“Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir”.
George Orwell
“Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu”.
George Orwell
Siyasal İslam, dinin siyasi amaçlar için araçlaştırılması demeye geliyor. Başka türlü söylersek, siyasal iktidarın dinî esaslara göre dizayn edilmesidir. “Ilımlısıyla” “radikali” arasında kayda değer bir fark yoktur… İktidarın şiddet kullanarak mı yoksa verili siyaset koşullarında seçimle mi ele geçirileceğiyle ilgilidir…
Türkiye’de Siyasal İslamın ortaya çıkışı ve evrimi diğer Müslüman ülkelerden farklı bir rota izledi. Başlarda merkezî otorite dini yakın takibe aldı. Dinin göreli özerklik alanını daralttı. Dolayısıyla din bir ‘devlet dini’ olarak var oldu. Dini sadece Diyanet İşleri Başkanlığıyla denetim altına alıp manipüle etmedi. Tarikatları ve cemaatleri de yakın takibe aldı. Dinde hiçbir zaman bir reform söz konusu değildi. Cumhuriyet döneminde de din “kutsal devleti” kutsamanın bir aracı olmaya devam etti. Dinci kanadın itirazı yapılanlara değil yapanlaraydı… Hiçbir zaman hiçbir toplumsal soruna dair özgün/farklı öneri ortaya koyamadılar. Zaten öyle bir yetenekleri de kaygıları da yoktur… Dünyayı anlamaktan aciz oldukları için… Yüzleri ileriye, geleceğe değil, geriye, karanlığa dönüktür…
Başka ülkelerde de olduğu gibi, Türkiye’de de Siyasal İslam, yükselen seküler, devrimci-ilerici-sosyalist hareketin önünü kesmek amacıyla peydahlandı, sahneye sürüldü… Türkiye’de olsun, başka ülkelerde olsun, Siyasal İslam denilen emperyalizmin dahli yok sayılarak anlaşılamaz… 1910’lu yıllardan başlayarak, Arap Ortadoğu’sunda ve bir bütün olarak İslam Dünyasında anti-kolonyalist mücadele yükselmekteydi ve bu hareketler ikinci emperyalistler arası savaş sonrasında, özellikle de 1950’lili yıllarda etkin birer politik aktör haline geldiler. Her alanda önemli ilerlemeler kaydedildi. Bölgedeki emperyalist statüko sarsıldı. Zengin petrol rezervlerine sahip, aynı zamanda jeostratejik önemi çok büyük söz konusu bölgenin emperyalizmin korunmuş alanı olmaktan çıkma ihtimali büyümüştü…
‘Modern çağın’ başından beri kapitalist-kolonyalist-emperyalist Batı’nın zenginliği, şimdilerde Küresel Güney dedikleri dünyanın öteki büyük yarısının sömürüsü, yağma ve talanı sayesinde mümkün oldu… Sömürge halklarının doğal ve beşerî zenginliklerini kendi refah ve kalkınmaları için kullanmaları, emperyalist kampa akan kaynağın kesilmesi demeye gelecekti… Yeni bağımsızlığa kavuşan ülkelerde darbeler, suikastlar, çatışmalar, savaşlar çıkararak, karizmatik liderler etkisizleştirildi, dinci gericiliğin önü açıldı… Zira, kolonyalist-emperyalist Batı, Müslüman dünyasında seküler-laik rejimlerin ortaya çıkmasını kendisi için büyük bir risk olarak görüyordu. Uluscu-ilerici-sosyalist …rejimlerin önünün kesilmesi için gerici-karanlıkçı bir İslam versiyonu olan Vahabîlik sahneye sürüldü. Aslında söz konusu operasyon, tam bir ABD-Suudi ortak yapımıydı. Mısır’ın karizmatik lideri Cemal Abdül Nasır’ın başlattığı hareketi etkisizleştirmek, Mısır’ın Arap Dünyası ve bir bütün olarak İslam âlemi için bir çekim merkezi haline gelmesini engellemek için milyarlarca dolar harcandı. Suudi Vahabiliği ilerici hareketlerin ve akımların panzehiri işlevi gördü…
