İslamiyet’in son semavi din olmasından ve birçok inananı bulunmasından mütevellit, tarihi boyunca birçok haksızlığa ve iftiraya uğramıştır. İnsanların Kuran’ı okumaması Kur’an yerine konulmuş olan birtakım öğretileri dinin öğelerinden sayması birtakım yanlış anlaşılmalar ve dejenerasyona neden olmuştur. Bunlardan nemalanmak isteyen bir kısım grupta kendini ateist olarak gören gruptur.
Bunlardan bugün Turan Dursun’a değinip onun düşüncelerine köşe yazısı limitlerince bir reddiye yazacağız. Öncelikle kısaca bahsedersek Turan Dursun; 1934 yılında Şarkışla Sivas’ da dünyaya gelmiştir. Yazar, düşünür, eski imam ve müftüdür. Turan Dursun, Monoteistik dinler tarihi eğitimi görmüş ateist olmadan önce müftü olarak çalışmıştır. Sonradan yapmış olduğu araştırmalarda İslamiyet’i ve peygamberi Hz. Muhammed’i ağrı bir şekilde eleştirmiştir. Yazar Turan Dursun bu eleştirileri sebebiyle 4 Eylül 1990 yılında evinin önünde uğradığı suikast sonucunda hayatını kaybetmiştir. Turan Dursun’un kitaplarında özellikle ‘’Din Bu’’ serilerindeki yazdıklarını eleştirmeden önce değinilmesi gereken şey dinimizde herkesin görüşlerini söylemede özgür olduğu, kimseye bu görüşleri söyleyen kişi veya kişilerin bir zorlama baskı veya şiddetle görüşlerini benimsetmediği sürece insanlara saygı duyulmasa bile onlara karışılmaması gerektiğidir. Bakara 256 da denildiği gibi ‘’Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah’a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir.’’ Bu yüzden Turan Dursun’un öldürülmesinin çok yanlış bir olay olduğunu söylemek isterim. Kitaplarla yapılan eleştiriye yanıt yine bir kitapla olmalıdır.
Öncelikle nasıl ateist olduğuyla ilgili bir röportajda ‘’Bende inanç devrimi neden oldu? Ya da neden inançsızlık oluştu? Onu belirteyim: Doğru bilime yönelmiştim. Çok büyük kütüphanelere gittim. O zaman ben İslam’ın kökenini gördüm, okudum. Söylencelerden de okudum. Bir gün “Sümer Efsanesi” ile karşılaştım. Sümerler’ de bir tufan efsanesi. Baktım, Tevrat’ta da var, Kur’an’da da var. Bu bir efsane, nasıl olur da Tevrat’ta, Kur’an’da olabilir? Milattan önce 3000 yılında kaleme alındığı sanılıyor. İslam’dan, hatta Kur’an’dan çok önce. Peki, bunlarda olan, kutsal kitaplarda ne arıyor? Sonra, Hammurabi Yasaları’ nın kimi maddeleri Tevrat’a aynen geçmiş, ondan sonra Kur’an’a da yansımış, yani sarsılmalar benim öyle başladı.’’
Bunla ilgili cevap olarak Sümerlerde yazılanların Tevrat, İncil veya Kur’an da yazılanlarla benzer olmasının nedeninin onlara da bir peygamber yollanmış olması olduğunu Nahl 36 da ‘’Yemin olsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: “Allah’a kulluk/ibadet edin, tâğuttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi, yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.’’ Ayetiyle anlıyoruz. Daha detaylı bilgi için ‘’Sümerler ve İbrani Dinler’’ adlı köşe yazımı okuyabilirsiniz.
Yazarın ‘’Din Bu’’ kitaplarındaki bazı yazılara göz atarsak, Kur’an dışı birçok kaynağı İslam Dini olarak sayıp inandığını görmekteyiz. Örneğin ‘Tanrının tahtı sarayı 8 dağ keçisinin sırtında’ başlıklı yazısında Dursun; “Muhammed, açıklamasında bunlar için “8 DAĞ KEÇİSİ” diyor. Ve bu açıklamaya göre, bu “8 dağ keçisi”, bugün de “ARŞI SIRTLARINDA TAŞIYORLAR”. Hadisin özeti; Dünya ile birinci gök katı arasındaki uzaklık: 71-73 yıllık. Muhammed’in bir açıklamasına göre ise, uzaklık 700 yıllık. Her iki gök katı arasında da bu kadar bir uzaklık var. Hepsinin üstünde de bir deniz. Derinliği iki gök katı arası kadar. Bunların üstünde de 8 DAĞ KEÇİSİ var. Her birinin çatal tırnaklarıyla omuzlan arasındaki uzaklık, iki gök katı arasındaki uzaklık kadar. (Bir hadise göreyse uzaklık; 700 yıllık. Bkz. Ebu Davud, hadis no. 4727.) ARŞ, bunların sırtlarındadır. Tanrıysa işte bunun (ARŞ) üstündedir…” diye bahsetmiştir.
