ANADOLUDA İLK KÖLE AYAKLANMASI
ARİSTONİKOS İSYANI
‘’-kardeşlerim, çok farklı bir dünya kurmak için yola çıktık. Herkesin eşit olduğu bir heliopolis yani güneş ülkesi yaratmak istiyoruz. Güneş nasıl herkese ışınlarını eşit gönderiyorsa kuracağımız yeni düzende de güneşin adaleti olacak!’’
Aristonikos(1)
Arapça da ‘’atalar’’ anlamına gelen ‘’ecdat’’ kelimesi geçmişten günümüze bütün toplumların en önemli değeri olarak görülmüş hatta toplumların bütün yaşam biçimleri bu değerin üzerinde inşa edilerek günümüze kadar taşınmıştır.
Bu geçmişe bağımlılık o kadar kutsanmış ki H. SPENCER bile, dinin kaynağının atalara tapınmak olduğunu ileri sürerek geçmişte yaşayan birçok uygarlığın temelinde bu inancın etkili olduğu kutsal sayılan bütün tapınak ve ibadetlerin geçmişte yaşamış atalarının mezarlıkları ve kutsal saydıkları yerlerde inşa edildiğini ileri sürmüştür.
Bütün toplumsal değerlerin atalar kültürü üzerine inşa edilmesi elbette ilk klan ve kabile devletlerinin ortaya çıkmasını sağlamış daha sonraki dönmelerde ise, bu kabile ve klan birlikleri birleşerek büyük imparatorlukların ve krallıkların oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Bu krallıkların oluşmasındaki en büyük etken elbette savaşlar ve savaşlarda elde edilen mal ve köleydi.
İlkel devlet yöneticilerin savaşlardan elde ettikleri bu zenginleşmenin esas kaynağının kutsal saydıkları atalarından geldiğini ileri sürmeleri onları toplum üzerindeki yönetimlerine kutsallık biçiyordu. Böylece yönetimin kutsallığı kendi zenginliklerinin de kutsal olmasını sağlıyordu.
Atalardan gelen kutsallık ve zenginlik toplum üzerinde tek ata kültürünün oluşmasına yol açıyor toplum içinde yaşayan kölelerin ve yoksul köylülerin kendi geçmişiyle bağı koparılıp köksüz hale getiriliyordu. Bunu en çok dönemin büyük toprak sahipleri savunuyordu.
Daha sonraki dönemlerde ticaretin gelişmesiyle beraber tacirler ve ticaret yapan kişilerin toplumsal saygınlığı sadece zenginlikte görmeleri bir kabilenin veya ailenin üyesi olmaya gerek olmadığını yönetimde hak sahibi olmak için zengin olmanın yeterli olacağını savunmasına rağmen bu yönetimde yeterli olmuyordu.
Tarihlerini atalarının kutsallığı üzerine kuran bu devlet yöneticileri kendi aile üyelerini toplum üzerinde göstermek için din adamlarını bile kendi çıkarları için kullanmış böylece kendi geçmişi yok edilmiş ve unutturulmuş bir toplum oluşturarak kendi kutsal saydıkları atalarını bunun yerine geçirmiş ve bu zihin üzerine bir yönetim düşüncesi oluşturmuştu.
Devlet yöneticileri ve aristokratların bu kutsal saydıkları zenginlikleri karşılığında onlara hizmet eden, vergi veren, onların yükünü çekmek zorunda kalan yönetimde hiçbir söz ve hak sahibi olmayan yoksul köylü ve kölelerin zamanla itirazları da yükselmeye başlıyordu.
Karl Marks ‘ın da belirttiği gibi tarihte ilk sınıf mücadelesi kölelerle, köle sahipleri arasında değil, topraklarını kaybeden köylülerle kamu topraklarını yağmalayarak haksızca zenginleşen aristokratlar arasında başlamıştır.
