TKP Siyasi Büro tarafından yapılan açıklamada son günlerde İnegöl’de ve Dörtyol’da yaşananlara dikkat çekilerek, Türkiye’nin kitlesel linç ve yağmalama girişimlerinin her an patlak verebildiği bir ülke haline getirildiği vurgulandı.
Açıklamanın tam metni şöyle:
Yaşananları basit bir adli vakaya indirgemeyi, önemsizleştirmeyi amaçlayan AKP hükümeti, yarattığı toplumsal tablonun sorumluluğundan kaçamaz. AKP hükümeti, her türlü siyasi çekişmenin kolaylıkla kitlesel bir linç kampanyasına dönüşebildiği bir toplumsal ortam yaratmıştır.
“Milliyetçi kesimin sabrının taşmış olduğunu söyleyen” MHP lideri Devlet Bahçeli de bu tablonun sorumluluğundan kaçamaz. Her iki ilçemizde de ülkücü çetelerin en ön saflarda yer aldıkları, olayların başlatıcısı konumuna oldukları hiç kimsenin dikkatinden kaçmamaktadır.
Faşizmin bölücü provokasyonu sermaye egemenliği tarafından içine sokulduğumuz cendereye işaret etmektedir. Bu cendereden çıkışın yegâne yolu, emekçi sınıfların eşitlik ve özgürlük taleplerini daha güçlü dile getirilmesi, yani solun güç kazanmasıdır.
İnegöl ve Dörtyol’da yaşanan olayların birer provokasyon olduğu açıktır. Ancak yaşanan olaylar alelade bir provokasyon olarak, birer “adli vaka” olarak asla görülemez. Ortada basit bir provokasyon değil, devletin kolluk güçlerinin düpedüz desteklemesi ve bir takım faşist çetelerin sahneye davet edilmesiyle büyük bir yangına dönüştürülen bir girişim bulunmaktadır.
İçişleri Bakanı’nın İnegöl’deki olayları “birkaç amigonun” provoke ettiğini söylemesi tam anlamıyla bir skandaldır. Olayları son kertede kimin kışkırttığının belirlenmesi elbette kolluk güçlerinin sorumluluk alanına girmektedir. Ancak yaşananları basit bir adli vakaya indirgemeyi amaçlayan AKP hükümeti, yarattığı toplumsal tablonun sorumluluğundan kaçamaz. AKP hükümetinin politikaları, her türlü siyasi çekişmenin kolaylıkla kitlesel bir linç kampanyasına dönüşebildiği bir toplumsal ortamın ortaya çıkmasından birinci derecede sorumludur.
Benzer şekilde “milliyetçi kesimin sabrının taşmış olduğunu söyleyen” MHP lideri Devlet Bahçeli de bu tablonun sorumluluğundan kaçamaz. Olayların en ön safında yer alan ülkücü çetelerin sokağa salınmasında siyasi rekabet, “kimin delisinin daha fazla olduğunu” ispatlama çabası ya da bunların hepsi birden rol oynamış olabilir. Bunun son kertede bir önemi kalmamıştır.
Türkiye’nin kitlesel linç ve yağmalama girişimlerinin her an patlak verebildiği bir ülke haline getirilmiş olmasının açıklaması tek başına “Kürt sorunu” ile yapılamaz. Düzen partileri arasındaki siyasi rekabetin, devletin süregiden iç hesaplaşmasının, emperyalizmin Türkiye’ye verdiği rollerin ve bunlarla birlikte biçtiği kefenin hep birlikte devreye girdiği, ancak sonuçta Kürt sorununu aşan bir durum söz konusudur.
Devletin desteği ve yönlendirmesiyle gerçekleşen faşizmin bölücü provokasyonu, Türkiye’nin sermaye egemenliği tarafından içine sokulduğu cendereye işaret etmektedir. Bu cendereden çıkışın yegâne yolu, emekçi sınıfların eşitlik ve özgürlük taleplerini daha güçlü dile getirilmesi, yani solun güç kazanmasıdır. Faşizmin bölücü provokasyonunu boşa çıkarmanın tek yolu, gerçek bir halk iktidarı kurmaktan, emekçi sınıfların birliğinden geçmektedir.