Yerinde yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan raporda, bölgedeki HES projelerinin kamu denetiminde olmadığı belirtildi. Raporda, Türkiye’nin orta vadede bir HES çöplüğüne dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu vurgulandı.
TMMOB’a bağlı Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yönetim Kurulu, “Doğu Karadeniz Bölgesi HES Teknik Gezisi Raporu”nu açıkladı.
EMO Genel Merkezi’nde düzenlenen toplantıya, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yeşil, EMO Yönetim Kurulu üyeleri Erdal Apaçık, Mehmet Turgut ve Mehmet Bozkırlıoğlu ile Doğu Karadeniz HES Teknik Gezisi Komisyonu üyeleri Elektrik Mühendisi Hamza Koç ve Meteoroloji Mühendisi İsmail Küçük katıldı.
EMO Yönetim Kurulu Yazmanı Erdal Apaçık, EMO’nun HES’lerle ilgili artan tepkiler ve HES yapım süreçlerindeki olumsuzlukları yerinde görmek üzere Doğu Karadeniz yöresine teknik gezi gerçekleştirdiğini belirtti. Apaçık, Trabzon, Rize ve Artvin illerindeki inşaat aşamasında veya yapımı tamamlanmış HES’lere ilişkin hazırladıkları raporun sunumunu yaptı.
243 YENİ HES
EMO’nun yıllardır hidrolik potansiyelinin değerlendirilmesinin önemine vurgu yaptığını söyleyen Apaçık, “Ancak, hidrolik potansiyelimizin değerlendirilmesinde toplum yararı gözetilmeksizin, derelerimiz piyasacı bir anlayışla özel sektöre devredilmiştir. Hidroelektrik santraller bilimsel ölçütlerle, havza planlaması temelinde, yerel halkın onayı alınarak projelendirilmek yerine; ciddi çevre tahribatları yaratılarak, her türlü denetimden uzak, tamamen şirket karlılığı temelinde yapılmaktadır” dedi.
Türkiye’nin dört bir yanında HES faaliyetlerinin sürdüğünü kaydeden Apaçık, süreç hakkında şu bilgileri verdi: “2000’e yaklaşan sayıda HES projesi bulunmaktadır. Bu projeler topoğrafik yapısının dik ve su potansiyelinin fazla olduğu Doğu Karadeniz’de yoğunlaşmıştır. Geziyi yaptığımız tarihlerde, su kullanım hakkı anlaşması çerçevesinde, Trabzon’da 135, Rize’de 84 ve Artvin’de 24 adet HES yapımı planlanmıştır.”
‘SU TAŞKINLARINA NEDEN OLACAK’
Teknik olarak HES yapımı hakkında da bilgi sunan Apaçık, raporda yer alan tespitleri aktardı. Üretime geçmiş olan tesislerin etraflarında kısmi imalatların devam ettiğini belirten Apaçık, “Bazı tesislerin, özellikle doğal doku ile uyumlu olmayan yapılar imal ettikleri, özellikle ‘balık geçitlerinin’ sadece yasak savma amacıyla yapıldığı, can suyu kontrolü için yapılan ölçüm tesislerinin yeterli olmadığı, bunların işletmelerinde sorunlar yaşanacağı, bazı tesislerin bırakması gereken can suyunu hiç bırakmadıkları ya da belirlenen değerin altında bıraktıkları, İmalatların yapılması sırasında özellikle malzemelerin dökülmesinde bir kural gözetilmediği, dökümlerin rastgele yapıldığı, bazı firmaların daha fazla düşü sağlama adına üretim tesislerini taşkın yatağının içerisine yerleştirdikleri, yapıların yakın çevresinde yapılan düzenlemelerde özellikle geçiş yolları sağlanması amacıyla dere yataklarının tamamen ya da kısmen kapatıldığı, bazı tesislerin ek düzenlemelerinin, mühendislik kuralları yok sayılarak yapıldığı” yönünde tespitlerde bulunduklarını aktardı. Apaçık, özellikle dere yatakları için yapılan müdahalelerin su taşkınlarının oluşmasına neden olabileceği yönünde uyarıda bulundu.
‘GÜVENLİK KONUSUNDA HİÇBİR KURALA UYULMUYOR’
İnşaat halinde olan tesislerde ise bazı inşaatların mahkeme kararları ya da diğer nedenlerden dolayı tamamen durduğunu gözlemlediklerini aktaran Apaçık, imalatta açığa çıkan hafriyatların hiçbir kural gözetilmeden gelişi güzel döküldüğü, bu nedenle bitki örtüsü ve özellikle de ağaçların büyük oranda zarara gördüğünü söyledi. Bazı tesislerin imalatı sırasında jeolojik yapının uygun olmaması ya da jeolojik yapıya uygun imalat yapılmamasından dolayı tesis binalarının heyelan altında kaldığını kaydeden Apaçık, işçi güvenliğine ilişkin önlemlerin çok yetersiz olduğuna dikkat çekti. Apaçık, ayrıca çevre köylerin ulaşım yollarının güvenliği konusunda hiçbir kurala uyulmadığını yerinde gözlemlediklerini kaydetti.