Devletin bütünü yükünü çeken ve toplumun çoğunluğu oluşturan bu kesim her dönem sesini yükseltmesi yönetici sınıfın zorbalığına ve katliamlarıyla karşı karşıya getirirken bu kesimin sesini kısmak ve çoğalmasını önlemek için iftiralara ve suçlamalara kadar gidiliyordu.
Kimi dönem, yoldan çıkmış, devletin dinine karşı çıkan, dinsiz, hain gibi birçok iftiralara maruz kalan bu kişiler hak ve adalet arama talepleri karşısında acımasızca öldürülüyor ve tarihten yok edilmeye çalışılıyordu.
Buna rağmen ataları dinen kutsal sayılan devlet yönetimine karşı farklı dinlerden ve kültürlerden gelen yoksul köylülerin ve kölelerin zorunlu birliği ortaya çıkmış birliktelik farklı zamanlarda ve dönemlerde büyük imparatorluklara ve hanedanlara karşı büyük isyanlar ve ayaklanmalar başlatmış, sonunda başarısız olmalarına rağmen farklı dönemlerde coğrafyalarda devam etmişti.
Tarihte yaşanmış bu isyanların ve ayaklanmaların en büyük örneklerinden biri köleliğin en çok kurumsallaştırıldığı Roma imparatorluğu döneminde yaşanıyordu.
GRACCHUS KARDEŞLERİN MÜCADELESİ
Roma imparatorluğu ekonomisinin ilk kuruluşu dışardan savaşlardan elde edilen köle edinimiyle sağlamış daha sonraki evresinde ise, savaş yoluyla yönetimini sağladığı diğer devletleri vergilendirerek üstelik bu vergilendirmeyi açık artırma usulüne göre dağıtarak devlet ekonomisini ilerletmişti.
Bu ilerleme kurulduğu coğrafyadan başlayarak birçok bölgeye kadar ilerlemiş Anadolu topraklarına kadar gelmişti dönemin diğer bir güçlü devleti olan Sasani imparatorluğu ile Anadolu’da siyasi ve askeri alanda savaşan Roma devleti, kendi hükmettiği bölge devletlerinden mültezimler yoluyla vergi tahsilatını yapmaktaydı.
Bu vergilendirme üzerine kurulan sistemde canı yanan ve ezilen yoksul köylüler ve kölelerden başkası değildi. Üstelik vergi tahsilatlarının zorla fazla vergi alma isteği karşısında yapılan hizmetlerden haberleri bile olmuyordu.
Bu durum sadece Anadolu topraklarında yaşayanları etkilemiyordu. Roma devletine savaşlarda hizmet eden yoksul köylüler geri döndüklerinde kendilerine verilen arazilerin toprak baronları tarafından gasp ediliyor, Buna karşı hiçbir hak talep edemiyordu. Bu durumun sonunda ise, tekrar borçlanıp kendisini ipotek etmeye ve köle olmaya zorlanıyor roma senatosu ise bu durumu sadece onaylıyordu.
Roma senatosunun bu duruma seyirci kalmasına elbette Pleblerin temsilcisi olan Tİberius GRACCHUS roma tarihinde görülmeyen yöntemlerle siyaseti ilerici ve devrimci bir hale getirmeye çabalıyordu.
Roma da saygın bir aileden gelen Tiberius’un yanında danışmanı ve eğitmeni olan stoacı BLOSSİUS gibi biri yanında bulunuyordu. Bu sayede hem Helen hem de Roma uygarlığının siyasi birikimlerine sahip olan Tiberius ilerici fikirlerini bu sayede edinmişti. Savaşlar nedeniyle ekilebilir arazilerin ve meraların sahipsiz kaldığına kendisi bizzat bir asker olarak tanık olmuştu. Bu nedenle Tiberius, tasarladığı toprak reformunu hayata geçirebilmek için MÖ 134 yılında Senato’ya, halkın temsilcisi olarak aday olmuştu. Halktan büyük bir destek görerek coşkuyla seçilmiş ve seçilir seçilmez yaptığı ilk iş, toprak reformu hareketini başlatmasıyla oldu. Bu yolla savaş yıllarında olağanüstü yoksullaşmış olan köylülüğün konumunu güçlendirmek niyetindeydi.
