Gazetemiz Evrensel 10 Eylül günü ‘taşeron cumhuriyeti’ manşeti ve haberiyle AKP iktidar tarihçesine kaydolacak meşum bir yasama hamlesine dikkat çekti. AKP İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı taslağına eklediği bir madde ile, alt işverenden işçi kiralamayı düzenleyen kanun maddesindeki kısıtlamayı gevşeterek, alt işverenden işçi çalıştırmayı yaygınlaştıracak şekilde değiştirmeğe hazırlanmaktadır. Firmalar, asıl işlerinin bir bölümünü taşeron işçilere yasal engele takılmadan daha kolay yaptırabilecektir.
Alt işverenden işçi çalıştırmanın firmalar için birçok avantajı vardır: ödenen ücret asgaride tutulabilmekte, alt işveren işçiyi kolayca işten çıkarabilmekte, alt işveren işçiyi cezalandırmak için iş yerinden iş yerine sürebilmekte, ücretli izin yılda bir haftada tutulmakta, sistem işçinin sendikalaşmasına imkân vermemekte, alt işverenle yıllık sözleşmeler kıdem tazminatı hakkını fiilen yok etmekte; işçiyi alt işverenden kiralayan firma doktor, kreş bulundurma gibi mükellefiyetlerden kurtulmaktadır.
Taşeron işçi çalıştırma sistemi, bizim gibi dünya ekonomisi ile ticaret yoluyla bütünleşmekte olan birçok ülkede yayılmaktadır.
Kapitalizmin tarihinde işgücü muhtelif kurumsal düzenlemelerle sermaye biriktirme faaliyetlerinde çalıştırılmıştır. Batı Avrupa’da 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar işçi ücretleri çok düşük ve çalışma şartları çok kötü idi. İşçiler günde 10-16 saat haftada 6 gün çalıştırılmakta idi. Madenler dahil her türlü işte kadınlar ve çocuklar çalıştırılmakta idi. Sermayedarlar Amerika kıtasının kuzeyinde ve güneyinde köle işgücüyle çeşitli ham maddeler ve şeker üreterek sermaye biriktirdi, sanayiye girdi sağladı. Sonra köle kullanmaktan vazgeçip Asya ülkelerinden yoksul köylüleri yedi yıllık mukavelelerle Latin Amerika ülkelerine götürüp büyük çiftliklerde tepe tepe kullandılar.
15. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar Batı Avrupa’da ücretler işçi sınıfının ancak neslini sürdürecek asgarî seviyede seyretti. Zamanın iktisatçıları bu şartlara bakarak ücretlerin daima asgarî geçimlik seviye belirleneceğini ekonominin bir yasası olarak ifade ettiler. Ücretler asgarî geçimlik seviyenin altına inmiyordu çünkü indiğinde işçiler hastalıktan, açlıktan kırılıp üreyemiyor, bu sebeple işçi ücreti asgari geçimlik seviyeye yükseliyordu.
Avrupa’da 1848’ten sonra işçi sınıfının sendikal ve siyasî mücadelesi neticesinde ücretler bu asgari seviyenin üzerine çıktı; çalışma şartları iyileşti. Avrupa’da 1848-1980 yıllarında işçi sınıfı çalışma şartlarını iyileştirip reel ücretlerini artırabildi. Ancak kapitalist dünyanın kalan ülkelerinde işçileri ezilmeğe devam etti. Sonra 1945-1980 yıllarında, sosyalizmin baskısı altında birçok az gelişmiş ülkede sendikalı sanayi işçilerinin çalışma şartları iyileşti.
Şimdi yine kapitalizm doğal işleyişine döndü. Türkiye’de çalışma şartları otuz senedir azar azar ağırlaştırıldığı gibi, bütün dünyada taşeron istihdam, geçici sözleşmeli istihdam, part-taym istihdam sürekli yayılmaktadır. Yirmi küsur yıldır Çin’de mucizevî iktisadî büyüme diye takdim edilen hızlı sermaye birikiminin başlıca dayanağı, köyden göçen işçilerin ağır şartlarda çalıştırılmasıdır. Çin’in iç bölgelerinde köylerinden kıyı bölgelerine göçen milyonlarca kadın ve erkek, köylerinden çok uzaktaki kentlerde sanayide işe girmektedir. Bunlar fabrikaların koğuşlarında yatıp kalkarak sene boyunca sendikasız korunaksız boğaz tokluğuna çalışmaktadır. Çinli köylü işçilerin çocuklarını köyde kalan dedeler nineler büyütmektedir. Köylü işçiler senede bir iki kere bayramlarda köylerine gitmektedir.
Ekonomiyi dışa açma, dünya ile bütünleşme, ihracata dayalı büyüme diye ifade edilen politikalar bütün dünyada işçilerden en az maliyetle en fazla üretimi temin etme ortamı yaratmak için düzenlenmiştir. İki asır önceki çalışma şartlarına dönüyoruz.
Bu gidiş, ancak her ülkede emekçilerin iktidara gelmesiyle, özel ellerdeki büyük tesisleri kamulaştırması ile; ekonomiyi dışa açmaya, ihracata dayalı büyümeye son vermesiyle, ekonomide kendine yeterliğe yönelmesiyle durdurulabilir, tersine çevrilebilir.
Ücret ve çalışma şartları, sosyal sınıflar arası bölüşüm meselesidir. Laiklik, milliyetçilik, mezhepçilik hep emekçilerin dikkatini bölüşüm davasından çelmek için kullanılmaktadır. Sosyal demokratların, milliyetçilerin, Atatürkçülerin taşeronlaşma misali emekçiler için hayatî meselelerde suskunluğu, emekçilerin kol ve zihin gücünden daha ucuza daha çok hâsıla çıkarma hamlelerinin sınıfsal karakterini ortaya koymaktadır. Sosyalizm ile barbarlık dışında bir seçenek var mı?