Üretim tesisleri için hazırlanan fizibilite raporlarının yöre koşulları yeterince incelenmeden hazırlandığına dikkat çeken Apaçık, bölgede planlanan üretim tesislerinin, enerji ihtayacının çok üzerinde olduğunu kaydetti.
Bölgede bulunan enerji dağıtım hatlarının yetersiz olduğuna dikkat çeken Apaçık, tüketim amaçlı planlandığını ve tesis edildiğini vurguladı. Bu nedenle üretilen enerjinin mevcut dağıtım hatları üzerinden şebekeye aktarılmasında sonurlar yaşandığını kaydeden Apaçık, “Ayrıca hatların çok uzun olması hat kayıplarının artmasını da beraberinde getirmektedir ki bu durum HES’lerin verimliliğini daha da düşürmektedir” diye konuştu.
‘YA KAMULAŞTIRMA YA TAHRİBAT’
Dağıtım şebekeleri açısından belirtilen tüm olumsuzlukların iletim şebekeleri açısından da geçerli olduğunu kaydeden EMO Yönetim Kurulu Yazmanı Erdal Apaçık, bölgede nakil haklarının dışında trafo merkezlerininde yetersiz olduğunu açıkladı. Genel bölge arazi yapısından dolayı çok fazla TM yapılabilecek alan bulunmadığı için ya bölge halkının kullandığı sınırlı miktarda arazinin kamulaştırıldığını ya da orman arazisinin tahrip edlidğini açıkladı.
‘TÜRKİYE ORTA VADEDE HES ÇÖPLÜĞÜ OLACAK’
Dünyada Türbin-Generatör grubu ve bunların diğer donanımlarının imalatını yapan teknolojiyi elinde bulunduran çok sayıda ülke bulunmasına rağmen Türkiye’deki yatırımcıların Çin ve eski Doğu Avrupa ülkelerinin ürünlerini tercih ettiklerini kaydeden Apaçık, Batı Avrupa, Amerika, Kanada, Brezilya, Japonya ve Hindistan ürünlerinin çok sınırlı derecede kullanıldığını belirtti. Genelde kullanılan ürünlerin kalitesi belirsiz, tamamen ucuzluk ve kısa temin süresi nedeniyle tercih edilmiş ürünler olduğunu söyleyen Apaçık, ürün kalitesi ve uygunluğunu kontrol eden herhangi bir mekanizma kurulmadığından, bu konudaki tek belirleyicinin yatırımcı olduğunu ifade etti. Apaçık, bu durum nedeniyle Türkiye’nin orta vadede bir HES çöplüğü olmasının kaçınılmaz olduğunu dikkat çekti.
‘KALİTE, İŞ VE İŞLETME GÜVENLİĞİ YOK’
Raporda dikkat çeken bir diğer konu ise HES şirketlerinde esnek çalışma ve taşeronlaşma. Artan yatırım maliyetlerinin düşürülmesi ya da geri alınabilmesi için farklı koşullarda yatırım ve işletme yapıldığını kaydeden Apaçık şöyle devam etti: “Bunun sonucu olarak da kalite, iş ve işletme güvenliğini ortadan kaldıran bir anlayışla çalışmaktadırlar. Ayrıca, gerek yatırım gerekse işletme sırasında uyması gereken asgari koşullara uymamakta ve maksimum fayda sağlayıp, yatırımın bir an önce geri dönüşünü sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu alan da denetimsiz olup gerekli kurallar dahi henüz konulmamıştır.”
‘İŞÇİ HAKLARI ‘MAKSİMUM FAYDA’YA FEDA EDİLİYOR’
Taşeronlaşmanın yapım aşamasında olduğu gibi işletme aşamasında da devam ettiğini vurgulayan Apaçık, yatırımcı firmaların işletmeleri taşeronlaştırarak sorumluluktan kurtulduklarını, taşeronun az sayıda elemanla birkaç santral çalıştırarak işletme maliyetini en aza indirdiği ifade etti.
Apaçık, “Teknik gereklilikler ve işçi hakları ‘maksimum fayda’ya feda edilmektedir. Şöyle ki; normalde 3 vardiya en fazla 8 saat çalışması gereken teknik eleman çoğu zaman 12-24 saat aralığında çalıştırılmakta; fazla mesai, hafta sonu izni vb. hakları verilmemektedir” diye konuştu.