Tiberius Gracchus topraksız köylülerin içinde bulundukları sefaleti Senato önünde yaptığı bir konuşmada şu sözlerle ifade etmişti:
“İtalya’da yaşayan her vahşi hayvanın yatacak ve kafasını sokacak bir ini var. Ancak İtalya için savaşan ve bu uğurda canını veren kahramanlar, soluduğumuz hava ve güneşten aldığımız ışıktan başka hiçbir şeye sahip değiller. Evsiz ve yurtsuz bir şekilde eşleri ve çocuklarıyla İtalya’nın bir yerinden bir başka yerine sürüklenip duruyorlar. Onların savaşırken, kutsal tapınakları, atalarının mezarlarını ve baba ocaklarını savunduklarını iddia eden komutanları açıktan yalan söylüyor ve onları aldatıyorlar.
“Çünkü bu savaşçı kahramanlardan hiçbiri savunabileceği bir kutsal toprağa ve baba ocağına sahip değil. Onlar başkalarının serveti ve debdebe içindeki hayatlarını savunmak için savaşa sürülüyorlar. Bunlara ‘dünyanın efendileri’ denmektedir, gerçekte onların kafalarını sokacak dört duvarları bile yoktur.”
Konuşmasını yaptıktan sonra da “herhangi bir komplo peşinde olmadığını, herhangi bir ayaklanma planlamadığını, ama yüzyıllardır uygulana gelen haksızlıklara ve adaletsizliklere artık bir son verilmesi ve her Romalının hakkı olan topraklara kavuşması gerektiğini belirterek
Bundan böyle hayatını bu işe adayacağını ve bu yasaların hayata geçmesi için elinden gelen her şeyi yasal yoldan yapacağını” açıklamıştı.
Senato öylesine sessizdi ki herkes şaşırıp kalmıştı.
27 yaşında henüz hayatının baharında bir genç, yüzyıllardır yerleşik hale gelmiş adaletsiz ve sömürü düzenine kafa tutuyordu.(2)
Tiberius Gracchus’un en önemli kısmı ise, bütün roma halkına seslendiği onları koruyan ve kollayan kısmıydı. Bu Romalı aristokratlar açısından görülmemiş bir şeydi. Çünkü İtalya’da Romanın dışındaki bölgelerde yaşayanlar Romalılarla eşit değildi, onlar Romalıların anlaşmalar yoluyla haklarını kazanmış ‘’federal yoldaşlarıydı.’’
TİBERİUS ilk yapmak istediği esas olarak topraksız köylülerin ve işsiz askerlerin durumlarını iyileştirmekti. Bunun için önce toprakların büyük toprak baronlarının elinde toplanmasını engellemek gerekiyordu. Senato’ya sunduğu bir önergeyle büyük toprak baronlarının sahip olacakları arazilerin üst sınırını belirleyen eski bir yasanın yeniden hayata geçirilmesi gerekiyordu.
Bu bir nevi toprak reformu anlamına da geliyordu, bunun en büyük sebebi ise, savaştan dönen askerlerin ve yoksul çiftçilerin toprak dağıtım işinin adaletli bir şekilde yapılmasıydı ve bunun içinse senatodan bağımsız bir komisyon kurulmuştu. Bu komisyonu kurmak ve tek tek toprak baronlarını sorguya almak bir anlamda senatoya kafa tutmak anlamına da geliyordu.
