“Siz hiç arkadaşınızı/meslektaşınızı hapse ‘uğurladınız mı?’
Ben 8 senede defalarca…”
Sabuncu, Fethullahçı cemaatin kumpası ile cezaevine giren Nedim Şener’i uğurlamıştı önce cezavine, sonra iktidarın hoşuna gitmeyen haberleri yazdıkları için tutuklanan Can Dündar ve Erdem Gül’ü. Sadece uğurlamakla kalmadı, görüşçüleri oldu, her hafta ziyaretlerine gidip umut vermeye çalıştı.
Bir soğuk kasım gecesi diğer Cumhuriyetçilerle birlikte onu cezaevine uğurlamak da bize düştü.
Peki ama anamuhalefet liderini lince kalkışanların serbest bırakıldığı bir ülkede Cumhuriyetçiler nasıl vahim suçlar işlediler de cezaevine girdiler.
‘Terörle mücadelede zor süreci atlatmak için…’
Onları cezaevine gönderen mahkemenin gerekçeli kararında da vakıf yöneticilerine, gazetecilere, gazetenin karikatüristine ve muhasebecisine ağır hapis cezalarının verilmesinin neden elzem olduğu şöyle ‘açıklanıyordu’:
“… cumhuriyetin varlığını sürdürmesi ve zor olan bir süreci atlatması için terör örgütleri ile mücadeleye her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Tüm bu gerekçe ile ülkenin içinde bulunduğu durum, dramatik yüzleşmeleri dikkate alındığında, mahkememizce üstelik cumhuriyetin varlığı ile özdeşleşen aydınlanmacı çizgisini vakıf senedine bile koyan gazetenin teröre yardım maksadı ile organize edilerek yayın hayatına devam etmesi müdahale için gerekli ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilmiş, içinde yaşanılan provokatif dönem şiddetin ülkedeki yakınlığı gözetildiğinde de cezaların orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.”
Demek ki Cumhuriyetçilerin hapsedilmesi terörle mücadele açısından bir memleket meselesi haline gelmişti. İyi de ne suç işlediler bu Cumhuriyetçiler de cezaevine girmeleri ile terörle mücadelede önemli bir mesafe kat edilmiş olacaktı? Soruşturmadan iddianameye, oradan gerekçeli karara, sabrınızı zorlayarak tekmili birden Cumhuriyetçilerin işledikleri suçların dosyasını açalım.
‘Canlı bomba Cumhuriyet muhabiri çıktı’
Cumhuriyet’in hedef haline gelmesi MİT tırları haberlerinden sonra başladı. Gazetenin genel yayın yönetmeni ile Ankara temsilcisi Erdem Gül Kasım 2015’de tutuklandılar. Anayasa Mahkemesi (AYM) tutuklamaların tamamen gazetecilik faaliyeti nedeniyle yapıldığına karar verince, 2 ay sonra serbest kaldılar. İktidar, AYM’nin kararına saygı duymadığını ilan etti ve Cumhuriyet artan dozajda hedef haline getirildi.
İktidar basını yalanı, çarpıtmayı öyle bir aşamaya getirmişti ki, Sabah gazetesi 13 Mart 2016’da Ankara Kızılay’daki canlı bomba saldırısından sonra canlı bombanın Cumhuriyet muhabiri olduğunu yalanını haber yapma cüretini dahi göstermişti. Üstelik bu iğrenç iddia halen gazetenin sitesinde duruyor.
‘FETÖ’ sanığı savcıdan ‘FETÖ’ soruşturması
Cumhuriyet’i hedef alan iktidar için 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hal bulunmaz bir fırsat oldu.
Önce vakıf yönetimini değiştirmek için açılan davada Vakıflar Genel Müdürlüğü saf değiştirdi ve daha önce haksız bulduğu eski yöneticilerle birlikte hareket etmeye başladı. İktidarın yazarları vakıf yönetiminin değiştirileceğini ve Cumhuriyetçilerin hepsedileceğini aylar öncesinden yazmaya başladı.
