“Politikacılar aile diyor ya, Türkiye’de anne, baba, çocuk ve yaşlılardan oluşan o konvansiyonel aile yok. Aile dönüşüyor, aile zaten hiçbir zaman steril bir ortam da olmadı. Bunun dışında Türkiye bütün bakımı bu konvansiyonel aile üzerinden vermeye çalışıyor. Tek başına yaşayan insanlar nasıl destek alacak? Çocuğunu yitirmiş yaşlılar ya da farklı yaşamayı seçmiş yaşlılar ne olacak? Topluma kör bir politika bu. Doğurganlığı arttırmakla da ilgisi yok, bebek sayısı artınca yoksul yaşlıların sayısı azalmayacak çünkü. Bir de mevcut yaşlıların yanında şu an esnek istihdamda çalışan gençleri, geçici, gezici işlerde, tarım sektöründe çalışmak zorunda bırakılan çocukların yaşlılığını düşünelim. Üstelik emeklilik de gittikçe yoksullaşmak demek Türkiye’de.”
Pınar Öğünç
Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olduğuna dair iddia, çok farklı kesimlerden, konumlardan insanlarla konuşsanız dahi karşınıza çıkabilir. Ezbere dayalı ama kimi zaman özellikle de manipülatif olarak kullanılan bu bilginin sorgusuz aktarılışı, sosyal politikalar ya da ekonomi politikaları belirlenirken esas alındığındaysa daha da derinleşecek toplumsal sorunlara işaret ediyor. Yaşlılık, yaşlı hakları akademik olarak da az çalışılan konulardan. Akdeniz Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Özgür Arun onlardan biri. Kendisi bu alanda izleme ve raporlama faaliyetlerinde bulunan Senex Yaşlanma Çalışmaları Derneği’nin de kurucularından. 2019’da kurulan dernek, yayınladıkları dergi ve kongre faaliyetleriyle bu alandaki akademik bilgi üretiminin artması ve bu bilginin kamusallaşması açısından önemli bir iş yapıyor.
Türkiye gerçekten genç bir nüfusa mı sahip? Bu toplum, sandığı gibi yaşlılarını seviyor ve sayıyor mu? Avrupa’nın 80-100 yılda yaşadığını Türkiye nasıl 15 yıla sığdırdı? Bu demografik gidişat nasıl bir geleceğin ipuçlarını veriyor? Özgür Arun’la bunları konuştuk.
En temel sorumuz şu: Türkiye inandığı ve övündüğü gibi genç bir nüfusa sahip mi?
Evet, insanlar genç ve dinamik bir nüfusa sahip olduğumuza inanıyor, bunun da ötesinde politika yapıcılar, hatta bazı bilim insanları bunu söylüyor. Gençliğe ilişkin bir kutsama, genç bir toplum olmanın her zaman avantajlı olduğuna dair bir inanış var. Türkiye genç bir toplum değil, hatta bugün Türkiye çok yaşlı bir toplum. Çeyrek yüzyıl önce yaşlılık üzerine çalışmaya başladığımda, Türkiye nüfusu yaşlanıyor, bir an önce altyapımızı oluşturmamız lazım, istihdam piyasalarını, hukuk sistemimizi düzenlememiz lazım, bilimsel çalışmaları bunu üzerine kurgulayıp buradan sosyal politikalar üretmemiz lazım, gibi telaşlı bir şekilde konuşuyordum. Bu dönemi geçtik, Türkiye dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden biri. Her toplumun bir kez yaşayacağı tipik bir demografik dönüşüm var; çocuk ve genç nüfus azalır, yaşlıların sayısı artar. Biz bilim insanları, araştırmacılar buna tanıklık ediyoruz, bunu kendi adıma bir şans olarak görüyorum.
Peki bu bir kez yaşanıyor ve neye evriliyor?
Sonrasını henüz bilmiyoruz. Demografik dönüşüm kuramları Avrupa’nın yaşlanma sürecinde ortaya atılan kuramlar. Yaşlı nüfusun iki katına çıkması için geçen süreye yaşlanma hızı diyoruz. Mesela Fransa bunu 115 yılda, İsveç 85 yılda, Almanya 80 yılda yaşadı. Yavaş yaşadıkları için bir dolu hazırlığı yapabildiler. Türkiye gibi toplumlar, mesela İran, Azerbaycan, Arjantin, Brezilya, Şili, sonra Endonezya, Güney Kore çok hızlı yaşlandığı için bunu yapamadı. Türkiye bu süreci 15 yılda yaşadı.
Yaşlanma hızını, hem de bu derece artıran ne?