Sokaktaki halkın yasalara yeni yorumlar getirmesi aktif siyasete katılması halk için büyük bir heyecan yaratan bu durum olmasına karşın senato ve aristokratlar içinse büyük bir tehlike anlamına geliyordu. Bu durum karşısında Senato halkın siyasete aktif katılımını olağan üstü bir durum olduğuna karar vererek 133 yılında ‘’olağan üstü hal’’ ilanını vermesinin hemen ardından başlarında bir senatörün bulunduğu bir grup silahlı adamlarla Tiberius’un toplantısı basarak, Tiberisu Gracchus ve taraftarlarını kılıçtan geçirir. O kadar büyük nefretleri vardır ki öldürdükten sonra bile cesetlerini tiber nehrine atarlar. BLOSSİUS ise mahkemeye çıkarılır. Kendisini yargılayanlara karşı müthiş bir savunma yaparak mahkemenin kendisini serbest bırakmasını sağlar.
Bu olaylardan sonra roma halkı bir süre sessiz olmasına karşın mücadelesi asla sona ermez, aradan on yıl geçtikten sonra bu sefer Tiberius’un küçük kardeşi bu görevi devir alacaktı.
Müthiş bir hitabet yeteneği olan Gaius Gracchus bu yeteneğiyle ünlü filozof ve hatip olan Cicero’yu bile etkilemiş Cicero, Gaius için gelmiş geçmiş en iyi hatip olduğunu söyleyerek yeteneğini teslim etmiştir.
Gaius’un amacı anayasa sorununa el atmak, senatonun zenginlerin toplanma aracı olmaktan çıkarmak, toplumu ve devleti demokratikleştirmek, her hür vatandaşın konsül kurumuna seçilmesini sağlamak ve herkesin asgari gelir olanaklarına kavuşmasını yasalar yoluyla güvenceye almaktı.
Gaius, birçok işe el atması ve başarılı olması abisi gibi onu da aristokratların gözünde tehlikeli hale getirmiş, senato tıpkı Tiberius’un olayında olduğu gibi ‘’olağanüstü hal’’ yasasına dayanarak onu ve yanındakileri tutuklamaya çalışmış Gaius ve yandaşları ise buna bir ayaklanmayla karşılık vermişti.
Mö 121 yılında senato tarafından bozguna uğrayan Gaius Gracchus, düşmanın eline geçmemek için sadık dostu ve kölesi tarafından hançerlenmesine rağmen aristokratlar onun cesedini abisine yaptıkları gibi Tiber nehrine atmış ve ardından sürek avı başlatan senato sayısız devrimci yurttaşı katlederek birçoklarının evlerini yerle bir etmişti.
Roma da Pleblerin öncülüğüne yaşanan bu halk ayaklanmaları elbette sadece yoksul Roma yurttaşlarının hak mücadelesi değildi. Roma’ya bağlı yaşayan devletlerde de diğer yoksul kesimin mücadelesi devam ediyordu.
Bunların başında Anadolu’daki Roma’ya bağlı Bergama krallığına karşı kölelerin başlattığı isyandı. Bu isyanın başında ise krallıkta hakkı olduğu iddiasıyla başkaldıran Aristonikos vardı.
Öte yandan Roma’da yüksek mahkemede kendisine karşı yapılan hainlik suçlamalarına karşı müthiş bir savunmayla serbest kalmayı başaran BLOSSİUS bu olaylardan sonra Roma’ da kalmak yerine Bergama’daki köle isyanın başını çeken Aristonikos’un yanına gitmek için yola çıkmıştı bile.
Bergama’ya gitmek elbette kolay değildi. Mahkemede serbest kalmasına karşın ölümle burun buruna, uzun yolda birçok tehlike onu bekliyordu, fakat o yıllarca hayalini kurduğu bir ütopya taşıyordu. Ve bu ütopyada kölelerin, yoksulların, zenginlerin ve kralların olmadığı, herkesin eşit yaşadığı bir ülke vardı.
Daha öncede köleler ve yoksul köylüler zorbalığa ve sefilliğe karşı başkaldırmıştı. Fakat bu isyanlar sonucunda düşünce altyapısı olmadığı için başarılı olamamıştı. Eğer, Aristonikos’u bulmayı başarabilir ve onu ikna edebilirse belki de, ilk defa herkesin eşit yaşadığı bir ülke kurabilirdi. Aklında bu düşünceleriyle bütün tehlikelere karşı Bergama’ ya doğru gidiyordu. Tarih, bu iki insanın bir araya gelmesine tanıklık edecekti.