Cumhuriyetçileri cezaevine gönderen soruşturmayı ‘FETÖ’cülükten yargılanan ve hakkında iki kez müebbet hapis cezası istenilen savcı Murat İnam başlattı. İnam soruşturmayı re’sen açtığını ileri sürdü ama dönemin ‘Adalet’ Bakanı Bekir Bozdağ, İnam’ın görevlendirildiğini söyledi. Cumhuriyet yöneticileri ve yazarlarının tutuklanmasından sonra HSYK’ya yapılan başvurular sonuçsuz kaldı ve İnam bütün soruşturma işlemlerini yürüttü. Buna rağmen iddianamede farklı iki savcının imzası vardı. Yargılama aşamasında ise duruşma savcısının “Gülen’e hakaret edemezsiniz” diyerek Mine Kırıkkanat hakkında dava açtığı ortaya çıkacaktı.
AKP sevdalısı bilirkişi
Savcı İnam’ın soruşturmadaki ilk işi Cem Küçük’ü tanık olarak dinlemek oldu. Gözaltı kararı verilene kadar başka da tanık dinlenmedi.
Cem Küçük ifadesinde Cumhuriyet’e ‘FETÖ, PKK ve DHKP-C ile’irtibat içinde olduğunu ileri sürdü ve bu suçlama iddianamede de aynen yer aldı.
Savcı, Cumhuriyet’i terör örgütleriyle ilişkilendirmek için elinden gelen gayreti gösterdi. Önce iletişim mezunu olmayan bir bilirkişiye görev verdi. Yandaş basın örgütlerinde çalışan, iktidarı öven yazılar yazan, Twitter sayfasında AKP’li olduğunu gizlemeyen bu ‘bilirkişi’nin adı resmi bilirkişi listesinde dahi yoktu. Savcı zorunlu olmasına rağmen neden onu bilirkişi seçtiğini açıklamadı.
Bu ‘bilirkişi’ raporunda birçok tahrifat yaptı. Raporunda Cumhuriyet’in darbeden bir gün sonra, 16 Temmuz’daki ‘Çare Demokrasi’ manşetini gizledi, onun yerine alttaki ‘Türkiye Kaosta’ başlığını aldı.
Bilirkişi, darbe girişiminden iki gün sonra atılan ‘Cadı Avı Başladı’ başlığıyla Cumhuriyet’i suçlamaya kalktı ama onun hemen üstündeki ‘Darbecilerin İhanet Konuşmaları’ haberini dosyadan çıkardı. 12 Temmuz 2016 tarihinde Cumhuriyet’te yayınlanan ‘FETÖ’nün YAŞ’ta tasfiye edileceği haberini dosyaya koydu, aynı haberin, aynı gün Star’da manşet olduğunu gizledi.
Parkeci, pideci…
Haber ve manşetlerden istediği verimi alamayan savcı bu defa‘mali araştırma’ ve ‘iletişim incelemesi’ yaptırdı.
Savcılık Bylock yüklü olan kişilerle ‘iletişim kaydı’ olduğu gerekçesiyle arkadaşlarımızı suçlamaya kalktı. Oysa 215 bin Bylokçu ve bir kişinin ortalama iletişim kurduğu kişi sayısının en az 10 olduğu düşünüldüğünde yaklaşık 12 milyon kişi böyle suçlanabilirdi.
İddianamede neler yoktu ki? Güray Öz’ün aradığı pidecinin ‘FETÖ’den soruşturulması suç unsuru sayıldı. Üstelik pideci ‘FETÖ’den değil hırsızlıktan soruşturulmuştu.
Yılda 600 bin kişinin aradığı tur şirketini arayan arkadaşlarımız suçlandı. Gerekçe şirket hakkında 2014’de açılan soruşturmaydı. O tur şirketinin sahibi daha sonra turizm bakanı olacaktı.
Kitap eki yönetmeni Turhan Günay’ı kitap fuarına çağıran iki kişi ve iki yazarın araması suç unsuru oldu. Akın Atalay’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın avukatı Faik Işık’la görüşmesi yine Işık hakkındaki bir soruşturma nedeniyle suç sayıldı. Işık, TBMM’nin 15 Temmuz sonrası da Erdoğan’ın avukatlığını yapıyordu.