İki ana faktör var. Biri doğum oranlarının, diğeri de ölüm oranlarının düşmesi. Bunların yanında üçüncü faktör de farklılaşan göç dinamikleri. İlk ikisiyle, üçüncüsünün toplumsal yapıya farklı etkileri var ve Türkiye her üçüyle birden, bazı bölgeler ilk ikisiyle, bazıları kırdan kente göç pratikleriyle yaşlandı. Bence burada sorun, bilim insanlarının, politika yapıcıların bunu bir risk olarak tanımlaması. Yaşlanma niye risk olsun? Dünyanın en varlıklı ülkeleri aynı zamanda en yaşlı ülkeleri olmazdı yoksa.
Ekonomik büyüme fetişi yüzünden istihdamdan düşmenin felaket olarak algılaması mı en baskın etken?
Türkiye’nin sorunu yaşlanma değil, yoksullaşarak yaşlanma. Biz istihdam piyasalarında üretimi gerçekleştiremediğimiz için yaşlanma kategorik olarak bir sorun şeklinde ele alınıyor. Toplum sözleşmesi küresel olarak şunun üzerine kuruludur: Ekonomik olarak aktif 15-64 yaş grubunda yedi insan çalışacak, onlar da bir kişiye bakım verecek. Türkiye’de bu denge uzun zamandır bozuk. Şu an ikiye bir durumda. Aktif nüfusumuzu üretime dahil edemediğimiz, gelir dağılımını düzeltemediğimiz için ülke sorunlar yaşıyor. Ne kadar çarpıcı ki bu sorunları da toplumun bir kesiminin sırtına, yaşlı insanlara yüklemeye çalışıyorlar.
Aktif nüfusu üretime dahil edemiyoruz dediniz ama aynı esnada kriz nedeniyle 65 yaş üstü çok insan çalışmaya dönmek zorunda kaldı, yıllarca evde bakım emeği vermiş kadınlar keza 70’lerinde ilk kez çalışıyor. Yaşlı yoksulluğunun yanı sıra, genç yoksulluğunda, özellikle genç kadın yoksulluğunda dünyanın ilk sıralarındayız. Söz ettiğiniz durum doğrudan ekonomi politikalarının sonucu değil mi? Farklı istihdam biçimleri ve artan kayıt dışılık bu ikiye bir oranının görünür olmasında ne kadar etkili?
Güzel soru çünkü yaşlanma çalıştığımı söylediğimde sadece yaşlılar hakkında çalışmalar yaptığımı düşünüyor insanlar. Yaşlanma çalışmak çocukluğu, gençliği, tüm yetişkinliği kapsar. Çocuk yoksulluğuyla da, gençlerin iş piyasalarındaki durumuyla da ilgileniyorum ve şunları da soruyorum: Mevsimlik gezici, geçici işlerde çalışan çocuklar yaşlandıklarında ne yapacak? Çalışmak zorunda bırakılan çocuk işçilere yaşlılıklarında ne olacak? Esnek istihdamda, parça başı çalışırken orta sınıf refahına sahip olsalar bile sosyal güvenlik yatırımı yapılmayan gençler yaşlandıklarında ne yapacak? Bugün yoksulluk nedeniyle yeterli beslenemeyen bebekleri nasıl bir yaşlılık bekliyor? Tek başına yaşayanlar ileriki yaşlarda ne yapacak? Hiçbirini bilmiyoruz, Türkiye’de bu konularda araştırma yok, politika yok. Birkaç bilim insanıyız bu alanda. Bu konulara temas etmekle çok haklısınız, evet istihdamın niteliği değişiyor. Eğitimli insanların göçü bir mesele. Kadınları istihdama dahil edemememiz bir mesele. Gelir dağılımındaki adaletsizliği düzeltemiyoruz. Resmi rakamlara göre bile çocuk yoksulluğu yüzde 27 düzeyinde, yaşlı yoksulluğu yüzde 17. Ayrışan ama çok çarpıcı iki tür yoksulluk bu.
Bu gidişata göre örneğin 2050’de nasıl bir ülke bekliyor bizi?
Bu şekilde ilerledikçe kuşaklar arası toplumsal çatışma yaygınlaşacak bana kalırsa. Demografi demokrasiyi belirleyecek. Farklı yaş gruplarından insanlar yaşlılar oy vermesin, diyebilecek. Yaş ayrımcılığı inanılmaz artacak. Bu korkunç bir çatışma. Ekonomiyi düzeltebilirsin, yoksulluğu törpüleyebilirsin ama kuşaklar arası çatışma derinleştiğinde onu telafi edecek aracımız yok.
Bir diğer efsane de bu toplumun yaşlılara değer verdiğine inanması. Bu çatışma öncesi dahi Türkiye yaşlılarını seven bir toplum değildi. Özellikle pandemi ve ekonomik kriz bunu belirgin kıldı. Sevgiden doğmayan zoraki bir bakım anlaşması var sanki kuşaklar arasında; yaşlılar birey olarak görülmüyor, çünkü onları öyle görenlerin de kendi yaşlılıklarına dair bir bilinci, zihni hazırlığı yok. Katılır mısınız buna?