BERGAMA ‘DA ARİSTONİKOS AYAKLANMASI
Pergamon’un kralının iki oğlundan büyük olanı Eumenes, Kapadokya prensesi Stratonike ile yaptığı saray içi evlilik onu hiç istemediği biriyle bir araya gelmesiyle mutsuz bir evliliğe dönüşmüştü. Bundan dolayı devamlı sarayın dışına çıkan Eumenes bir süre sonra Efesos’ta, Aedon adlı bir hayat kadınına aşık olur ve bu gizli aşkın ardın Aristonikos adında bir çocuğu dünyaya gelir. Fakat bu çocuk saray çevresinin dışında Aegina da yetişir.
Saray içinde ise, Stratonike’nin Eumenes’in ilgisizliği ve yaşadığı mutsuzluk karşısında Eumenes’in kardeşi Attalos’un gösterdiği ilgi ve alaka ikisinin arasında bir ilişki oluşmasına neden olmuştu. Bu ilgi o kadar yakındı ki Eumenes’ten çocuğu olan Stratonike’nin çocuğun amcası değil bir babası gibi davranmasına neden oluyor hatta kendi ismini bile vermesine kadar gidiyordu.
Bir süre sonra krallığın bütün işlerini eline alan Attalos, artık krallığın tek yöneticisi konumuna kadar gelmiş abisi Eumenes ise, krallıktan bütün elini çekmiş bütün yönetim işlerini kardeşine bırakmış krallıktan uzaklaşmıştı. Böyle bir ortamda büyüyen Attalos, amcasının ismini alarak onun krallıkta tek yöneticisi ve varisi konumunda yetişirken, Eumenes’in saray dışında Aedon’dan doğmuş çocuğu olan Aristonikos ise krallığın dışında yoksulluğun içinde büyümüştü.
Tek başına Bergama’yı yöneten, Attalos ölmeden önce bir vasiyet hazırlayarak yıllarca vergi verdiği ve ona bağlı kaldığı Roma krallığına ülkesini ve halkını bağışlıyor ve bütün yönetimi onlara bırakıyordu. Bergama kölelerin çoğunlukta olduğu bir krallık olmasına rağmen ülkenin özgür ve yoksul köylüleri bile buna karşı çıkar.
Bu sırada hiç kimsenin beklemediği bir olay olur ve Eumenes’in diğer oğlu olan Aristonikos krallıkta kendisinin de yasal varisi olduğu ve bundan dolayı krallıkta hakkı olduğunu ileri sürerek bu duruma itiraz eder. Fakat Aristonikos’a bu itirazına karşı ne ordudan ne de soylulardan destek gelmemişti, çünkü Roma soyluları onları çoktan satın almıştı.
Bununla beraber Aristonikos ise, o dönemde hiç görülmemiş bir yola başvurarak kendisiyle birlikte savaşacak ve ona destek olacak kölelere özgürlüklerini vaat etmiş ve böylece bütün yoksul ve ezilmiş yurttaşları da yanına çekmeyi başarmıştı.
Bu günkü Manisa’nın olduğu bölgeye yerleşen Aristonikos buradan bütün Anadolu da yaşayan yoksul ezilenlere ve kölelere sesleniyordu. Aristonikos’un Pergamon kralı olmak için başlayan mücadelesi artık onu kölelerin ve yoksul köylülerin isyanına dönüşen bir lider konumuna getirmiş, Roma dan gelen Blossius’un katılmasıyla birlikte bu isyanın düşünce yapısı da ortaya çıkmıştı.
Blossius, Aristonikos dahil yanındaki bütün isyancılara güneş krallığından bahsetmiş herkesin eşit ve özgürce yaşayabileceği bu güneş ülkesini kurabilmenin mümkün olabileceğine inandırmıştı.