Öncelikle bu ifadelerle Kuran’dan alıntı yaptığı ‘’arş’’ ayetlerini sözde Peygamberden asırlar sonra yazılmış olan bu hadislerle çürütmeye çalışmış olması trajikomik bir olaydır. Yine ‘’Tanrının Biçimi ve boyutu’’ başlıklı yazısında Şura 11 deki ‘’O’nun benzeri gibi bir şey yoktur.’’ Ayetini örnek göstererek ona reddiye olarak Dursun; “Muhammed açıklıyor: “Tanrı Âdem’i KENDİ SURETİNDE (kendi biçiminde) yarattı. O sırada Âdem, 60 ‘zira’dır (bir ‘zira’ = dirsekten ortaparmak ucuna kadar 75 cm, 90 cm arası. 60 zira; 45 m, 54 m arasında değişiyor). “Kendi suretinde…”, yani “Tanrı’nın suretinde…” Bir hadiste de Âdem’in “Rahman’ın (‘Rahman’ Tanrı’nın bir adıdır) suretinde yaratıldığı” açıklanır. Bir insanın bu insan Âdem de olsa- 45-50 metre boyunda olamayacağı açık. Yani gerçek anlamıyla bilimin hiçbir dalı bunu kabul etmez. Kur’an’ı, hadisleri, kısacası dini bilimle bağdaştırma çabaları da boşuna bir çabadır…” cümlelerini kullanan Dursun, yine hadissel kaynaklara körü körüne inanıp Adem’in boyunun 50 metre olduğunu sanki eminmiş gibi saymakta ve aklı sıra bu yazıları Kur’an gibi görüp Kur’an tutarsız deyip kendini haklı çıkarma çabası cidden komik ve üzücüdür. Yine bu tezini Kur’an’da Yahudilerce içeriğinin eğilip büküldüğü anlatılan Tevrat’ın yine anlamı değişmiş ayetlerinden biri olan Tekvin Bap da geçen’’ Tanrı Ademi kendi biçiminde yarattı’’ sözünü de Kur’an’la bir tutarak sanki şüphesiz dünyadaki örneği değişmemiş bir ‘’İlahi Kelam‘’ dan örnek vermiş edasıyla kendini haklı çıkarma çabası oldukça gariptir.
Yine ‘’Görüş değiştiren Tanrı’’ adlı yazısında Dursun; “Enfâl Suresi’nin 65. ayetinde “Ey Peygamber! înanırlan, öldürüşmeye (savaşa) kışkırt!” dendikten sonra şöyle deniyor: “Sizin sabırlı 20 kişiniz, onlardan 200 kişiyi yener. Sizin 100 kişiniz, kâfirlerden 1 000 kişiyi yener. Çünkü onlar, anlamayan (geri zekâlı) bir topluluktur “Tanrı” burada, inanırların, kendilerinden sayıca “10 kat” daha çok olan inanmazları yenecek güçte olduklarını açıkça bildiriyor. Ama daha sonra görüş değiştirmiştir. Bakın ne diyor: “Şimdi, Tanrı sizden (yükü) hafifletti. Bildi-anladı (alimellahu) ki, sizde bir güçsüzlük vardır. Sizin sabırlı 100 kişiniz, onlardan (yalnızca) 200 kişiyi yener. Sizin 1000 kişiniz, Tanrı’nın izniyle, onların 2000 kişisini yener. Tanrı, sabredenlerle birliktedir.” (Enfâl Suresi, 66. ayet.)… Burada Enfal 65 de ilk olarak sabırlı müminlerin ve en güçlü anlarında müminlere ilk başta 1’e 10 olarak yardım ediliyor. Ancak bir sonraki ayette anlatıldığı gibi ileride zafiyat gösterilmiş ve müminlerde sabırda güçsüzlük oluşmuştur. Bu nedenle karşıdaki inkarcılar iki katı bile olsa sayı azlığının müminleri ümitsizliğe düşürmemesi gerektirdiğini anlatılıyor. Bu durumun bir örnekle açıklaması da Bakara 249. Ayette ‘’Tâlût, askerleriyle yola çıkınca dedi ki: ” Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. O halde, ondan içen benden değildir. Ama onu tatmayan bendendir. Eliyle bir avuç alan kişi başka.” Bunun ardından, pek azı müstesna olmak üzere ondan içtiler. Nihayet o ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçtiklerinde şöyle dediler: “Bugün bizim Câlût’a ve ordusuna karşı hiçbir gücümüz yoktur.” Allah’a kavuşacaklarını düşünenler ise şöyle konuştular: “Sayıca az nice topluluk vardır ki, sayıca çok nice topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” Buradan da anlaşılacağı gibi kalabalık gruplar her zaman galip gelmeye yeterli değildir. Nicelik değil nitelik önemlidir.
