1 Ekim günü, Meclisin 3. yasama yılı oturumunda Bahçeli’nin “barış eli”, “kardeşlik eli” dediği DEM Parti’li vekillere uzattığı elin nasıl bir “barış”, nasıl bir “kardeşlik” eli olduğu, o elin uzatılışından bir ay sonra, 30 Ekim günü ortaya çıktı!
Erdoğan da bir ay boyunca Bahçeli’nin uzattığı elini önemine dikkat çekip bu elin sadece Bahçeli’nin değil kendi eli de olduğunu söyledi.
Bahçeli, Erdoğan, AKP ve MHP’nin siyasetteki, medya ve sosyal medyadaki resmi ve gayriresmi sözcüleri, “devlet aklı” denince “deli” olan “sivil” çevreler Bahçeli’nin eliyle DEM Parti’li vekillere uzatılan “devlet aklı”nın ne olduğunu tanıtlayarak yakın tarihi yeniden yazacak yorumlar yapmaktan çekinmediler.
Erdoğan ve Bahçeli dahil Cumhur İttifakının her renkten sözcüsünün açıkça “Kürt sorunu yok”, “Çözüm süreci söz konusu değil”, “Amacımız terörü tasfiye etmek”…demelerine karşın, “yorumcular” korosu, Bahçeli-Erdoğan İttifakı ve arkasındaki sermaye temsilcilerinin “yeni bir barış süreci” başlatacağının heyecanıyla Erdoğan ve Bahçeli ittifakını sözlerinin ve girişimlerinin övgüsünün gönüllüleri oldular!
30 Ekim günü, Bahçeli’nin uzattığı “kardeşlik ve barış eli”nin arkasındaki “devlet aklı” kendisine inananların önemli bir bölümünü 30 Ekim günü hayal kırıklığına uğrattı! Çünkü o el ve arkasındaki “devlet aklı”, 30 Ekim günü sabaha karşı Esenyurt Belediyesinin kapısını kırarak içeri girenlerin ve Belediye Başkanı Ahmet Özer’in de evini basarak gözaltına alan, daha 24 saat dolmadan tutuklayıp yerine Beyoğlu kaymakamını alelacele kayyum olarak atayan “el” ve “akıl” olarak biçimlenmişti.
İKTİDARIN HEDEF İMAMOĞLU VE İSTANBUL’U ELE GEÇİRMEKTEN Mİ İBARET?
1 Ekim’de Erdoğan-Bahçeli ittifakının “barış” ve “kardeşlik” adımı olarak iddiasıyla başlattığı hamlenin gerçekte ne barış ne de Türk-Kürt kardeşliği ile ilgisinin olmadığı ekim ayı sonunda ortaya çıktı. Ancak süreci gerçek bir kardeşlik ve barış adımı olarak görenler şimdi de iktidarın amacının “Esenyurt Belediyesi ve İstanbul Belediyesi ya da Ahmet Özer ya da Ekrem İmamoğlu olduğunu iddia ederek, bir kez daha olup bitene dürbünün tersinden bakamaya devam ediyorlar.
Çünkü elbette iktidarın İstanbul’u kaybetmiş olmayı hazmedememesi, İstanbul’daki büyük rantı elden kaçırmış olmanın büyük acısını unutamadığı doğrudur. İmamoğlu’nun Erdoğan karşısında cumhurbaşkanlığı adaylığını da ortadan kaldırmayı amaçladıklarına dair söylenenler de doğrudur. Ama, saldırının amacının Özer ve İmamoğlu’nu görevden almak, Esenyurt ve İstanbul’un rantını ve yönetimini el geçirmek olarak daraltmak, mücadele zeminini, dolayısıyla bir araya gelecek güçlerini bir araya gelmelerini dışlamak anlamına geleceği için bu tutum basitçe bir yanlış ifade olarak karşılanmaz.
Tersine Esenyurt’ta atılan adımın, tek adam rejimine geçilmesinden beri ülkede olup bitenleri yakından izleyen herkes için, halka verecek hiçbir şeyi olmayan tek adam rejiminin seçimi (seçimleri) kazanmak için başlıca amacının muhalefeti itibarsızlaştırıp etkisizleştirerek halkın gözünde iktidar alternatifi olmaktan çıkarmaktı. Bunu 14-24 Mayıs 2023 seçiminde bir yandan 6’lı masayı Meral Akşener üstünden provoke ederek ve CHP’yi Kandil’le iş birliği içinde olduğuna dair sahte videolar yaparak başardılar!
Ama bu silah 31 Mart 2024’teki yerel seçiminde çalışmadı. Bu yüzden de daha dolambaçlı bir yola başvurdular.
Ekim ayı boyunca, 1 Ekim’de Bahçeli’nin Meclisteki sıralarına giderek DEM Parti’li vekillerin elini sıkmasıyla başlatılan süreç, üç hafta içinde (22 Ekim’de) Öcalan’ın Meclise gelerek DEM Parti’nin kürsüsünden silahlı mücadelenin bittiğini, PKK’nin feshedildiğini açıklamasını istemesine kadar geldi.