Başlarda İslamcı hareketleri destekleyip manipüle eden İngiltere idi. ‘Soğuk savaş’ döneminde nöbeti ABD devraldı. Türkiye ikinci emperyalistler arası savaş sonrasında “Küçük Amerika” olma tercihi yapınca dinci gericiliğin önü de açılıyordu… Esasen Türkiye’nin egemenleri sadece uyduruk resmî ideolojiye dayanarak yönetemeyeceklerini biliyorlardı… Dinci gericiliği imdada çağırmak zorundaydılar ve çağırdılar… Türkiye’deki rejim Anayasada yazıldığı gibi laik değildi. Yarı-laikti… Şimdilerde öteki yarısı da by-pass edilmekte… Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devasa bir kurumun devletin göbeğinde yer alması, devletin dine karışması demektir… Oysa laiklik siyasetin dinden radikal olarak ayrılmasını varsayar… Siz dine karışırsanız din de size karışırdı ve karıştı… İmam Hatip Okulları güya ‘aydın din adamı’ yetiştirmek için 1951 yılında açılmıştı… Kadın, İmam-Hatip olamadığına göre kızların da İmam Hatip Okullarına alınması amacın tevatür edilenden farklı olduğunun işaretidir…
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Amerikancı- NATO’cu darbelerle ilerici-sosyalist-laik hareket ezildi… Dinci gericiliğin önü sonuna kadar açıldı. 12 Eylül 1980 sonrasının resmî ideolojisi dinci-ırkçı Türk-İslam Sentezi denilendi…
Türkiye’de Siyasal İslam daha 1970’li ve 1990’lı yıllara koalisyon ortağıydı. 22 yıldır iktidar olan AKP, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi geleneğinden kopanların kurduğu bir parti ama Necmettin Erbakan milliyetçi-kalkınmacıydı. AKP neoliberalizmin timsali… Sömürü, yağma ve talanda hiçbir sınır tanımıyor… Devlet kurumlarını çökertti ama yeniyi de kuramadı. Kurması da mümkün değil… Artık rıza üretme, kitleleri aldatma-oyalama yeteneği aşındı… Kural yok, yasa yok, etik yok… Etik yoksa gerisi teferruattır… Zira etik sınır demektir. Potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır… Yağmalanmamış, talan edilmemiş hiçbir şey kalmadı…
Vakitlice dinci gericiliğin timsali AKP’nin dayattığı “İmam Hatip rejiminden” kurtulmak gerekiyor. Geç kalınırsa geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak… Sadece sömürü değil, doğa yağma ve talanı da insan havsalasını zorlayacak boyutlarda ki, bu yaşamın temelinin aşınması demektir… Artık vakitlice radikal bir paradigma değişikliğine ihtiyaç var… Radikal olmak demek, sorunları kökeninden ele almak demektir… Sadece AKP’den kurtulmak yeterli olmaz… Yönetenleri değil, sistemi değiştirmek gerekiyor. Zira, artık verili zemin üzerinde bir gelecek yok…
Sistemi değiştirmek de verili siyaset tarzının dışına çıkmakla mümkün… Ezilen-sömürülen-aşağılanan emekçi kitlelerin, sahaya inme vakti geldi… Ülkeyi içine sürüklendiği yıkım tablosundan çıkarmak, sosyal eşitliği esas alan, doğaya saygılı eko-sosyalist bir alternatifi ete kemiğe büründürmeye bağlı… Artık başka şey yapmanın, bunun için de başka türlü düşünmenin, yeni bir yola girmenin vazgeçilmez olduğu zaman gelip çattı… Bize dayatılan sefaletten, kepazelikten, aşağılanmadan kurtulmak insan iradesini aşan bir şey değil… Başka şeyi, başka türlü yapmaya da bir engel yok…
Fikret BAŞKAYA