Yine ‘’Kur’an’da ki Tanrı’nın insanları ayırma politikası’’ yazısında Dursun; “Kur’an’da birçok ayette, Tanrı’nın, “dilediği kimselerin rızkını BOL, dilediği kimselerin nzkımysa DAR yaptığı” anlatılır. (Örneğin, bkz. Ra’d Suresi, 26. ayet; İsrâ Suresi, 30. ayet; Kasas Suresi, 82. ayet; Ankebût Suresi, 62. ayet; Rûm Suresi, 37. ayet; Sebe’ Suresi, 36. ayet; Zümer Suresi, 52. ayet. İnsanların kimini neden İŞÇİ, kimini neden PATRON, işveren yaptığını, bu alandaki politikasını da anlatır Kur’an’da Diyanet’in resmî çevirisinden:”Ey Muhammedi Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında BİZ TAKSİM ETTİK. Birbirlerine İŞ GÖRDÜRMELERİ İÇİN KİMİNİ KİMİNE DERECELERLE ÜSTÜN KİLDİK. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.” (Zuhruf Suresi, 32. ayet.) Bu ayette açıkça şunlar anlatılıyor: İnsanlara mal varlıklarını veren TANRI’dır. Malı mülkü, geçimlikleri Tann paylaştırmıştır insanlar arasında. Mal varlıklarıyla, zenginliklerle Tanrı insanların kimini kimine üstün yapmıştır.Tanrı’nm böyle yapmasının nedeni de, insanları çalıştırmak. İnsanların kimi zengin, kimi yoksul olmasaydı, kimi insan kimi insanı çalıştıramazdı, kimi insan İŞÇİ, kimi insan da İŞVEREN olmaz ve dünyanın düzeni bozulurdu…”
Burada Dursun aslında mantığı çok basit olan bir durumu anlamıyor yada anlamamazlıktan geliyor. İnsanların birbirinden maddi anlamda farklı durumlarda olmasının sebebi, zengin insanların paralarının onlara ait olmadığı, onların serveti o anki kullanma hakkının kendilerinde olduğunu paralarını fakirlere verilip eşitlenmesi gerektiğini zenginlerinde imtihanının o olacağını anlatır.Birçok ayette de bunlara teşvik bulunmaktadır. Örneğin kenz ayetlerinden Tevbe 34 de’’ Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıka basa yerler ve Allah’ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap muştula!’’ denilmiştir.