Arkadaşlarımız, muhasebecimiz Emre İper’le konuştuğu için suçlandı. Oysa İper’in telefonunda Bylock olmadığına dair uzman raporu vardı ve Bylock gerekçesi ile tutuklanan İper, bu tutmayınca attığı tweetlerden ceza aldı.
Kadri Gürsel’e, cemaatçilerin propaganda amaçlı gönderdikleri SMS’ler suç sayıldı. Oysa Gürsel, bunlara hiç yanıt vermemişti.
Gürsel’in Erdoğan’ı sigara mevzuundan eleştirdiği yazıyı darbeden üç gün önce yazması suç gibi gösterildi. Gürsel “Yazıyı darbeden 3 gün önce yazma sebebim Erdoğan’ın Bulgar bakanın sigara paketine darbeden 6 gün önce el koymuş olmasıdır” dedi
Avukatımız Mustafa Kemal Güngör’ün müvekkilleriyle yaptığı görüşmeler suç sayıldı.
Akın Atalay, 2011’de 2 bin 500 lira gönderdiği evinin parkecisinin oğlunun 2009’da çalıştığı şirket hakkında inceleme var diye suçlandı. Bülent Utku’nun 11 sene önce HDP Milletvekili Erol Dora’nın yanında sigortalı olarak bir yıl çalışması suç unsuru sayıldı.
Önder Çelik, altı yıl önce oto tamircisine 345 lira havale etti. Bu kişinin akrabasının sekiz yıl önce çalıştığı şirket nedeniyle suçlandı. TÜrkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, bazı gazetecilerin kendisini aramaları nedeniyle suçlandı.
Bülent Utku, müvekkilinin gönderdiği nafaka alacağı parası nedeniyle suçlandı. Gerekçe o kişi hakkında soruşturma olmasıydı. Bir arkadaşımızın 5 yaşındaki kızı, bir diğerinin 40 yıl önce boşandığı eski eşinin mal varlıkları araştırıldı. Bir şey bulamadılar. MASAK raporunda Orhan Erinç’in hesabından hiç para çekmemesi suç gibi gösterildi. Erinç “Cimriliğim nedeniyle suçlanıyorum” dedi.
Nisan 2016’da Koza şirketi adına verilen ihale ilanı bedeli suç unsuru sayıldı. Oysa ilanı 2015’te devletçe atanan kayyım vermişti.
Aydın Engin’in hesabına 821 lira havale gönderenin ‘hırsızlık şüphelisi’ iddiası ‘teröre yardım’ iddianamesinde yer aldı.
Daha da komik olanı, savcı, gerçeğe aykırı belgelerle, üstelik suçmuş gibi Cumhuriyet’in tirajının düştüğünü ileri sürdü.
Sonuçta ortaya çıkan iddianamede 77 haber ile 149 tweet suç unsuru olarak gösterildi. İddianamede ‘haber’ kelimesi 660 kez kullanıldı. Üstelik suçlanan haberlerin hiçbirine yasal dört aylık sürede dava açılmamıştı çünkü basın savcılığı suç görmemişti. Vakıf yöneticileri, gazetinin hazırlanmasında hiçbir dahilleri olmadığı halde, haber ve manşetlerden sorumlu tutuldu.
Hukukta çare tükenmez
Bütün bu absürdlükler duruşmalarda açıkça ortaya konulmasına rağmen, hüküm baştan belliydi ve mahkeme yargılamayı ağır cezalarla sonuçlardırdı. Mahkemenin gerekçeli kararında verilen cezalara ilişkin deliller sıralanırken ilk sıraya ‘Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun oluşumuna yönelik tartışma’ konuluyordu. Daha sonra ceza davası sürerken vakfın yönetimi hükümet destekli bir operasyonla değiştirildi ve bu değişiklik iktidar basını tarafından hararetle alkışlandı.
