Amerikan-Türk ilişkilerinde hırçınlık hâkim. Gazze ve İran konusunda epey sert atışmalar yaşandı. Amerikan sağı adeta Türkiye’nin kabul edilemez olduğunu ilan etti ve Türk ordusunun kontrolü eline almasını istiyor gibi görünüyor. Türkiye’de milliyetçi medya organları ülkenin filo krizindeki asil rolünden dem vuruyor ve üst düzey liderlerin sözleri komplo sınırına dayandı. Birçokları, bugün çıkarlarımızın yakın işbirliğini imkânsız hale getirecek kadar farklılaşıp farklılaşmadığını sorguluyor.
Bu yeni bir fenomen değil. Türkiye her zaman aksi bir müttefik olageldi. Türkler Soğuk Savaş sırasında, Kuzey Kıbrıs’ı istila etmelerine karşılık olarak silah ambargosu dayatmamızın ardından Amerikan üslerini kapattı ve barış gücü askerlerini ülkeden kovdu. Laik Türk ordusundaki dostlarımıza gelince, onlar da 1. Körfez Savaşı’nda ABD’yi pek desteklemedi, ikinci savaştaysa son dakikada Amerikan girişimlerinin altını oydu. Ayrıca Afganistan’a muharip güç göndermeyi reddediyorlar.
AKP değişimi sadece hızlandırdı
Ankara’nın çıkarları için icat ettiği stratejik ortaklık dili yüzünden sersemleyen ABD, Türkiye’nin bakış açısının ve çıkarlarının değiştiğini algılamak konusunda yavaş kaldı. ABD Türkiye için ne kadar önemli olursa olsun, geçmişteki bağımlılık sona erdi. Rusya artık Türkiye için bir düşman değil, değer verilen bir ekonomik ortak. Türkiye’nin AB üyeliği uzak ve Ankara’nın bu kuruma yönelik ilgisi azalıyor. AKP iktidarı son 10 yılın büyük kısmında gözle görülür bir ekonomik büyüme sağladı ve Türkiye’nin ekonomik faaliyetleri artık küresel düzeyde. Ankara harekete geçti ve bunun farkında.
Değişim her koşulda yaşanacaktı, ancak Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dış politikadaki aktif tavırları süreci hızlandırdı. İki lider her cephede harekete geçti, fakat en önemlisi, ABD’nin zayıf ve hatalı olduğunu düşündükleri Ortadoğu’da Türkiye’nin varlığını güçlendirdiler. ABD’yle ihtilaf, özellikle de İran ve İsrail konularında yavaş yavaş gelişti. Erdoğan’ın, Türkiye’yi baskın bir bölgesel aktör ve küresel bir oyuncu haline getirme hırsını kontrol altına alabildiği pek söylenemez.
Başbakanın Ortadoğu politikalarını şekillendiren bir başka mesele de Türkiye’nin iç siyaseti. Erdoğan’ın bölgedeki atılımları iç siyasette kazanım getirdi. Türkiye’nin zımnen ve büyük ihtimalle doğrudan desteklediği filo, Erdoğan’a milliyetçi bir öfke ve kendini üstün görme dalgasından yararlanma fırsatı sundu; başbakan bunun 2011’deki seçimlerde kendisine zafer getirmesini bekliyor.
Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri geçmişte, çoğunlukla ordunun olmak üzere seçkinlerin kontrolünde ilerliyordu. Bu ilişkiler hiçbir zaman kamuoyunda fazla destek görmemişti. AKP hükümetinin İsrail’le ilişkileri, Ankara’nın Hamas’ın askeri kanadının liderini davet etmesiyle kötüleşmeye başladı ve 2008-09’daki Gazze savaşıyla iyice bozuldu. Türkiye Arapların geleneksel davasını, yani Filistin’i, Arap liderlerin elinden aldı. Erdoğan ablukaya karşı çıkıyor ve Hamas’ın yapılacak herhangi bir müzakereye katılmasını istiyor ki, örgütün şiddeti terk etmesinde ısrarcı olan Washington tarafından reddedilen bir öneri bu. Buradaki ironi de şu: Erdoğan Hamas’ın müzakerelere katılma hakkını vurgularken, Türkiye’nin yasal Kürt partisiyle iştigal etmeyi reddediyor.
Pakistan’ın da silahı yok mu?