Elbette bunun en büyük sebebi; daha önce de Suriye topraklarından gelen ve az da olsa bilinen güneşin inancında da eşitlik ve adalet ilkesinin bilinmesiydi. Hareketin düşünce alt yapısı da oluştuktan sonra isyanın lideri Aristonikos yandaşlarına, ‘’heliopolit’’ ( güneş ülkesi yurttaşı) kuracağı ülkenin adını da ‘’heliopolis’’ (güneş ülkesi) adını vermişti.
Buna karşı Bergama soyluları ise yeni yasa çıkararak, yurdu terk etmeyen kölelerin hemen özgürleştirip yurttaş hakkının tanınacağına yurdu terk eden özgür kişilerin mallarına el konulacağına ve açık artırmayla satılacağına dair yasayı hemen duyurmuştu.
Normalde bir kölenin özgür olabilmesi için öncelikle kölenin bağlı olduğu sahibi tarafından halkın huzuruna çıkarılır ve tören halinde duyurularak köleye özgürlüğü verilirdi.
Yapılan bu karşı hareketin köleler üzerinde fazla etkisi olmamış hatta Aristonikos’un başlatmış olduğu bu özgürlük ve eşitlik vaadiyle başlayan hareket maden ocaklarında, atölyelerde, zanaatkarlar arasında bile hızla yayılmış yüz binlerce kölelerin ardından on binlerce köylü ve zanaatkarları da sarmıştı.
En önemlisi ise, 15 yıl önce Andrikos’un çağrısıyla Roma‘ya karşı bağımsızlık savaşı veren Mekodanya halkı bu sefer Roma’ya başkaldıran Aristonikos’a destek vermek için ayaklanmıştı. Bu hareket sosyal tabakayı o kadar değiştirmişti ki ticarette bile etkili olmuş, (heliopolis) güneş ülkesi adıyla paralar basılmış ve ticarette kullanılmaya başlanmıştı. Buna karşı Anadolu’da Roma’ya destek veren krallıklar, Aristonikos’un başlatmış olduğu bu isyana karşı seferber olmuş hatta Roma’dan askeri güç ve destek bile istenmişti. Aristonikos ayaklanması, Roma da içteki reform hareketlerinin başlatmış olduğu karışıklığa dışarda ise Sicilya’da ki köle isyanıyla aynı döneme denk gelmişti.
Roma, Anadolu‘dan yayılan bu hareketin daha fazla büyümesini önlemek ve durdurmak için M.Ö 130 yılında konsül CRACCUS MACİANUS görevlendirerek bu isyanı bastırmak için paralı askerlerin ve diğer eyalet savaşçılarında bulunduğu büyük bir orduyla bu günkü Manisa yakınlarındaki bölgede yerleşir.
Karşılarında ise büyük çoğunluğu kölelerden ve yoksullardan oluşan Aristonikos’un ordusu ile savaş alanında karşı karşıya gelir.
Bir tarafta özgür bir ülke için savaşan kölelerle diğer tarafta paralı askerlerin bulunduğu iki ordu bütün güçleriyle savaşır. Sonunda kölelerin bulunduğu ordu savaş alanında Roma ordusunu feci şekilde bozguna uğratır. Ordunun komutanı Craccus macianus esir düşer.
Bu yenilgiyi hazmedemeyen, Macianus esir düştüğü askere yolda saldırırken diğer askerler tarafından kafası kesilerek öldürülür.
Roma askerlerine karşı alınan bu zafer müthiş bir yankı yapar komşu şehirlerden yüzbinlerce insan güneş şehrine akın eder. Fakat bu diğer komşu bölgelerde yaşayan Roma’ya bağlı krallıkları rahatsız eder. Roma ya vergi veren diğer yurttaşlara karşı kötü örnek olduğunu en önemlisi ise köleleri isyana teşvik ettiğini ileri süren krallıklar Roma’ya baskı yapar, bu baskının sonrası birkaç yıl sonra Roma, bütün bölgelerden kendisine kattığı büyük bir devasa ordusuyla acımasızca saldırıya geçer.
