Ortadoğu’da yine bir uğursuz siyaset yoluna girildi. Gerçi Trump yönetiminin ne zaman ne yapacağı pek belli değil, ama son Ortadoğu gezisi ile İran’a karşı, ABD’nin başta Suudi Arabistan olmak üzere Sünni müttefikler ile tekrar yakınlaşması teyid edildi. Aslında, bu çok da şaşırtıcı bir gelişme değil, Obama’nın İran ile yaptığı anlaşmaya ve Suudi Arabistan’a mesafe siyasetine karşı çıkanların döşediği bir yoldu. Suudi Arabistan ve İsrail’in ‘ortak düşman’ı İran’a karşı el altından işbirliği uzun süredir gündemde idi, bu iki ülkeye ‘düşman kardeşler’ denilir olmuştu. Trump’ın rakibi, Hillary Clinton da bu zeminde arayışlar içinde idi, yani Demokratlar seçimi kazansa da Obama siyaseti yeniden gözden geçirilecekti.
Tabii Trump, işe çok bodoslama daldı, Suudlardan alınan silah siparişi üzerine aşırı sevinç gösterisi, kılıç dansı falan, her şey fazla ayan beyan hale geldi. Yok, “aslında her şey İsrail’in güvenliği için” demeyeceğim, ondan ibaret değil, ama Trump’ın damadı ve danışmanı sağ siyonist Kushner’in başını çektiği proje, Suud ve Körfez ülkelerinin İran karşıtlığını, onları İsrail ile yakınlaşmaya ciro etmek. Bu tabii tek taraflı bir proje değil, tam tersine başta Suudlar olmak üzere Körfez ülkeleri, ABD’yi yanlarına çekmek için az uğraşmadılar. Onlar için asıl tehlike İran, taa 2008’de Ürdün kralı II. Abdullah bu tehdidin adını “Şii hilali” olarak tanımlamıştı, Müslüman Kardeşler’in başvaizlerinden Kardawi, İslam dünyasında baş tehdidin “Şiilik” olduğunu ilan etmişti. Asıl meselenin bölgede güç savaşı olduğu gerçeğini gizlemenin en iyi yolu işi mezhep meselesine döndürmek idi, nitekim yıllardır bu taktik kullanılıyor.
Şimdilerde ne olduğu konusuna dönersek, ABD bir kez daha, ‘köktendinci’liğin kalesi, radikal İslamcı hareketlerin hamisi Suudi Arabistan ve benzerleri ile yeni bir denemeye girişiyor. Sevinçten kılıç dansı yapan sadece Trump değil, ABD siyasetinin rotasının tekrar kendilerine döndüğü düşünen rejimler göbek atıyor. Ama işler bu yolda giderse ödeyecekleri fatura sadece sipariş ettikleri silahların bedeli değil, çok ama çok daha fazla olacak. DAEŞ diye özetlenen radikal İslamcılık ile mücadeleye daha fazla katılmaları bekleniyor, zaten işbirliği içinde oldukları Sisi gibi bir darbeci ile ışıklı küreye el basmalarının bedeli de olacak. Dahası, İsrail ile el altından işbirliğini su yüzüne çıkarmamak için ellerinden geleni yapacaklar, ama o da kimsenin işine yaramayacak. Zaten yıllardır yaptıkları bu, şimdi daha fazlası gerekiyor, o da işleri çok karıştıracak. Suriye savaşının başında, Hamas bürosunun Şam’dan apar topar Katar’a taşınması bir işaret fişeği idi, Hamas Sünni rejimlerin cephesine geçmiş oldu ve nihayet geçen ay, bu rejimlerin zorlaması ile 1967 sınırlarını kabul etmek zorunda kaldı, bundan bir Filistin barışı çıkmayacağı kesin.
Yanlış anlaşılmasın, ben de Filistin meselesinin çözümünün 67 sınırları çerçevesinde müzakereden geçtiğini düşünüyorum. Arap dünyası ve Hamas’ın bu noktaya gelmesi barış için bir umut olabilirdi. Ama ne İsrail’deki mevcut iktidar ve genel atmosfer, ne de Arap dünyası bu noktaya gelmiş değil. Halihazırda olup biten birbirini kandırmaya çalışmak ki buradan barış çıkmaz. Dahası, ne Filistin barışı, ne Ortadoğu barışı İran ve Şii düşmanlığı üzerine kurulamaz, oysa şimdilerde söz konusu olan bu. Bir de işin Türkiye boyutu var, mevcut koşullarda Türkiye’nin Sünni ittifakı hayali kazandı, ama pek çok sebeple kendi dışlandı. Konu uzun, izninizle gazetemizi zor durumda bırakmamak için uzatmamayım, sonra devam edeyim.