Uzun zamandır sahada çalıştığım için yaşlılara yönelik şiddet, ihmal ve istismar vakalarını izliyorum. Bunları yetkili kurumlarla paylaştığımda Türkler yaşlılarını sever, senin karşılaştıkların münferittir, deniyordu. 2021’de Senex izleme çalışmasını başlattık, yaşlılara yönelik şiddeti ve hak ihlallerini izleyen, raporlayan bir çalışma bu. 2024’ün sadece dört ayının verilerini söyleyeyim. Toplam 655 hak ihlali yaşanmış ve bunların yüzde 55’i ölümle sonuçlanmış. Sadece kalp kırmaktan söz etmiyoruz, ölmüş insanlar. Bu rakamları görünce Türkiye yaşlısıyla savaşıyor diyorum ben. Yaşlı kadınlara yönelik şiddet korkunç düzeyde. Toplumsal cinsiyetin dışında en temel unsur ne biliyor musun, yoksul yaşlılar daha çok hak ihlaline uğruyor. Hak ihlalleri nedeniyle yaşamını yitiren yaşlıların tamamı yoksul. Yaş ayrımcılığına uğrayanların da çoğunluğunu yoksullar oluşturuyor. Politikacılar aile diyor ya, Türkiye’de anne, baba, çocuk ve yaşlılardan oluşan o konvansiyonel aile yok. Aile dönüşüyor, aile zaten hiçbir zaman steril bir ortam da olmadı. Yaşlılara yönelik bu ihlallerde faillerin büyük kısmının aile üyeleri, en yakınları olduğunu görüyoruz. Bunun dışında Türkiye bütün bakımı bu konvansiyonel aile üzerinden vermeye çalışıyor. Tek başına yaşayan insanlar nasıl destek alacak? Çocuğunu yitirmiş yaşlılar ya da farklı yaşamayı seçmiş yaşlılar ne olacak? Topluma kör bir politika bu. Doğurganlığı arttırmakla da ilgisi yok, bebek sayısı artınca yoksul yaşlıların sayısı azalmayacak çünkü. Bir de mevcut yaşlıların yanında şu an esnek istihdamda çalışan gençleri, geçici, gezici işlerde, tarım sektöründe çalışmak zorunda bırakılan çocukların yaşlılığını düşünelim. Üstelik emeklilik de gittikçe yoksullaşmak demek Türkiye’de.
Yaşlılara yönelik var olan hizmetler dahi hak temelli değilken, kısa vade için önerileriniz ne?
Türkiye’de hak temelli belediyecilik pek bilinmez, ihtiyaç temellidir hep zaten. Bir de işin şu yanı var. Merkezi politikaların yereldeki eşitsizlikleri gidermekte etkili olmayacağı anlaşıldı. Dünyada da son 20 yılda böyle bir eğilim var. 2005’te ve 2012’de yerel yönetimler yasasında büyük çaplı değişikliklerle Türkiye de bunu yapmaya çalıştı ama başaramadı. Bölünme travması atlatılamadığı için politik olarak müdahale ediliyor. İkincisi, yerele yetki devriyle çocuklar, kadınlar, engelliler, yaşlılar olarak dört toplumsal kesimde eşitsizliklerin giderilmesi öngörülüyordu. Yaşlılar için konuşursam, bu yetki devrinde sorun çıktı; kapasitesi, bütçesi olan yerel yönetimler hizmetlerin niteliğini arttırdı ancak zayıf yerel yönetimler beceremedi. Dolayısıyla ikinci sorun da hizmetlerin parçalanması ve yeni eşitsizlikler doğurması. O yüzden bölgesel eşitsizlikleri giderebilmek için yerel yönetimlerin mutlaka güçlendirilmesi gerekiyor. “Çocuk dostu”, “kadın dostu”, “engelli dostu” kentler falan değil, insan hakları temelli, kapsayıcı kentler oluşturmamız lazım.
Bunu en başta da konuşabilirdik, bugün kime yaşlı diyorsunuz?
Çok tartıştığımız mesele bu. Yaşlılık tarifi Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 65 yaşta, Birleşmiş Milletler 60’ta başlıyor. Türkiye’de bir yasada tarif edilmiş değil ama TÜİK yaşlılığı 65’ten başlatıyor. Bunlar genel geçer sınıflandırmalar. Kime yaşlı dendiği zamana, kültüre, alana göre değişir. İşçileri çalışıyorsanız, 50 yaş üzerindekilere yaşlı işçi deniyor. Yaşlı mahpusları çalışıyorum, travmatik geçmişten dolayı yaşlılık çalışmalarını 50 yaştan başlatıyoruz. Ama spor alanında çalışsam, dalına göre 32 yaşındaki bir sporcu da yaşlı olarak tanımlanabilir.