Gerekçede, ayrı bir davanın konusu olmasına rağmen MİT tırları haberleri delil olarak gösterildi. ‘Cumhuriyet Savcısı Selim Kiraz’ın şehit edilmesi olayı çerçevesinde gazetenin izlediği yöntem ve yol’ diğer bir delildi mahkemeye göre. Oysa bu haberle ilgili Ahmet Şık hakkında açılan soruşturmada takipsizlik kararı verilmişti. Olmazı olduran yargıda çözüm çoktu: Şık, Cumhuriyet davasında tutuklandıktan sonra savcının itirazıyla takipsizlik kararı kaldırıldı.
Gazete, daha ilk günden darbeye açık tavır almış ve demokrasinin yanında olduğunu belirten manşetlerle çıkmışken ’15 Temmuz darbe girişimi aşamasında yer alan haberler’ delil gösterildi.
İktidar basını dahil birçok medya kuruluşu çözüm süreci döneminde Kandil’e gitmiş ve PKK yöneticileri ile röportajlar yapmıştı. Hatta Anadolu Ajansı, Türk ve dünya medyasından 100 gazetecinin izlediği Kandil’deki bir basın toplantısını takip edip haber yapıyordu. İş Cumhuriyet’e gelince o dönem yapılan röportajlar suç sayıldı.
Haberini yapmayan gazete kalmış gibi gazetede Fuat Avni haberlerinin yer alması başka bir delildi.
‘‘‘Jeansbiri’ isimli hesap kullanıcısına ait paylaşımların gazetede yer bulması’ diye bir delili vardı mahkemenin. Oysa suç unsuru görülen haberde Cumhuriyet, bu hesaptan yapılan paylaşımların provokatif olduğu uyarısını yapıyordu.
‘Cumhuriyet Gazetesi Okurları Platformu (CUMOK) kavramı ve süreçte tepkisi’ ise güya bir başka delildi.
Parkeciyle, turizm şirketiyle, pideciyle yapılan görüşmeler ‘Bazı sanıkların ByLock kullanıcılarıyla olan telefon trafiği’ başlığı altında cezalandırma gerekçesi yapıldı. Bakanın sahibi olduğu ETS Tur’u aramak teröre yardım suçunun deliliydi.
AB’ye ‘terör örgütü’ muamelesi
Duruşmalar devam ederken savcılığın mahkemeye gönderdiği Aydın Engin’in Gezi eylemleri nedeniyle tutuklu olan işinsanı Osman Kavala’ya gönderdiği mail de mahkemenin delilleri arasında yer aldı. Engin bu mailde mali açıdan zor durumda olan Cumhuriyet’e AB fonlarından ya da AB ülkelerindeki meslek örgütlerinden ya da sivil toplum örgütlerinden destek olup olmayacağını soruyordu.
AB, Türkiye’nin üye olmak için başvurduğu bir uluslararası örgüt değilmiş, fonlarından devlet kuruluşları dahil yüzlerce sivil toplum kuruluşu yararlanmıyormuş gibi, bu mail de cezalandırmanın gerekçesi sayıldı.
Mahkeme, ömrü Fethullahçılarla mücadele içinde geçmiş olan Hikmet Çetinkaya’nın Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bir kahvaltısına gitmesini de delilleri arasına almaktan çekinmiyordu.
‘Torunu seyahate çıktı biliyor’
Sabuncu, dünkü hüzünlü uğurlamaya ilişkin yazısında “(Musa Kart’ın) torunu şimdi dedesini seyahate çıktı biliyor. Hakan Kara’nın evladı artık ‘büyüdü’… O bir sene sonraki yaz tatili için (15 ay) söz alarak babasıyla vedalaşıyor. Emre İper’in evlatları dün gece koynundan çıkmıyor. Türkiye sadece ‘eski Cumhuriyet’ çalışanlarına değil bu memlekette fikirleri yüzünden binlerce insana içeride ve dışarıda acı veren bir ülke artık” diye yazıyor.
İtiraz etmesi bile güç, gülünç olmanın ötesinde traji-komik, uydurma delillerle cezaevine girdiler. ‘Dışarda delikanlı bir bahar’ varken, ailelerinden, sevdiklerinden, bahardan ve hayattan koparıldılar. Hiçbirinin başı öne eğik değildi ve ortak dilekleri çıktıklarında daha güzel bir ülkeye kavuşmaktı…