1993 yılı, Türkiye tarih kitabının en karanlık sayfalarından biridir.
O yıl, peşpeşe gelen cinayetler, suikastlar, kuşkulu ölümlerle adeta adı konmamış bir darbe yaşanmış, ülkenin gidiş yönü kökten değiştirilmiştir.
Uğur Mumcu’nun katledilmesi, bu adı konulmamış darbenin açılış sahnesiydi. Patlamadan hemen sonra oradaydım. Maalesef hepimizin “ya olursa” diye elimiz yüreğimizde beklediğimiz faciaydı bu… Türkiye’de karanlığın üzerine yürüyenleri bekleyen tuzaktı. Mumcu’nun son olarak PKK-MİT ilişkisi üzerine çalıştığını hatırlatalım.
Üç hafta sonra, Şubat’ta o tuzak, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağını düşürdü.
Mart’ta, Cumhurbaşkanı Özal’ın perde arkası diplomasisiyle PKK 15 Nisan’a kadar ateşkes ilan etti. Çatışmalar durdu. Ateşkesin bitişinin ertesi günü Özal, Çankaya’da kalp krizinden öldü. Özal’ın yerine Demirel geçti; devlet için kurşun atanları kutsayan Tansu Çiller Başbakanlığa yerleşti. Türkiye’nin siyasi haritası tamamen değişti.
24 Mayıs’ta Bingöl’de, sivil otobüslerle silahsız nakledilen 33 er, bir PKK saldırısında katledildi. Hemen ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonu başladı. Türkiye yeniden kana bulanmıştı.
Ekim ayında peşpeşe iki siyasi suikast daha geldi:
Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Lice’de komutanlık binası önünde vurularak öldürüldü.
JİTEM’in kilit isimlerinden Cem Ersever, “bazı faili meçhul cinayetler hakkında açıklamalarda bulunacağım” dedikten sonra elleri önden bağlanmış, kafasına iki el ateş edilmiş halde bulundu.
1993’e bugünden bakıldığında, Türkiye’nin gidişatını radikal bir şekilde değiştirmeye yönelik bir dizi müdahale açıkça görülüyor.
Bunu araştırıp ortaya çıkarabilecek bir gazeteciydi Uğur Mumcu… Onun da o yıl hedef olması tesadüf olmasa gerek. 30 yıl sonra bugün hala o korkunç yılda yaşananların sonuçlarına katlanıyoruz.
Uğur Mumcu’yu bir kez daha saygıyla anıyoruz.