Türk vatandaşlarının filoda öldürülmesi anlaşılır biçimde yaygın öfke yarattı. Türk liderler, İsrail uygun biçimde özür dileyip tazminat ödemezse ve uluslararası bir soruşturmayı kabul etmezse ilişkileri tamamen kesme tehdidinde bulundu. Bu olayın etkileri henüz son bulmuş değil. Erdoğan, Ortadoğu’nun rakipsiz oyuncusu haline gelmek yönündeki ateşli isteği nedeniyle ABD’yi Türkiye’yle İsrail arasında seçim yapmaya zorlayabileceğini düşünüyor olabilir; ne de olsa Türkiye daha büyük ve daha güçlü. Böyle bir şey olmayacak. Fakat Türkiye yine de Gazze üzerindeki tartışmaya hareketlilik getirmek konusunda bir miktar başarı kaydetti.
Türkiye ayrıca İran konusunda da Washington’dan ayrı düştü. İlave yaptırımlara faal bir biçimde karşı çıkarken, İran’ın imzalayıcısı olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na yönelik ihlallerini gündeme getirmek yerine, İsrail’in nükleer silahlarını (Pakistan veya Hindistan’ınkileri değil) mesele ederek suları bulandırdı. Ankara’nın yaptırımlara karşı çıkmak için meşru sebepleri var. Fakat İran’ın Obama yönetimi açısından temsil ettiği stratejik önemi kavramayı da reddediyor. ABD, Türkiye’nin kısa süre önce Brezilya ve İran’la yaptığı anlaşmayı yetersiz bularak geri çevirdi. NATO üyesi Ankara, çekimser kalmak yerine yaptırımlara hayır oyu vererek Washington’ı kendisinden daha da uzaklaştırdı.
Ahlak anlayışı ayrımcı
ABD ve Türkiye’nin hâlâ önemli ortak çıkarları var ve Irak, Afganistan, NATO ve enerjiyle ilgili meselelerde birlikte çalışıyorlar. ABD Türkiye’nin AB’ye katılımını hâlâ destekliyor. Ancak sorun giderek şu mesele üzerine yoğunlaşıyor: Washington, önemli konulardaki çıkarları bizimkilerle çelişen özgüvenli Türkiye’ye nasıl cevap verecek? Bu sorun, AKP liderliğinin İslami eğilimi ve İslami ulusların kitlesel mezalimlerini göz ardı eden (ve hatta o ulusları kucaklayan) ayrımcı ahlak anlayışı nedeniyle karmaşıklaşıyor.
Türkiye büyüyen bir güç ve bizim sahip olmadığımız değerlere sahip. Mümkün olan noktalarda Türklerden yardım almalıyız. Ayrı düştüğümüz konulardaysa onların çıkarlarını tanımalıyız. Kilit meselelerdeki farklılıklara verilecek yanıt misilleme değildir. ABD hükümeti Türkiye’nin Batı’nın parçası olup olmadığını sorgulamamalı. Bütün Türk hükümet-leri, kendi tanımları uyarınca çıkarlarını hayata geçirmeye çalışacaktır.
Eleştiriye şaşırma lüksü yok
Ancak Ankara’nın kulu kölesi olma-malı veya ödemememiz gereken bedel- lerin altına girmemeliyiz. Türkiye’nin, davranışlarını eleştirdiğimiz zaman şaşırma lüksü de yok. Yıllar boyunca Türkleri el üstünde tuttuk ve Avrupa’da, AB üyeliğinden PKK’yı susturmaya kadar çeşitli meselelerde onların işini gördük; ve karşılığında fazla bir şey talep etmedik (bir talep iç reformlardı). İsrail ciddi bir hata yaptı ve sıkı bir soruşturmayı hak ediyor. Türkiye’nin meclisi de, hükümetin bütün bu olaydaki rolüyle ilgili ciddi
ve inandırıcı bir soruşturma yapmalı, fakat bunun olmasını beklemeyin.
Son olarak, Türkiye’nin demokrasiyle yönetilen bir ülke olduğunu unutmamalıyız. Hükümetler gelir ve gider.
Türkiye’de önümüzdeki yıl genel seçimler var. (ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi / Lehigh Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın Türkiye uzmanı, 17 Haziran 2010)
Morton Abramowıtz /
Henrı J. Barkey
Henrı J. Barkey
Radikal