HEDEF MUHALEFETİ İKTİDAR SEÇENEĞİ OLMAKTAN ÇIKARMAKTIR!
Ama bu açıklamadan bir gün sonra 23 Ekim’de PKK’nin TUSAŞ’a saldırısının yarattığı sis perdesini değerlendiren iktidar, asıl hamlesini yapma zamanı geldiğine karar vermiş olmalı ki; 30 Ekim’de “kent uzlaşısı”, yani DEM Parti ve CHP’nin ittifakıyla seçilen Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hukuki hiçbir geçerliliği olmayan iddialarla tutuklandı, yerine kayyım atandı!
Kısacası ekim ayı başında Bahçeli’nin başrolünde Erdoğan’ın suflörü olduğu girişimin bir orta oyunu olduğu, Türk- Kürt kardeşliğinden, dahası “Öcalan’ın Meclise gelmesi” çağrısı ve “umut hakkı”ndan 30 Ekim’de yapılan operasyona gelinmek için perde olarak kullanıldığı ortaya çıktı.
Böylece CHP ile DEM Parti’nin ortaklığı, ortaya çıkarılıp bunun üstünden CHP’deki şoven milliyetçi unsurların ayaklanması amaçlanırken DEM Parti içinde de Öcalan ile DEM Parti’yi doğrudan taraf ilan ederek Demirtaş ve Kandil’i sürecin dışında bırakan tutumla Kandil, DEM Parti, Edirne (Demirtaş) ile İmralı (Öcalan) arasında bir bölünme yaratma konusunda adımlar atma amaçlanıyordu.
Şimdi Esenyurt’ta yapılan girişimle yapılmak istenen ise CHP ve DEM Parti gibi muhalefetin iki dinamik odağının bölünüp iç kavgaya itilerek halk indinde iktidar olma seçeneği olmaktan çıkarılmasıdır. “Kazandıkları belediyeleri bile koruyamıyorlarsa ülkedeki iktidarı nasıl alacaklar?” algısına inandırıcılık kazandırmak içindir!
Tabii böylece aynı zamanda AKP-MHP ittifakının sürgit iktidarda kalacakları bir siyasi düzen döneminin kapısının açılması için en önemli iki engel tasfiye edilmiş olacaktı!
ERDOĞAN-BAHÇELİ İTTİFAKI AMAÇLARINA ULAŞABİLİR Mİ?
Erdoğan-Bahçeli ittifakının amaçlarına varabilmesinin birinci şartı; CHP ve DEM Parti’nin iç kavgaya sürüklenmesi ortak mücadele yerine birbiriyle mücadele eder duruma sürüklenmesidir.
Bu konuda CHP’nin Kürt sorunu ve DEM’le ilişkiler konusunda son haftalarda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Demirtaş ziyareti, bölgeye yaptığı yarım kalan ziyareti sırasında Kürt sorunu ve çözümüne ilişkin söyledikleri, Esenyurt mitinginde DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın CHP kürsüsünden halka hitap etmesi, DEM Parti ve CHP’nin girişimlerini karşılıklı olarak “olumlu” bulduklarını ifade eden açıklamaları dikkate alındığında Erdoğan ve Bahçeli ittifakının amaçlarına varmasının, dün oluğundan çok daha zor olacağını söylemek bir kehanet olmaz.
Öte yandan “erken seçim” üstünden yapılan tartışmalarını Meclis aritmetiği üstünden “at pazarlığı” hesapları yapmayı geçerek işçi sınıfı ve halkın siyasete doğrudan müdahale ederek, tek adam rejiminin iktidarda kalmasının seçime gitmeyi kendisi için daha iyi olacağını gösteren bir mücadelenin gündeme geleceğine dair işaretler çoğalmaktadır.
– DEM Parti ve CHP içinden gelen önümüzdeki sürece dair yapılan değerlendirmeler,
– Ülkemiz demokrasi güçlerinin Esenyurt operasyonu karşısında aldıkları tutum, yaptıkları mücadele çağrıları,
– İşçi sınıfı ve emekçi sınıfların saflarından iktidarın ekonomik politikalarına karşı büyüyen henüz ekonomik temelli olan ama siyasi iktidarı da hedef alan taleplerin tepkiye dönüşmeye de başlaması… göstermektedir ki geniş halk kesimlerinin siyasete doğrudan müdahalesi için girişimlerin yanıt bulacağının işaretleri çoğalmaktadır.
Eğer demokrasi güçleri üslerine düşeni yaparlarsa iktidar amaçlarına ulaşamayacağı gibi attığı adımın altında kalma ihtimali de kuvvetle muhtemeldir.
Yeter ki demokrasi güçleri olarak geniş yığınları mücadeleye çekecek bir yaklaşımın gerektirdiği gibi davranmaktan imtina etmeyelim!