Yine Kur’an’dan olmayan bir çok eleştiri vardır. Örneğin; ’’Tanrının sarayında namaz indirimleri’’ yazısında Dursun; “Efendi Tanrı (Rab) görüşmek üzere Muhammed’i makamına, sarayına (ARŞ) çağırmıştır. Bunun için de önce bir hazırlık yaptırtmıştır: Meleğe, onun göğsünü, şurasından ta şurasına değin yardırmış, kalbini çıkarttırmış, zemzem suyuyla yıkattırmış, iman dolu altın bir tasla bu kalbe İMAN doldurtmuş, sonra kalbi yerine koydurtup göğsü kapattırmıştır. Burada sorulabilir: Muhammed’in kalbi, daha önce – Temiz değil miydi? – İmanlı değil miydi? Bu ve benzeri sorular üzerinde durmak, konuyu dağıtabilir. En iyisi, hadisten konuyu izlemek: Efendi Tanrı (Rab), sonra, Muhammed’in gezisi için bir binit gönderir (cennetten). “BURAK” adı verilen, katırla eşek arası ak bir binit. Geziyi başlatm Muhammed, önce bu binitle, geceleyin, Mekke’den Kudüs’e; sonra aynı gece, “mi’rac (merdiven)” denen, göğe dayalı bir MERDİVEN’le, Cebrail’in eşliğinde göğe vanp ulaşır. Birinci kat gök. Kapısı KAPICI-BEKÇÎ MELEK, Cebrail’in kapıyı çalıp bu kapıcı melekle konuşması: – Kim o? – Ben Cebrail. – Yanındaki kim? – Muhammedi – Göğe çıkmak için ona çağrı oldu mu?- Evet. Her gök katında bu konuşmalar olur. Sonra kapıcı-bekçi melek, Muhammed’e “merhaba, hoş geldin” diyerek kapıyı açar. Cebrail’le Muhammed içeri girerler. Peygamberlerin makamları da gök katlarında. Cebrail, Muhammed’le bu peygamberleri tanıştırır. îlkin, birinci katta, Adem’le olur tanışma. Sonra ikinci kat. Üçüncü, dördüncü, beşinci… derken yedinci kat. Gök katları tamamdır. Ama daha yukarıya da gezi sürecektir. Sonra Cebrail’in kendisi alır taşıma işini. (Kanadıyla) alıp götürür Muhammed’i. Yükseldikçe yükselirler. Öyle bir yere gelirler ki, gıcırtı işitirler. Burada “Farz” olarak bildirilen “namaz”, tam “elli vakittir. Muhammed, buyruğu alıp döner, gök katlarına. 7. KAT’a, sonra 6. KAT’a iner. Mûsâ’ya uğrar.”Elli Vakit Namaz Çoktur, Git indirim Yaptırt! Mûsâ’yla konuşurlar: – Tanrı senin ümmetine ne farz etti?- Elli vakit namaz. Her gün için.- Buna, ümmetinin gücü yetmez. Efendi Tanrı’na (Rabbine) dön de İNDİRİM yaptırt! Muhammed, günlük namaz vakitlerinde indirim yaptırtmak için Efendi Tanrı’sına döner “Namaz İndirimi İçin Muhammed’in 6. Gök Katıyla Saray Arasındaki Gidiş Gelişleri” Muhammed, Tanrı’ya vardığında bir indirim yaptırtır. Ne var ki, dönüp Mûsâ’nın yanına geldiğinde, Mûsâ yine çok bulur namaz vakitlerini. İndirim yaptırtması için Muhammed’i bir daha gönderir. Muhammed gider, bir indirim daha yaptırır döner; Mûsâ bunun da çok olduğunu, yine çıkıp indirim yaptırtması gerektiğini söyler. Muhammed yine gider, yine indirim yaptırır. Ve böylece birkaç gidip geliş sonucunda, günlük namaz vakti sayısı 5’e iner…’’
Burada söylenilen şeyler zaten Kur’an’a aykırı olup yine Dursun bunların tartışmasız bir ilahi kelam gibi olduğunu varsayarak bu hikayeleri doğru saymıştır. Halbuki bu miraç hadisi Zerdüşt’ün Ardavirafnamesinden alınmadır. Ardavirafname de Bölüm 4 den itibaren Zerdüşt’ün başına gelen olaylar Hz Muhammed‘ e göre kurgulanmış olup Dursun bu durumu es geçmiştir.
Özetle Din Bu kitaplarındaki her konu başlığıyla ilgili bir reddiye yazılabilir ancak o başka bir formatın konusu olur. Buradan çıkarılan özet Turan Dursun ‘un Kur’an’la aynı geçerliliğe sahip sanıyor diye saydığı uydurma hadislerden, Tevrat, İncil’den ve Sümerler’den olmak üzere pek çok insanlarca tahrif edilmiş yazılardan örnekler vererek Kur’an’ı mantıksızlaştırmaya çalışmış ancak bunda başarılı olamamıştır. Kur’an’da verdiği örnekleri ise Kur’an’daki anlam bütünlüğüne aykırı olarak yanlış anlamlar vererek değerlendirmiştir. Kimlerle ne sorun yaşadığı bilinmez ancak gerçek dini tarafsızca anlamadan, o dini temsil ettiğine inandığı insanlara duyulan öfkenin dinden çıkarılmaya çalışılması yanlıştır.
…devam edecek