, imkân ve nimetleri bir program çerçevesinde senin için aşama aşama artıran eğitmenin, öğretmenin, ustan veya yöneticinden bir şeyi kendi gerçekliği ile kavramayı; yalansız, isâbetli ve dosdoğru bilgiye ulaşmayı; neden-sonuç ilişkisini veya amaç-araç bağını kavrayarak sağlam bilgi üretmeyi dile.”[1] âyeti “Vahyin kesilmesini bekle, vahiy bitmeden vahiy sözlerini unutma korkusuyla tekrar etme.” biçiminde çevrilerek rivâyetlere kurban edilmiştir. Her tercümemde kelimelerin lügat karşılıklarını antropolojik çerçevede ele aldığım için diğer meallerle uyuşmayan bir çeviri ortaya koymuş oluyorum. Bunu isteyerek yapmıyorum, ulaştığım sonuç farklı çıkıyor.
Bu âyete göre âyetler grubunun[2] sosyal, psikolojik, politik, ekonomik, askerî ve etik amaçlarını dosdoğru anlayıp sağlıklı analiz etmeden hedefe yönelik eyleme geçmek yanlış bir harekettir. Çünkü bir şeyi kendi gerçekliği ile kavramak; yalansız, isâbetli ve doğru bilgiye ulaşmak; neden-sonuç ilişkisini veya amaç-araç bağını kavrayarak sağlam bilgi üretmek için alt yapıyı sağlamlaştırmak gerekir. Aksi takdirde büyük emek ve özveriyle[3] ortaya konan eylem ve mücâdeleler sonuçsuz kalır.
Âyette vicdân elçisi Muhammed’in belli eğitim aşamalarından geçtiğini; toplumsal olanaklar, bilge kimseler ve tecrübeli insanlar ile kendi vicdân, sağduyu ve aklının Muhammed’in peygambere dönüşmesinde pay sahibi olduğunu vurgular. Böylece peygamberliğin belli olgunluk eğitimi, ruhsal erginlik[4] ve zihinsel sağlık sonucu ortaya çıkan bir devrimci önderlik olduğunu anlıyoruz.
2.16. Mûsâ’nın Kardeşine Vahyetmek
“Mûsâ ve kardeşine ‘Kültürel olarak ortak yaşam değerlerini yakalamış ve bu nedenle birbirine karışarak gen havuzu oluşturmuş, kültür ve soyu iç içe geçmiş; yaşam değeri ve biçimleriyle belli kıvamı yakalamış topluluğunuz için Mısır’da ticâret merkezleri, sığınaklar, toplumu ilgilendiren konularda kararlar alacağınız toplantı mekânları, insanların ihtiyaçlarını karşılayarak onurunu koruyan gıda dağıtım merkezleri kurun. Tüm buralar görüş, inanç, ilke ve yön bakımlarından; sosyal, ekonomik ve siyasî strateji gereği ortaya konan mücâdelenin sembol yerleri olarak birbiriyle karşılıklı iş birliği içinde olsun ki yardımlaşma ve dayanışmayı ayağa kaldırın. Önerilerimize uyarak eyleme geçenlerin barışçı, güvenli ve özgür bir yaşam kuracağını müjdeleyin.’ diye söz ve yazıyla çabucak bildirdi.”[5] âyetinde Mûsâ ve kardeşine gelen vahiyden bahsedilmektedir. Hadi Mûsâ’yı anlarız, ama onun kardeşine de vahyedilmiş. Mûsâ’nın kardeşi olarak klasik kaynaklarda Hârun adı aktarılır. Gelenek, vahyi peygambere melek aracılığı ile gelen bir mesaj olarak algıladığından Hârun’u otomatik olarak peygamber ilan etmiştir. Bana göre de peygamberdir, ancak geleneğin anladığı anlamda bir peygamber değildir. Yani bir devrimci önder ve başkaldırının lideri olan Mûsâ’nın en yakını, sırdaşı, yoldaşı, sözcüsü ve eylem arkadaşı olarak öndere yardımcı ve destek olan bir peygamberdir. Mûsâ ile kafa kafaya vererek Mısır’ın o günkü Firavun’una karşı stratejiler[6] geliştirmiştir.
2.17. Kendini Gerçekleştirme Vahyi
“Ey Muhammed! İç sesini dinle, kendini gerçekleştirmeni sağlayan içsel yönelimlerinin peşinden git, bilgiye en kısa ve en hızlı biçimde ulaşmaya çalış; vicdânının azmış birilerini ceza vererek durdurması, senin sağduyunun insanları frenlemesi ve senin aklının oto-kontrol sağlaması gerçekleşene kadar direnişten vazgeçme.”[7] âyeti vicdân elçisi Muhammed’in kendini gerçekleştirmesini, bilgiyle donanma konusunda elini çabuk tutmasını söyleyerek vicdân, sağduyu ve aklını gerektiği biçimde işletmesi üzerinde durmaktadır.
