2020 bizim için felaketlerle başladı desem çok yanlış olmaz. Gerçekten de son olarak Van’da yaşanan ve 41 kişinin ölümüyle sonuçlanan çığ felaketi ve arkasından İstanbul’da yaşanan uçak kırımı hadisesi ve 3 kişinin ölümü son günlerin en üzücü olayları. Tabii bundan öncesinde 41 kişinin ölümüyle sonuçlanan Elazığ depremi ve yine İdlib’de 8 askerin kaybı gibi felaketler de bu tabloya eklendiğinde hakikaten 2020’nin çok da iyi bir yıl olmayacağına dair düşünceleri pekiştiriyor.
Özellikle çığ, deprem gibi doğal sayılabilecek bu tür felaketlerin oluşmasında bir toplumun yapabileceklerinin sınırlı olduğu bir gerçek. Ama sonuçlarından kaçınabilme konusunda her iktidarın yapabileceği çok şey var. Tabii İdlib’de askerlerin hayatlarını kaybetmesine yol açan savaş türü işlere bulaşıp bulaşmamak ise büyük ölçüde toplumu yönetenlerin elinde. O nedenle de sonuç olarak insan kayıplarına yol açan bütün bu gelişmelerin iktidarın ülkeyi nasıl yönettiğiyle ilişkisi olduğu açık.
Bu çerçeveden baktığımızda AKP Hükümetinin (aslında Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti’nin mi demek gerek acaba?), ülkeyi iyi yönetemediğini ve işlerin neredeyse çığırından çıkmakta olduğunu söylemek mümkün. Bunun büyük ölçüde nedeni ülkede işlerin daha hızlı yönetilebileceği iddiasıyla getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tam bir ucube sistem olması. Burada bu sistemin yanlışlarının ayrıntısına girecek değilim. Ama bakış açısında olan temel yanlış, “hızlı” iş yapmanın “doğru” iş yapmak olduğu kanaatini benimsemiş olması. Sanıyorlar ki “hızlı” iş yaparsak sorunları çözeriz. Oysa demokrasiler “yavaş” çalışan ama “doğru” kararlar alabilen bir sistemken, “totaliter” yönetimler “hızlı” kararlar alabilen ama kararları çoğu zaman “yanlış” olan sistemlerdir.
Nitekim bu hükümet sürekli olarak yeni gündemlerle toplumun sorunlarını çözmek için “hızlı” çalışan bir hükümet algısı yaratmaya çalışırken aslında sürekli olarak yanlış yapıyor. Demiyorum doğal afetleri ki bu afetler konusunda çok sayıda önlem alması gerekirdi, ama komşularımızla gerginlik siyaseti izleyip Suriye ve Libya’ya asker gönderme kararları tümüyle yanlış ve sonuçları bu toplumu üzecek sonuçlar olma olasılığı yüksek kararlar.
İktisatta bir motto vardır. “Karar alanlar daima kendi çıkarlarına uygun kararlar alırlar”. Bu mottodan gidersek alınan bu kararlar gerçekten de toplumun çıkarına olan kararlar mıdır? Sonuçlarından giderek bakarsak bunun pek de toplumun yararına olmadığına karar verebiliriz. Alın Kanal İstanbul meselesini! Ülke, ekonomik bakımdan tarihin en karanlık günlerini yaşarken, yoksulluk, işsizlik bilinen sınırları zorlarken bir kanalın peşinden toplumu sürüklemeye çalışmak nasıl bir toplum yararı olabilir ki?
Daha siz muhtemel İstanbul depremiyle ilgili yapmanız gereken işleri yapmamışken, yerel yönetimlere işlerini daha iyi yapabilmeleri için yetki göçermek yerine yerelin alacağı kararlar üzerinde vesayet kurmaya çalışmakla nasıl toplumun genel çıkarlarıyla ilgili çalıştığınızı söyleyebilirsiniz ki?
Bir yandan “Biz Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” deyip, Suriye’nin kendi toprakları üzerinde yeniden egemenlik tesis etme çabalarına karşı olduğunuzu kime ve nasıl anlatabilirsiniz?
Bütün bunlar demokrasiyi ancak bir yerden bir yere gidecek “tramvay” olarak gören, ama gideceğe yere çok “hızlı” gideceğini sanarak totaliter bir “trene” binen bir iktidarın tükeniş sesleridir. Başka bir şeyle karıştırmayın!.