Kimse söylemeye cesaret edemiyordu, Cumhurbaşkanı söyledi; AK Parti’de ‘metal eskimesi’ var dedi. Bu duruma benzer bir tabir ile ‘metal yorgunluğu’ da denilir. Cumhurbaşkanı, bunu fark etmiş, ama belli ki, kafasındaki çözüm AK Parti’yi bu yorgunluktan kurtarmak için işe girişip, diğer yandan Türkiye’nin tamamını AK Partilileştirmekten ibaret. Oysa asıl sorun, toplum, ülke yorgunluğu. Bilhassa tüm toplumu tek tipleştirmek çabasından doğan memnuniyetsizlik, gerilim, öfke ve yorgunluk.
Burası, artık kavgadan, didişmeden ve dahası baskıdan, susturmadan yorgun düşmüş bir ülke. Fazlasıyla gergin, kafası karışık, savruluşlar içinde bir ülke. Sadece siyasal çekişme düzeyinde değil, birbirine sevgisi, saygısı, güveni tükenmiş, kafası bozulanın silahını çekip karısını, sevgilisini, ailesini vurduğu, sokaklarında kavgadan geçilmeyen, şiddetin gündelik zemine indiği bir memleket. Bunun pek çok nedeni var, ama en büyük sorumlu on beş senedir iktidarda olan zihniyet, parti, siyaset olması gerekir. Bunu açıkça konuşamamanın gerginliği, işi daha da zorlaştırıyor, öfkeli bir toplum ve ortam yaratıyor.
Diğer taraftan siyasal muhalefet alternatiflerinin tükenişine sahne olmuş bir ülke burası. Alternatif deyince, sadece parti, lider değil mesele; asıl sorun; farklı bir Türkiye muhayyilesinin ufukta gözükmemesi. Demokrasi yoksunluğundan şikâyet edenlerin hayalleri nasıl bir ülkedir, belli değil. Artık, mevcut demokrasi yoksunluğundan, hak ihlallerinden sadece şikâyet etmenin zamanı geçti, zaten bu sınırlar içinde kalmanın bir sonucu olsaydı, bugünlere gelmezdik.
Referandum sonrası, ‘Hayır’ oyu veren yüzde 49’u temel alan siyaset kurguları aslında muhalefetin de iflasının ilanı. Evet, bu önemli bir rakam, bu denli muktedir bir yönetim, tüm çaba ve baskılara rağmen yüzde 51’i zor bulmuşsa, toplumun yarısı olan bitenden hiç memnun değil demektir. Ama, memnun olmayanın, bırakın birbirleri ile son derece ihtilaflı olmasını, gerçekten demokratik bir Türkiye hayalinin olup olmadığı meçhul. Daha doğrusu, pek meçhul değil, ana muhalefet partisinin dönüp dolaşıp ulusalcılıkta karar kılması sıradan bir körlük değil, demokratik bir gelecek iddiasından vazgeçmeleri demek.
Bu iktidar ve zihniyetinin yerini, başka türden antidemokratik anlayışlar alacaksa, neyin kavgasını yapıyoruz? Demokrasi yoksunluğundan şikâyet edenin, güçlü bir demokrasi, hak, hukuk ufku olması gerekir, yoksa siyaset güç yarışına döner, güçlü olan diğerini yener, konu kapanır, Türkiye’de olan budur. Vatan Partisi, ideolojisi, Genel Başkanı Doğu Perinçek nasıl bir gelecek vaat edebilir Türkiye’ye Allah aşkına? Benzer bir şeyi Saadet Partisi ve diğer dar ufuklu siyaset çevreleri için de söyleyebiliriz. AK Parti ve zihniyeti, dar görüşlülüğe hapsolduğu, demokrasi meselesini dert etmemeye başladığı, milliyetçiliğe demir attığı için bu noktaya geldik. Benzer bir çerçeveden çıkış yapmak mümkün mü? Bu nasıl bir akıl veya akılsızlıktır?
Baskı, zulüm bir yere kadar işler, asıl zaaf güçlü bir karşı siyasi ufkun, daha doğrusu sadece bir değil, birbirinden farklı ve güçlü alternatif Türkiye muhayyilelerinin olmayışı. Oysa, demokrasi bu yarış içinden çıkar. Bu ülkede böyle bir yarış yok, kimse kusura bakmasın, Kürt siyaseti de çoktan bu yarıştan çekildi, Kürtlerin sadece hak ve özgürlükleri değil, izzetini Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde temsil eden bir siyaset ufkundan çok uzağa düştü. Toplum yorgunluğunun bir ucunda yaşanan ve artan baskılar, gerilimler varsa, diğer ucunda da umut vaat edici gelecek umutlarının tükenişi var.