Bir eylemci, toplumu değiştirmeden önce kendi dönüşümünü sağlamalıdır. Çünkü her birey seçmediği bir âilede, seçmediği bir cinsiyet ve dille, seçmediği bir akraba çevresinde, seçmediği bir ülke ve coğrafyada doğar. Kişiyi şekillendiren bu hazır bulduğu çevredir. Bu çevre dilimizi, dinimizi, mezhebimizi, kavmiyetimizi, soyumuzu, kültürümüzü, âidiyetimizi ve kimliğimizi belirler. Örneğin Konya’da doğan birine Mete, Müslüman, Türk, Türkçe, Türkiyeli, Hanefî, İç Anadolulu, yörük ve Konyalı gibi kimlikleri seçmediği çevresi vermiştir. Kişiler doğduğu çevrenin bir ürünü olarak yaşar ve ölür, çevresinin tapınağına gider ve tanrısına teşekkür ritüelleri yapar. Bu sebeple hiç kimsenin kültürü, dîni, dili, tapınağı ve kutsalı ötekinden üstün değildir. Çünkü hiç kimse bunları seçmemiş, içinde büyüdüğü çevresinin etkisiyle bir şeylere ait hale getirilmiştir. Buna kültür veya kültür farkı deriz.
Kültürel çevrenin farkında olan Kur’ân, ilgili âyetinde vicdân elçisi Muhammed’e çevresinin etkisinden kurtulması gerektiğini söyler. O nedenle vicdân elçisi Muhammed çevresini değiştiremese de içindeki potansiyelini ortaya çıkararak, rüyalarının peşinden koşarak, ütopyasını gerçekleştirme azmi ortaya koyarak, vicdânının sesini dinleyerek, sağduyusuyla hareket ederek ve akılcı stratejiler takip ederek hem kendi dönüşümünü hem de toplumun değişim basamakları sürecini gerçekleştirmeye çalıştı. Yeryüzünde değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeği düşünüldüğünde Kur’ân, vicdân elçisi Muhammed’e muhâfazakâr, gelenekçi ve statükocu[8] olmayı değil; ilerici, değişimci ve yenilikçi olmayı önermektedir. Çünkü değişim ilerlemenin, gelenekçi durgunluk kokuşmanın sebebidir. O nedenle özgürlük, eşitlik, barış ve adâlet devrimi gerçekleşse bile koşullar ve insanlar sürekli yenileneceğinden değişim devam etmek zorundadır. Çünkü insanlar düzenlere göre yetiştirilmez, düzenler insanlara göre yenilenir ve dönüştürülür.
Düzeni merkeze alan ve insanı düzenin nesnesine dönüştüren tüm yaklaşımlara muhâfazakârlık, insanı merkeze alan ve tüm düzenleri insanların ihtiyaç ve isteklerine göre değiştirip yenileyen bakış açılarına ilericilik denir. Muhâfazakâr, hazır bulduğu inanç, din, devlet, mezhep, gelenek, yaygın uygulama ve teâmüllere (alışılmış davranışlar) sorgusuzca bağlı olan; onları değiştirme ve eleştirmeye karşı çıkan, her türlü değişimi yozlaşma ve bozulma olarak değerlendirendir. Muhâfazakâr; yenilik, ilericilik, ilerleme ve yenilenme sözcüklerinden hem korkar hem nefret eder. Kemalist, ateist, sosyalist, dindâr, mezhepçi ve milliyetçi düşüncelere sahip muhâfazakârlar vardır. Muhafazakârlığa toplumda sağcılık denir. Muhâfazakâr, olumlu yeniliklere bile ayak uyduramayan, mevcut düzen, düşünce ve gelişmenin içinde değişmeden kalmak isteyendir; değişime ayak direyen, şekilselliği önemseyen, özsel değişimi reddedendir.
Muhâfazakâr demokrat diye uydurulan kavram, demokratik dünyada muhâfazakâr kültürle yaşamayı anlatıyor. Ancak muhâfazakârların egemen olduğu bir dünyada demokrasi yok ediliyor. Bu çelişki Norveç’te yaşayıp şeriat isterken şeriatın olduğu Arabistan, İran ve Afganistan’da yaşamaktan kaçınma ironisi gibidir. Hâlbuki özellikle Afganistan şeriat anlayışı ve fıkıh hükümlerini Hanefî mezhebinin uygulamaları çerçevesinde tavizsiz biçimde uygulayan bir ülkedir. Çin veya Kuzey Kore gibi sosyalizm ve komünizme ihanet etmiş diktatör ülkeler gibi de değildir. Sünnî, Hanefî, şeriatçı bireylerin dâru’l-İslâm’ı öncelikli olarak Afganistan, sonrası Arabistan’dır. Arabistan, Sünnîliğin Hanbelî ekolüne bağlı ve Vahhâbî yorumuna tâbîdir. El-Kâide, Hanefî mezhebine bağlı; IŞID, Hanbelî mezhebinden olup Ehl-i Hadîs ekolündendir. Yani Türkiyeli Sünnî, hilâfetçi ve şeriatçı bir Müslümanın tüm ideolojik değer ve amaçlarına adını verdiğim ülke ve örgütler sahiptir. Kimi kandırmaya çalışıyorlar. Şiîleri takiyyecilikle[9] suçlarken Sünnîler de takiyyede Şiîlerden geri kalmıyorlar.