130 yılında bu günkü Manisa Kırkağaç bölgesinde Kölelerden ve yoksul köylü birliklerinden oluşan ordusuyla Aristonikos büyük bir kıyıma uğrar. Roma ordusu İsyancıların sığındığı kentlerin yollarını kapatır içeriye sığınanların günlerce açlığa mahkum eder. İçme sularına bile zehir katarak bölgedeki bütün şehir ve köylerde yaşayan herkesi katliamdan geçirir. Savaşta esir alınan Aristonikos elleri ve ayakları zincirlerle bağlanarak Roma ‘ya götürülür.
Komutan Marcus Perperna, Aristonikos’u arabanın arkasına bağlatarak günlerce başkent sokaklarında gezdirir, Roma’ya karşı koyan bir hain diyerek halkın önünde günlerce teşhir edilir. M.Ö 129 yılında senatonun kararıyla Aristonikos boğdurularak idam edilir. Arkadaşı Blossius ise, intihar ederek yaşamına son verir.
Güneş şehri halkıyla yerle bir edilir. Halkın çoğunluğu öldürülür, sağ kalanlar köle olarak satılır. Fakat isyanlar bitmez Roma’ya karşı isyan bayrağını açan sadece Anadolu’daki köleler değildi Sicilya’da başında Suriyeli bir kölenin bulunduğu başka bir köle isyanı daha vardı.
Sicilya’daki köle isyanları
Tarih boyunca en büyük köle isyanları Roma imparatorluğu döneminde yaşanmış. Bunun en büyük sebebi ise, köleliğin tarihsel akışı bakımından daha çok borç köleliği adı altında kurumsallaşırken sonraki dönemler dışarıdan savaş tutsaklarının daha fazla getirip çalıştırılmasıyla devam etmişti.
Roma imparatorluğu bu kölelik biçimini öyle kurumsallaştırmıştı ki, bir dönem bazı şehirlerde köle sayısı, özgür yurttaş sayısını bile geçmişti. Hatta bir dönem üretimin büyük kısmı kölelerin üstünden yapılması Roma yurttaşı olan yoksul köylünün işsiz kalmasına ve sefalete sürüklenmesine neden olacağına daha önce TİBERİUS GRACCHUS söylemiş yaşanan olaylar onu daha sonra haklı çıkarmıştı.
Sicilya bölgesi Roma tarihinde en çok köle nüfusunun olduğu bununla beraber en fazla köle isyanlarının olduğu bölgeydi. Bunun en önemli nedenlerinden biri Roma’da yapılaşma faaliyetlerinin kaynağı olan mermer yataklarına sahip oluşuydu. Mermer ocaklarında her dönem binlerce köle çalıştırılıyordu. Diğer nedenleri ise, Sicilya bölgesi, İtalya‘nın en önemli tahıl ambarının başında geliyordu. Ayrıca, üzümü, zeytin ağaçları ve şarabıyla meşhurdu. Ayrıca Sicilya, Akdeniz’e açılan koridorun da çıkışıydı.
Yani Sicilya ekonomik ve coğrafi yapısı nedeniyle köle yatağı haline gelmişti. Buna bağlı olarak köle ayaklanmalarının da. Birçok yaşanan köle ayaklanmaları küçük çapta kalırken, MÖ 136 yılından itibaren ortaya çıkan köle ayaklanmaları büyüyerek genişliyordu.
Sicilya da ortaya çıkan bu köle ayaklanmalarının en büyüklerinden biri olan Eunus un önderlik ettiği bu ayaklanın en büyük nedeni çiftliklerde ve maden ocaklarında Ortadoğu ve Trakya kökenli kölelerin çalıştırılmış olmasıydı.