Apaçık yerinde yaptıkları incelemeler sırasında temaslarda bulundukları bölge halkının tepkilerini de aktardı.
‘TAM BİR DENETİMSİZLİK HAKİM’
Apaçık, HES’lerin denetimi konusunda yaşanan sorunlara ilişkin şunları aktardı: “Proje hazırlanırken normlara uygun olmayan mühendislik çalışmalarının yapıldığı, birçok HES için gerekli ölçümlerin olmadığı, projelerin sanal değerler ile yapıldığı bilinmektedir. Bu durum ekonomik ve ekolojik sorunlar ile taşkın gibi ileride telafi edilemeyecek zararların oluşmasına neden olmaktadır. İlgili kamu kurumları bilimsel ölçeğe göre proje denetimi yapmak yerine, firmaların isteklerini onaylayan ya da müdahil olmayan bir tutumu sürdürmektedir. Bunun sonucu olarak da; mühendislik normlarına uymayan denetimsiz projelerde, ya yapıya yönelik öncekinden daha fazla yatırım yapılarak iyileştirmeler söz konusu olmakta, ya da tesisin kabulü firmanın sorumluluğuna bırakılarak işlemleri yapılmakta ve tesis işletmeye açılmaktadır. Bu durum her açıdan kamusal zarara yol açmaktadır.”
Denetimin, proje aşamasının başından itibaren yerinde ve saha koşullarında gerçekleştirilmesinin zorunluluk olduğunu kaydeden Apaçık, ancak HES yapıları için proje aşamasından inşaat aşamasına kadar tam bir denetimsizliğin hakim olduğuna dikkat çekti. Denetimin, kamusal kaynakları koruma, bilim ve mühendislik gereklerini yerine getirme noktasında, toplum yararı öncelikli olarak yapılması gerektiğini kaydeden Apaçık, “Ancak, enerji sektörü piyasalaştırılırken denetim de piyasa mantığı içinde özel şirketlere devredilmektedir” dedi.
‘KAMUSAL ÇIKARLAR İÇİN MERKEZİ PLANLAMA’
Erdal Apaçık, EMO’nun “Elektrik enerjisi doğal bir tekeldir. Bölgede üretim, iletim, dağıtım ve tüketim birlikte ele alınarak kamusal çıkarları gözeten merkezi bir planlama yapılmalı, bu planlamaya yöre halkının katılımı ve katkısı sağlanmalıdır” saptamasını yineledi. Apaçık, yöre halkının köy derneklerinden başlayıp, çeşitli platformlar oluşturarak HES’lere karşı örgütlendiğini söyleyerek konuşmasını noktaladı.
‘EN AZ 10 BİN HES DAHA YAPILACAK’
Meteoroloji Mühendisi İsmail Küçük ise, bin 215 santralın tamamının 4 bin 628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu sonrasında özel sektör tarafından geliştirildiğini, bunların kurulu güçlerinin 5 bin 300 megavat olacağını belirterek, “Bu tesisler havadan konar gibi geldi. Paraşütle işgal ordusu gibi atlamış oldukları için hepsine yetişmek zor oldu. Yeni yayımlanan lisanssız elektrik üretimine ilişkin yönetmelikle birlikte en az 10 bin HES daha planlanacak ve hiçbiri üretime de katkı vermeyecektir” diye konuştu.
‘ELEKTRİK YÜZDE 10’UNU DAHİ KARŞILAMIYOR’
Toplantıda konuşan TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yeşil, planlanan HES’lerin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu dahi karşılayamayacak nitelikte olduğunu kaydetti.
Yeşil, yöre halkı isteyip istememesinin ötesinde enerjinin arz-talep dengesi açısından da sorgulanması gerektiğine dikkat çekti. Yeşil, enerji verimliliğine yönelik önlemlerin tamamen alınması durumunda elektrik tüketiminin yüzde 20’si düzeyinde bir tasarruf sağlanabileceğini, yani aynı üretim ve yaşam standardı için yüzde 20 daha az enerji tüketileceğini kaydetti.
EMO’nun ısrarla HES yapılmasını istediğini, ancak gelinen noktada su kullanım hakkını alan ve satan bir yapı kurulduğunu kaydeden Yeşil, bunun hidrolik potansiyelin değerlendirilmesi değil, suyun ticarileşmesi anlamına geldiğini, “İster santral yapılsın, ister yapılmasın, bu suyun kullanım hakkının satışıyla, onu köylüye satacaklardır” diye konuştu.
Etha