Kur’ân, ilerici bir ideolojinin yanındayken vicdân elçisi Muhammed sonrasının Müslümanları mezhep, tarîkât, cemaat ve devlet dîni sebebiyle muhâfazakârlaşmış; pörsümüş[10] ve ilerici dünyanın gerisinde kalmış, sömürülmeye müsait bir topluma dönüşmüş; kaba, uygarlıkla sorunlu ve yeniliklere kapalı hale gelmiştir. Kastettiğim yenilikler özellikle fıkıh, kelâm, akâid, tefsir, hadîs, muâmelât[11] ve ukûbât[12] gibi alanlarda olması gereken ve mezhepsel paradigmaya[13] ait olan yeniliklerdir. Fakat bu değişim için cesaret, birikim ve istekten uzak olan kimi modern kılıklı ama etkili olan bedevî rûhlular[14] ile şehirlerde yaşayan kırsal zihniyetliler; peygamber tavırlarındaki zamanı kavrayarak zamanın önüne geçme ve insanlığa önderlik etme bilincinin fersah fersah gerisindeler. Bilhassa kolay yoldan, torpille, emeksiz ve hukûksuz biçimde elde ettiği nimet ve imkânları Tanrı’nın kendisi için takdir ettiği nasipler diye satan sahtekârlar; yaptıklarının faturasını Tanrı’ya keserek bir yandan vahyin çizgisine ihânet ediyorlar; öte taraftan gerçek dinleri olan kariyer ve konforun sağlayıcısı kapitalizme abdest aldırıyor, emperyalizme takke taktırıyor, faşizme sarık sarıyor ve Muhammedî devrimi ankebût ağlarıyla örüyorlar.
Devam edecek…
______________________________________________________________
[1] Tâhâ, 114/Fe-te’âla’l-lâhu’l-meliku’l-hagg(u) velâ ta’cel bi’l-gurâni min gabli en yugzâ ileyke vahyu-hu ve gul rabbi zid-nî ‘ilm(en)
[2] Âyetler grubuna necm denir. Bir necm bir âyet de olabilir yüz âyet de olabilir. Necm, modern dünyanın paragraf veya ana bölüm diye yaptığı ayrıma karşılık gelir.
[3] Özveri: Bir amaç uğruna veya gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme; fedâkârlık.
[4] Ergin: Olmuş, olgunlaşmış, tamamlanmış, ulaşması gereken yere varmış, yetişmiş, ermiş, reşit olmuş, rüşte ulaşmış.
[5] Yunus, 87/Ve evhay-nâ ilâ mûsâ ve ehî-hi en tebevveâ li-gavmi-kumâ bi-misra buyûten ve’c-’alû buyûte-kum gibleten ve egîmû’s-salât(e) ve beşşiri’l-mu’minîn(e)
[6] Strateji: Orduyu yönetme sanatı, kumandanlık/komutanlık sanatı, sevkü’l-ceyş. Politik, ekonomik, psikolojik ve askerî güçleri bir arada kullanma sanatı. Orduların en uygun sonucu verecek şekilde barışta ve savaşta yönetilmesi ilmi ve sanatı.
[7] Yunus, 109/Ve’t-tebi’ mâ yûhâ iley-ke va’s-bir hattâ yahkuma’l-lâh(u)
[8] Statüko: Mevcut durum, kurulu düzen, yürürlükteki antlaşmalara göre süregelen durum.
[9] Taki(y)ye: Gerçek fikrini, konumunu ve amacını gizleme.
[10] Pörsümek: Gevşeyerek sarkmak, sertliğini kaybetmek.
[11] Muâmelât: Hukûkta namaz, oruç ve hac gibi ritüllerin dışında kalan tüm alanlar.
[12] Ukûbât: Cezâ hukûku
[13] Paradigma: Bir alandaki geçerli, güvenilir ve kapsamlı düşüncelerin oluşturduğu sıralama.
[14] Bedevî: Çölde veya çadırda göçebe hayatı yaşayan, çöl halkından olan, medeniyetten uzakta yaşayan. (Medenînin tersidir.)