Köle Eunus isyanı
Sicilya’da madenlerde çalıştırılan kırk bin kölenin ayaklanmasıyla başlayan bu ayaklanmanın başında falcılık yapan Suriyeli köle Eunus vardı. Adının merhametli manasına gelmesinin en büyük nedeni tanrısal inancın köleler için en büyük anlamı olan fakat köle sahiplerinde olmayan merhamet duygusunun varlığıydı. Bundan dolayı İsyandan önce 400 kişi kendi aralarında birleşerek bu ayaklanma için Eunus’un yanına gidererek hem icazet hemde yardım isterler.
Daha sonra Eunus’un yardımcısı Kilikyalı köle kleon’la beraber falcılık ve kahanet yeteneğini kullanarak bu hareketi yayar ve kendisi de bu hareketin lideri ve dini simgesi haline gelir.Kehanet ve falcılık yeteneğini çok iyi kullanan Eunus bu yeteneği sayesinde Romalı birçok aristokratın gözdesi olduğu ve fal baktırmak için onun yanına geldiğini hatta tarihçilere göre kehanetlerin birinde kendisinin bizzat Roma’yı yıkacağını kendisini kral ilan edeceği belirtilir.
Merkezi Henna kenti olan ayaklanmaya daha çok Yunanistan ve italya’dan katılımlar olmuş kurtarılmış bölgede krallık kuran Eunus, üzerine saldıran Roma ordusunu iki kez bozguna uğratmayı başarmış bu başarıdan sonra Makedonya, Dellas, Ege bölgesi ve Yunanistan’daki maden ocaklarında çalıştırılan kölelere ilham kaynağı olmuştu. Hızla yayılmış fakat aradan 4 yıl gibi kısa bir süre sonunda MÖ 132 yılında konsül RAPİLİUS önderliğinde yenilgiye uğratılmış ele başları öldürülmüş ayaklanmanın lideri Eunus Roma’ya götürülerek idam edilmiştir.
Yaşanan bu ayaklanmanın ardından ikinci bir ayaklanma bu yüzyılın başında gerçekleşir. MÖ.104 yılında Triokalı kölelerin arasında başlayan bu ayaklanmanın başında bu sefer kahin bir köle olan salvius önderlik ediyordu. Bu ayaklanmada yine orta italya ve Yunanistan da destek görmüş fakat bu diğerinde olduğu gibi kısa süreli bir isyan olarak kalmıştı. Bu ayaklanmaların başarısızlığın temel nedeni ise üretimin içinde yer alan yerli halkla bağ kurulamaması ve içinde yaşadıkları düzene ilişkin herhangi bir alt yapıya sahip olamamaları yatıyordu.
_________________________________________________________
Açıklamalar
- Suat çağlayan / umutlar yarım kaldı ARİSTONİKOS/ (s) 293
- https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2016/05/01/romaya-baskaldiranlar ( s. 3/29)
kaynakçalar:
- Prf Dr. HASAN MALAY, Helenistik devirde pergamon ve aristonikos ayaklanması, izmir 1992, bergama belediyesi kültür yayınları
- GÜRKAN ERGİN, Anadolu’da roma hakimiyeti direniş ve düzen, iş bankası kültür yayınları
- diako / S. Kovalev, ilkçağ tarihi cilt 2 Roma, çev: özdemir ince, yordam kita, mart 2019 s. 119 / 121
- Hasan malay, çağlar boyu kölelik ( eski yunan, Roma), Gündoğan yay.1990
- Suat çağlayan / umutlar yarım kaldı ARİSTONİKOS, izmir B.Ş.B İZELMAN A.Ş, ağustos 2020 (ROMAN)
- Osman akbaşak, GÜNEŞE ÇAĞRI Aristonikos isyanı, şehir hatları yay. , kasım 2018 (ROMAN)
- Ragıp incesağır, ECDADIMIZ halktan ve haktan yana bir tarih okuması, su yay, s.40-41
- https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2016/05/01/romaya-baskaldiranlar
- https://www.haberhurriyeti.com/makale/3310872/sedat-kaya/spartakusten-once-aristonikos
- https://sadikusta.com.tr/campanellanin-utopyasi/